Din ve Peygamber

İlâhî dinler, peygamber aracılığıyla insanlara ulaştırılmıştır. Peygamber, Hak’tan halka bir elçi durumundadır. Her insanın doğrudan Allah’a muhatap olamayacağı gerçeğinden hareketle, bazı seçkin insanların halk namına Hakk’a muhatap yapılması, İlâhî hikmetin bir gereğidir.

Peygamberlerin iki yönü vardır:

1-Beşeri yön.

2-Risalet yön.

Beşeri yönleriyle peygamberler de diğer insanlar gibidirler. Doğarlar, yaşarlar, ölürler. Hayatları boyunca onlar da acıkır, elem duyar veya sevinirler. Diğer insanlar gibi, onlar da yerler içerler, çarşılarda gezerler. Onların bu yönleri, diğer insanlara örnek olmaları içindir. Yani yemeyen, içmeyen, çarşılarda gezmeyen bir peygamber, halka örnek olamaz. Peygamber, yemesiyle içmesiyle ümmetine yeme ve içmenin adaplarını öğretir. Çarşılarda gezmesiyle, onlara ticaret ve alışverişin esaslarını gösterir. Bu hakikati bilmeyen insanlar, “bu nasıl peygamber? Yemek yiyor, çarşılarda geziyor…” diyerek inkâr cihetine gitmişler, şayet illa peygamber olacaksa, bir meleğin peygamber gelmesini istemişlerdir. Hâlbuki yeryüzünde yaşayanlar melekler değil insanlar olduğuna göre, elbette gönderilecek peygamberler insan cinsinden olacaktır.1

Risalet yönüyle ise, peygamberler diğer insanlardan farklılık arz ederler. Onların görmediklerini görür, duymadıklarını duyarlar, gayb âlemiyle yakın temas halinde olurlar. Mesela onlara gelen vahiy, diğer insanlar için gayb hükmündedir.

“Biz elçilerimizi apaçık delillerle gönderdik ve insanların adaletle hareket etmeleri için beraberlerinde kitap ve mizan indirdik.”2 ayeti, peygamberlerin gönderiliş hikmetlerinden mühim birini beyan eder. O da, insanlar arasında adaletin gerçekleşmesidir.

Malumdur ki, ölçü ve tartıda belli bir standart üzerinde ittifak olmazsa, insanlar arasında bir kaos yaşanır. Birisinin “bir metre” dediğine bir başkası “on metre” diyebilir. Birisinin “on kilo” kabul ettiğini, bir başkası “bir kilo” kabul edebilir. İşte, her Peygamber belli bir “mizan” ile gönderilmiştir. Bu mizan, diğer insanlara ölçü olacak, her şey bu mizana göre ölçülecek, tartılacaktır. Böyle bir mizanın olmadığı yerde, gerçek manada adaletten bahsetmek mümkün değildir. Sözgelimi, hırsızlık bütün semavi dinlerde yasaklanmıştır. Bu ölçü esas alınmadığında, bazı insanlar hırsızlığı uyanıklık olarak görebilirler.

Keza, yalan söylemek, hem fıtrata, hem dine muhalif çirkin bir olaydır. Fakat bu mizanı kabul etmeyenler yanında, yalancılık bir san’at, hatta maharet olarak değerlendirilebilir.

Peygamberler, beşerin tehlikeler ve karanlıklarla dolu uzun yolculuğunda birer yol gösterici ve hidayet meş’alesidirler. Bu yol göstericilere iltifat etmeyen, bu meş’aleden, nur almayanlar dalalet vadilerinde kaybolmaya, karanlıklar içinde kalmaya mahkûmdurlar.

Kur’an-ı Kerim şu esası getirir:

“Peygambere itaat, Allah’a itaattir.”3

Ancak bu itaat, körü körüne değil, basiretle olmalıdır. Cenab-ı Hak Peygamberine şu talimatı verir:

“De ki: işte bu benim yolum. Basiret üzere Allah’a davet ediyorum…”4

Peygamber yolu, insanı keşmekeşten kurtarır, “hangi yoldan gideyim” şeklindeki tereddütlere son verir. Gerçek manada yol, tek yoldur. Bu yol Allah’a götürür. Başka yollar ise, insanı yoldan çıkarır, dalalete sevk eder.

1 Bkz. İsra, 94-95

2 Hadid, 25

3 Nisa, 80

4 Yusuf, 108

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir