Din ve mabet

Hemen her dinde, ibadet edilen yerler vardır. O dinin mensupları buralarda toplanır ve ibadetlerini yaparlar. İslâm ise, yeryüzünü bütünüyle bir mescit olarak görür. Namaz vakti geldiğinde, temiz olmak şartıyla, yeryüzünün herhangi bir yerinde namaz kılınabilir.1

Genel manada, koca yeryüzü büyük bir mabet olmakla beraber, hususi ibadet yerleri de vardır. Camiler ve mescitler, ibadetlerin topluca yapıldığı yerlerdir.

Firavun’un despot idaresi altındaki insanlara Allah’ın dinini ulaştırmaya çalışan Hz. Musa ve Harun’a, Cenab-ı Hak şu talimatı verir:

“Kavminiz için Mısır’da bir takım evler hazırlayın ve evlerinizi kıble/merkez yapın, namazı kılın. Müminleri müjdele!”2

Bu talimatta, mescit merkezli bir teşkilatlanmaya işaret vardır. O günün ehl-i imanı, o zor şartlar altında böyle evlerde bir araya gelecek, birbirleriyle görüşüp tanışacaklar, dertlerini paylaşacaklar, beraber ibadet edecekler ve kuvvetleneceklerdir. Bu tür faaliyeti, bir nevi “seracılık” olarak görebiliriz. Katı bir despotizm uygulanan iklimlerde, ancak bu tür seracılık faaliyetleriyle başarı sağlanabilir.

Hz. Peygamberin Mekke döneminde Erkam’ın evini böyle bir merkez yapması, benzeri bir seracılık uygulamasıdır. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret sonrasında ise, müstakil bir mescidi faaliyet merkezi olarak seçer. Mescid-i Nebevi, o günün Müslümanlarının

-hem namaz kıldıkları ma’bed,

-hem toplandıkları bir salon,

-hem ders aldıkları bir medresedir.

Hz. Peygamberin bu uygulaması, ilk İslâm üniversitelerinden Camiül-Ezher ve emsaline modellik teşkil etmiştir. İslâm âlemi uzun asırlar boyu böyle merkezî mescitlerde eğitim görmüş, buralarda halka açık ders halkaları meydana getirilmiştir. Avrupa’nın belli başlı köklü üniversiteleri, İslâm âlemindeki mabet merkezli eğitim sistemini esas almışlar, ancak cami’nin yerine kilise koymuşlardır.

Günümüzde ise, camiler ve mescitler genelde mabet olarak kullanılır. Ülkemizde, özellikle yaz tatillerinde camilerin Kur’an eğitimi için kullanıldıkları görülse de, burada verilen eğitim yeterli değildir. Gönüllü kuruluşların, bu tür hizmetleri daha seviyeli ve daha cazip bir şekilde yürütmeye başlamaları ise, sevindirici bir gelişmedir.

Camiler ve mescitler, aynı zamanda halka hitap edilen birer irşat yeridir. Cum’a namazında okunan hutbede orada toplanan cemaate dinin bir takım meseleleri anlatıldığı gibi, gerek Cum’a namazı öncesi ve gerekse belli programlar çerçevesinde gerçekleştirilen vaazlarda, dinin hakikatleri tebliğe çalışılır.

Halka açık bir üniversite şeklinde mütalaa edebileceğimiz camilerde, bu tür faaliyetlerin daha ciddi ve daha cazip bir şekilde yapılması lüzumuna inanıyoruz. Özellikle uzun kış geceleri, böyle bir eğitim için son derece müsaittir. Dini iyi bilen, günümüz fen ve ilimleriyle mücehhez, ufku açık, hikmet sahibi değerli vaizler ve din bilginleri bu görevi ifa edecek, halkın ilim ve dinî bilgi seviyesini yükselteceklerdir kanaatindeyiz. Bu tür faaliyetler için Diyanet İşleri Başkanlığı, üniversitelerimizin İlâhiyat Fakültelerindeki öğretim üyelerinden ve diğer fakültelerdeki dini iyi bilen muhterem zatlardan istifade edebilir ve etmelidir de. Söz gelimi, dindar bir doktor, İslâm’ın tıbla ilgili esaslarını ifadede, bir hocadan çok daha etkili olabilir. Dindar bir fizikçi, Kur’an’ın fizikî sırlarını bir müftüden çok daha güzel anlatabilir.

“Din ve mabet” konusunu, bir hususa daha dikkat çekerek noktalamak istiyoruz. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğulları! Her mescit yanında zinetinizi tutunuz!”3

Bu ayet, namazda setr-i avrete riayet, safların intizamı, mescide giriş çıkış, oturuş ve duruşta edep ve hayâ, vakar ve sekinet lüzumunu bildirdiği gibi, şöyle ince bir manaya da işaret eder:

Bir İslâm beldesinin estetik açısından tanzim ve teşkilinde, mescid ve mescid civarları en güzel mevkileri ve zinet merkezi noktaları yapılmalıdır.4

Nitekim ecdadımız, camileri külliye şeklinde inşa etmiş ve buraların çevre düzenlemesi gayet zarif bir şekilde yapılmıştır. Sultan Ahmet, Süleymaniye, Fatih gibi camileri görüp te, bu camilerin ve çevrelerinin zarafetine hayran kalmamak mümkün değildir.

1 Darimi, Siyer, 28

2 Yunus, 87

3 A’raf, 31

4 Bkz. Yazır, III, 2152- 2153

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir