17. DERS: KUR’ANDAKİ SELASET, SELAMET, TESANÜD, TENASÜB, TEAVÜN VE TECAVÜB İKİNCİ ŞU’LE

BİRİNCİ NUR

Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın heyet-i mecmuasında raik bir selaset, faik bir selâmet, metin bir tesanüd, muhkem bir tenasüb, cümleleri ve heyetleri mabeyninde kavî bir teavün; ve âyetler ve maksadları mabeyninde ulvî bir tecavüb olduğunu İlm-i Beyan ve Fenn-i Meânî ve Beyanî’nin Zemahşerî, Sekkakî, Abdülkahir-i Cürcanî gibi binlerle dâhî imamların şehadetiyle sabit olduğu halde; o tecavüb ve teavün ve tesanüdü ve selaset ve selâmeti kıracak, bozacak sekiz-dokuz mühim esbab bulunurken, o esbab bozmağa değil, belki selasetine, selâmetine, tesanüdüne kuvvet vermiştir. Yalnız, o esbab bir derece hükmünü icra edip, başlarını perde-i nizam ve selasetten çıkarmışlar.

Fakat nasıl ki yeknesak, düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar. Lâkin ağacın tenasübünü bozmak için çıkmıyorlar. Belki, o ağacın zînetli tekemmülüne ve cemâline medar olan meyveyi vermek için çıkıyorlar.

Aynen bunun gibi, şu esbab dahi, Kur’anın selaset-i nazmına kıymetdar manaları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar.

İşte bu esbablar, müşevveşiyetin esbabı iken, Kur’anın i’caz-ı beyanında, selaset ve tenasübünde istihdam edilmişlerdir. Evet, kalbi sekamsiz, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim her adam Kur’anın beyanında güzel bir selaset, rânâ bir tenasüb, hoş bir ahenk, yekta bir fesahat görür.

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’anda öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zahir ve bâtını ile vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin manalarını söyler.

Şu Birinci Nur’un hakîkatini misaller ile tavzih etsek, birkaç mücelled lâzım. Öyle ise, sair risale-i arabiyemde ve “İşaratu’l- İ’caz”da ve şu yirmibeş aded Sözlerde şu hakîkatın isbatına dair olan izahatla iktifa edip misal olarak mecmu-u Kur’anı birden gösteriyorum.

Kur’anın bazı meziyetleri

Bediüzzaman bu kısımda Kur’anın bazı meziyetlerine dikkat çeker. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

-Katışıksız bir selaset,

-Üstün bir selâmet,

-Metin bir tesanüt,

-Sağlam bir tenasüp,

-Cümleleri ve heyetleri arasında kuvvetli bir yardımlaşma,

-Âyetler ve maksatları arasında ulvî bir şekilde birbirine cevap verme.

O, bu özelliklerin varlığını belağat ilminin imamları olan Zemahşerî, Sekkakî, Abdülkahir-i Cürcanî gibi binlerle dâhî imamların şehadetine dayandırır.1

Kur’an’ın bütünlüğü

Kur’an’ın tamamı birbiriyle bütünlük arzeder. İnsanın her bir azası, olması gereken yerde bulunduğu gibi, Kur’an’ın bütün sûreleri de bulunmaları gereken yerlerdedir. Mesela, insan için baş ne ise, Kur’an için de Fatiha odur. Fatiha sûresi, Kur’an’ın bir fihristi durumundadır. Bütün Kur’an, Fatiha’nın açılımıdır.

Nahl Sûresi, “şüphesiz Allah, takva sahipleriyle ve iyilik yapanlarla beraberdir” âyetiyle biter. Bu sûreden sonra gelen İsra Sûresi, en ziyade takva sahibi olan ve en fazla iyilik yapan Hz. Peygamberin miracıyla başlar.

İsra sûresi, “Elhamdülillâh” demeyi emreden bir âyetle noktalanır. Peşinde gelen Kehf sûresi “Elhamdülillâh” ile giriş yapar.

Hac sûresi, “… Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, ta ki felâha eresiniz” âyetiyle son bulur. Sonra gelen Mü’minun sûresi, “Mü’minler felâh buldu…” diyerek müjde verir.

Vakıa sûresi, “Azamet sahibi Rabbini tesbih et” emriyle sona erer. Hemen peşindeki Hadid sûresi, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder” ifadesiyle başlar…

Mushaf tertibine göre Kur’an’da ilk emir, “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin!” âyetidir.2 Bundan sonra gelen bütün emirler ve yasaklar bu ilk emrin açılımı şeklindedir. Zira ibadet, Allah’a itaattir; Onun emirlerini yapmaktan, yasaklarından kaçmaktan ibarettir.

Kur’an’da “ey insanlar!” diyerek bütün insanlara hitap ile başlayan iki sûre vardır: Nisâ ve Hacc sûreleri. Bunlardan birincisi, Kur’an’ın ilk yarısının, diğeri ikinci yarısının dördüncü sûresidir.

Raik bir selaset

Kur’anın tamamında duru, akıcı bir selaset vardır. Öyle ki, kekeme olanlar bile onu rahat bir şekilde sesli olarak okuyabilmektedir. Bediüzzaman, başka bir eserinde selasetle alâkalı şöyle der:

Bil ki: Letafet ve halâveti netice veren kelâmın selaseti şudur: Onda bulunan manalar ve hissiyatın birbiriyle uyumlu bir birlik meydana getirmeleri veya muntazam bir ihtilaf hâlinde olmalarıdır. Tâ ki etraf, ifade ve maksadın kuvvetini kendine çekmesin, bilakis merkez etraftan kuvveti kendine toplasın. Keza, maksadın net oluşu da kelâmın selasetiyle ilgilidir. Keza, çeşitli maksatların kendisinde birleştiği yer olarak görülmesi de, kelâmın selasetine dâhildir.”3

Faik bir selamet

Kur’an, beşer üstü bir kelamî güce sahiptir, anlatım bozukluğu gibi manaya halel veren durumlardan salimdir. O, mesajını net olarak verir. Onda lüzumsuz sözü uzatma veya bütün bütün kapalı anlatma yoktur. Ayrıntılı anlattığı yerlerde tafsili güzeldir, kısa geçtiği yerlerde icmali güzeldir. Bediüzzaman, başka bir eserinde kelamın selametiyle ilgili şöyle der:

Bil ki: Sıhhat ve kuvvete sebep olan kelâmın selâmeti şudur:

Kelâm öyle olmalı ki,

-Mebadi (temel esaslar) ve delillere işaret etmeli,

-Levazım ve tevabie remzetmeli,

-Mevzu ve mahmulün kayıtlarıyla ve bu ikisinin keyfiyetleriyle evhamın reddine ve şüphelerin def’ine imâ etmelidir.4 Sanki her kayıt, mukadder bir suale cevap5 olmalıdır. 6

Misal olarak şu âyete bakabiliriz:

(Allah) size ancak şunları haram kıldı: Meyte (kesilmeksizin ölmüş hayvan eti), kan, domuz eti, bir de Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar.

Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yerse, ona günah yoktur. Çünkü Allah Ğafur u Rahîm’dir (bağışlar, merhamet eder).”7

Burada önce yenilmesi haram olanlar belirtilmiş, devamında ise “peki, zaruret durumu olursa yiyebilir miyiz?” şeklinde hatıra gelen mukadder bir soruya cevap verilmiştir. Yani haram kılındığı bildirilen bu dört şey, ancak zaruret halinde yenilebilir. O halde iken de “bâği ve âdî” olmamak, yani doğrudan bunları talep etmemek ve haddi aşmamak lazımdır. Darda kalan kimse, murdar etten doyuncaya kadar yiyemez, ancak ölmeyecek kadar yiyebilir. Bu âyetten hareketle, şu iki kaide istihraç edilmiştir:

“Zaruretler, memnu’ (yasak) olan şeyleri mubah kılar.”8

“Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar.”9

Metin bir tesanüt

Kur’anın tamamı bir tek kelam hükmünde bir bütünlüğe sahiptir. Mükemmel bir fabrika, nasıl kendi içinde tam bir bütünlük arzeder, bütün birimleri birbiriyle bir şekilde bağlantılı olur, en küçük bir çark, en büyük çark ile alâkalı olarak çalışır. Onun gibi, Kur’anın tamamı tamamıyla irtibatlıdır. Her hangi bir âyetin cümleleri, kelimeleri, harfleri birbirine baktığı gibi, o âyet Kur’anın altı bin küsur âyetiyle de -az veya çok- bir şekilde alâkalıdır. Keza, âyetlerden meydana gelen sûreler birbirine bakar, birbirini takviye eder, böylece Kur’anın tamamı tam bir bütünlük izhar eder. Misal olarak şu âyete bakalım:

Eğer Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayıp bitiremezsiniz.”10

Bu âyet Kur’anda İbrahim ve Nahl sûrelerinde geçer. Bu âyetlerden biri “Gerçekten insan çok zalim ve nankördür” şeklinde biterken diğeri “Gerçekten Rabbin Gafur-Rahîmdir” şeklinde gelir. Yani insanın çok zalim ve çok nankör olmasına mukabil, Allah’ın çok çok bağışlayıcı ve çok çok merhamet edici olduğu nazara verilir.11

Kur’anda sadece iki âyette “Eğer Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayıp bitiremezsiniz” denilirken, bunlardan birinin insanın zulüm ve nankörlüğüyle, diğerinin ise Allah’ın bağışlayıcı ve merhametli olmasıyla bitmesi, gerçekten dikkat çekici bir bütünlük arzetmektedir.

Muhkem bir tenasüp

Tenasüp, güzelliğin en mühim esaslarındandır. Mesela bir insana veya bir ağaca baktığımızda insanın azalarını, ağacın dal ve budaklarını tam bir tenasüp içinde görürüz. Faraza insanın bir kolu uzun diğeri kısa değildir. Burnu, hayali kahraman Pinokyonun burnu gibi uzayıp gitmemiştir. Tabir yerindeyse, bu insanın bütün azaları olmaları gereken yerlerde ve olmaları gereken büyüklüktedir. Benzeri bir tenasübü ve bu tenasüpten meydana gelen güzelliği Kur’anın tamamında görebiliriz.

Cümleleri ve bu cümlelerin heyetleri arasında kuvvetli bir teavün

Zincirin halkaları birbiriyle bağlı olduğu için ayrı ayrı olmaktan kurtulurlar, sağlam bir beraberlik gösterirler. Kur’anın da cümleleri ve bu cümleleri meydana getiren kelimeleri ve harfleri, irtibat halkalarıyla birbiriyle sımsıkı bağlıdır.

Âyetler ve âyetlerin maksatları arasında tecavüp

Âyetlerin sevkediliş maksadı farklı farklıdır. Kimi müjdeler, kimi uyarır, kimi hayra meylettirir, kimi coşturur, kimi cihada koşturur… Bütün bu durumlarda ilgili âyet yalnız değildir. Onun evvelinde veya sonrasında yer alan pek çok âyet, onun yardımına koşar, ihtiyacına cevap verir.

Kur’ân’ın i‘câzının bir delili olarak Kevser sûresi

Bu bölüme örnek olarak Kur’anın hemen her yerinden örnek getirmek mümkün olmakla beraber, biz en kısa sûre olan Kevser sûresini değerlendireceğiz. Şüphesiz Kur’ân’ın i‘câzının en büyük delillerinden biri Kevser sûresidir. Çünkü kısalığına rağmen bir benzeri getirilememiştir.

Muhakkak biz sana Kevser’i verdik.”

Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”

Muhakkak ki asıl ebter (mensupları kalmamış) olan, sana buğzedendir.”12

Kevser, “çokça hayır” demektir, Hz. Peygambere dünya ve ahiretin hayırları verilmiştir. Âyette geçen “ebter” kelimesi ise, “soyu kesik, nesli devam etmeyen, kendisinin peşinden gideni olmayan, mensupları kalmayan” gibi anlamlarda kullanılır.

Kevser Sûresinin kendisinden önceki sûreyle irtibatı

Kevser sûresi kendisinden önceki Mâ’ûn Sûresi ile kuvvetli bir şekilde irtibatlı olup, âdeta onun karşılığı gibidir. Şöyle ki:

Dini yalanlayanı gördün mü?”

İşte o, öksüzü iter, kakar.”

Ve yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”

Yazıklar olsun o namaz kılanlara.”

Onlar, namazlarından gafildirler”

Onlar, riyâ yapanların ta kendileridir”

Ve yardımı menederler.”13

Mâ’ûn Sûresinde münafıklar şu dört sıfatla anlatılmıştır:

1) Cimrilik. Bu, “yoksulu doyurmaya teşvik etmez” âyetiyle ifade edilmiştir.

2) Namazı terk etmek. Bu, “Onlar, namazlarından gafildirler” âyetiyle ifade edilmiştir.

3) Riyakârlık. Bu, “Onlar, riyâ yapanların ta kendileridir” âyetiyle ifade edilmiştir.

4) Başkasına yardım etmemek. Bu da, “Yardımı menederler” âyetiyle ifade edilmiştir.

Allah, Kevser sûresinde ise, bu dört sıfatın mukabili olarak şunları zikretmiştir;

1) Cimriliğe mukabil, “Biz sana Kevser’i verdik” âyetini getirmiştir. Yani “Sana çok olan şeyi verdik, o halde sen de çok ver, cimrilik etme!”

2) Namazı terke mukabil, “Namaz kıl” emrini vermiştir.

3 Riyakârlığa karşılık olarak, “Rabbin için” ifadesini getirmiştir.

4) Yardımı menetmeye mukabil olarak da, “Kurban kes” buyurmuştur.

Sûre sonundaki “Muhakkak ki asıl ebter (mensupları kalmamış) olan, sana buğzedendir.” kısmı ise şu mesajı verir: Dini yalanlayan, daha diğer kötü özellikleri kendinde taşıyan kimse yok olup gidecek, esamesi okunmayacaktır. Sana gelince ey Peygamber!, senin için dünyada gayet güzel bir yad-ı cemil kalacak, ahirette de bol mükâfat verilecektir.”

Kevser sûresinin kendisinden sonraki sûreyle irtibatı

Kevser sûresinin kendisinden sonraki Kâfirun sûresiyle şöyle bir münasebeti vardır: Allah’a ibadet etmek ya bedenen, ya mal ile ya da teblîğ yapmakla olur.

O halde Rabbin için namaz kıl” âyeti bedenen ibadetle ilgilidir.

Kurban kes” âyeti malla yapılan bir ibadeti emreder.

Tebliğ ile yapılan ibadete gelince, bu da Kâfirun sûresinin “De ki! Ey kâfirler! Ben, sizin tapmakta olduklarınıza tapmam”14 âyetlerinin ifade ettiği husustur.

Bu sûrede Hz. Peygambere “De ki! Ey kâfirler! Ben, sizin tapmakta olduklarınıza tapmam…” demesi emredilmiştir. O inatçı müşriklere bunu açıktan söyleyebilmek elbette kolay bir durum değildi. Ama Allah, Hz. Peygambere “Muhakkak ki asıl ebter (mensupları kalmamış) olan, sana buğzedendir” diyerek galip geleceğini önceden haber vermiş, peygamberini cesaretlendirmiştir. Ayrıca onların “Eğer bunu mal elde etmek için yapıyorsan, sana insanların en zengini olacağın kadar mal verelim. Yok, eğer gayen evlenmek ise, seni kadınlarımızın en güzeli ile evlendirelim. Yok, eğer derdin reis olmak ise, seni başımıza reis yapalım” gibi tekliflerine karşılık “biz sana Kevser’i verdik” buyurmuştur. Yani “bizim sana verdiğimiz onların vereceklerinden çok çok hayırlıdır. Sakın onlara tamah etme” mesajı vermiştir.15

Kur’an besmele ile başlar, “nas” kelimesiyle biter. Bazı zâtlar Kur’anda ilk harf olan B’ yi son harf olan S ile birleştirerek “bes” yani “yeter” demişlerdir. Kur’an; ilim, hikmet, envar, esrar, marifet arayanlara yeter mi yeter!

1 Zemahşerî, en büyük tefsir âlimlerindendir. 1075- 1144 tarihleri arasında yaşamıştır. Mekke’de uzun süre ikamet ettiği için kendisine Cârullah lakabı verilmiştir. En meşhur eseri, Keşşaf tefsiridir. Sekkâkî, tanınmış Arab dili ve belâğatçisi, 1131’de Harezm’de doğdu, 1229 yılında vefat etti. Abdülkahir-i Cürcani, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulup geliştiği bir dönemde yaşamıştır. Nahiv (Arab Grameri) alanındaki otoritesinden dolayı “İmamü’n-nühat” olarak yâd edilir. 1079’da vefat etmiştir.

2 Bakara, 21

3 Nursi, İşaratu’l- İ’caz, s.217

4 “Aslan güçlüdür” gibi cümlelere Arapçada “isim cümlesi” denir. İsim cümlesi, mübteda ve haberden meydana gelir. Bu misalde “Aslan” mübteda, “güçlüdür” ise onun haberidir. Mantık ilminde böyle cümlelerin “mevzu ve mahmul”den meydana geldiğini görürüz. Burada, mevzu “Aslan” ve buna hamledilen özellik, onun güçlü olmasıdır. “Sebze ve meyve, çok ucuz” dediğimizde, bazı muhataplar itiraz edebilir. Ama “Adana’da sebze ve meyve, çok ucuz” dersek, itiraz kapısı kapanmış olur. “İnsan fayda ve zararını bilmiyor” dediğimizde bazı itirazlar gelebilir. Ama “gaflette olan insan fayda ve zararını bilmiyor” dersek, belli bir kayıtla kayıtlamış ve itiraz cihetini engellemiş oluruz. Âyetler bu nazarla incelendiğinde, çok hassas kayıtlarla kayıtlı olduğunu görürüz. Bu tarz kayıtlar, mesajını doğru verebilmenin en önemli esaslarıdır.

5 Mukadder suale cevap: Beliğ bir insan, konuşması esnasında muhatapların zihinlerinde oluşması mümkün soruları da nazara almalı ve onlara cevap olacak hususlara söz esnasında temas etmelidir. Mesela konuşmacı “muhtaçlara yardım edin” dedikten sonra, muhatapların zihninde oluşan “niçin?” sorusuna “çünkü…” diyerek devam ederse daha ikna edici ve daha etkili olur.

6 Nursi, İşaratu’l- İ’caz, s. 217

7 Bakara, 173

8 Mecelle, 21. Madde

9 Mecelle, 22. Madde

10 İbrahim 34 ve Nahl 18.

11 Muhammed Mustafa Aydın, el-Esmaü’l- Hüsna ve Münesebetuha li’l- Âyât, Ümmü’l-Kura Üniversitesi, Mekke, 1989. s. 350

12 Kevser, 1-3

13 Mâ’ûn, 1-7

14 Kâfirun, 1-2.

15 Bu kısım için bkz. Râzi, XXXII, 118-121. Ayrıca bkz. Mehmet Emin Yurt, Fahruddîn Er-Râzî’nin Tefsîri’nde İ‘câzu’l-Kur’ân, basılmamış doktora tezi. s. 229-240

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir