Kelimeler ya gerçekten vaz’olundukları anlamda veya vaz’olundukları mana dışında kullanılırlar. Birincisine “hakikat”, ikincisine “mecaz” adı verilir.1 Mesela, “bülbül” kelimesini kuş için kullandığımızda “hakikat”, güzel sesli biri hakkında kullandığımızda “mecaz”dır.
İşte istiare, “alakası teşbih olan mecaz” şeklinde tarif edilir.2 Mecaz istiareye göre daha geniş kapsamlıdır. Her istiare mecazdır, fakat her mecaz istiare değildir.3 Benzeri bir cümleyi teşbih ve istiare ilişkisi açısından söylemek mümkündür: Her istiare teşbihtir, fakat her teşbih istiare değildir.4 Banarlı’nın ifadesiyle istiare, teşbihin en kısa, en güzel şeklidir.5
İstiare kelimesi etimolojik olarak birinden iğreti bir şey isteyip almayı bildirir. Mesela, “Gece siyah bir yarasa gibi uçtu” ve “Karşımızda muazzam bir sonsuzluk çölü uzanıp gidiyordu”6 cümlelerine bakalım. Birinci cümlede gece siyah bir yarasaya benzetilmiş ve uçurulmuştur. İkinci cümlede ise çölün bitmez tükenmez enginliği, ona sonsuzluk verilerek anlatılmıştır.
Bir de Mehmed Akif’in şu ifadelerine bakalım:
“Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa…”7
Burada düşman kalabalığı önce mahşere benzetilmiş, sonra da “kudursa, çıldırsa…” ifadeleriyle o mahşeri kalabalık bir köpeğe teşbih edilmiştir. Burada “mahşer, kudursa, çıldırsa” kelimeleri ödünç olarak gerçek anlamları dışında kullanılmışlardır.
Yahya Kemal “Sessiz Gemi” isimli şiirinde bir cenaze manzarasını anlatır:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.”8
Şiirde tabut bir gemiye, ölüm de seyahate benzetilir. Bu gemiyle yapılan seyahat manzarası, bir cenaze alayının temsilidir. Benzetilen (gemi) söylenmiştir, ama özellikler hep bir ölünün ardında kalanların davranışlarını yansıtır. 9
İstiarede şu üç özellik görülür:
1-İstiare bir mecazdır.
2-İstiarede gerçek anlamda kullanılmadığına delalet eden bir “karine-i mânia” vardır.
3-İstiarede teşbih amacı söz konusudur.10
İstiarenin lafzı müfret ise müfret istiare, terkip halinde ise mürekkep istiare olur. Mürekkep istiare aynı zamanda temsili istiare olarak değerlendirilir. Müfret istiare, mekni ve musarrah yani kapalı ve açık olmak üzere ikiye ayrılır. Musarrah istiare ise, ya asli veya tebei’dir.
Bunların dışında istiare türleri de vardır. Mesela, cimri kişiye “Hatem” denilmesi tehekkümi bir istiaredir.11 “Ölümün tırnakları falana saplandı” tarzında hayalin meydana getirdiği istiare tahyili’dir.12 “Kahvehanede bir aslan gördüm” şeklindeki bir ifade mutlak, “Kahvehanede silahlı bir aslan gördüm” şeklindeki bir ifade mücerred istiaredir. “Derin bir deniz ile tartıştım” şeklindeki istiare ise müraşşah olarak isimlendirilir. Burada, tartışılan kişi önce denize benzetilmiş, ardından “derin” kelimesi denizin bir sıfatı olarak kullanılmıştır. 13
Teşbih ve istiare bazen birbiriyle karıştırılır. Benzetme edatı zikredildiğinde teşbih olduğu aşikârdır. Eğer hazfedilip, müşebbeh zikredilirse teşbih-i beliğ, zikredilmezse istiaredir.14 Mesela, “Ali, aslandır” ifadesi beliğ bir teşbihtir. “Aslan geldi” ifadesi ise, istiaredir.
İstiare, Abdülkahir Cürcani’nin dediği gibi, cansızı canlı, dilsizi fasih, konuşmayan varlıkları beyan sahibi, gizli manaları aşikâr yapar.15
Kelimelerde İstiare
Bazı manaları istiare ile anlatmak, anlatıma bir letafet, bir tatlılık verir. Muhatabın fikir ve hayalini harekete geçirir. “Bu at çok sür’atli” yerine “bu at uçuyor” demek çok daha etkilidir. Burada kelama istiare manası kazandıran “uçuyor” kelimesidir.16
“Bu kitap otuz yılda bestelendi” ifadesi “otuz yılda yazıldı” demekten çok daha engin manalar ifade eder. Bu engin manalara bizi kanatlandıran, cümledeki “bestelendi” kelimesidir.
“Bizim oğlan zekâ tarlasını nadasa bırakmış” cümlesi zekâ kapasitesinin kullanılmamasını latif bir şekilde anlatır. Bu letafeti kazandıran “zekâ tarlası” istiaresidir.
“Dünya yeni bir oluşum içinde. Her şey sür’atle değişiyor” demek yerine “dünyada değişim rüzgârları esiyor” demek daha beliğdir.
“Enflasyon canavarı”, “Trafik canavarı” şeklindeki istiareler, artık günlük hayatımızın bir parçası durumuna gelmiştir.
Süratle yükselen tüketim malları fiyatlarından bahsederken “fiyatlar çıldırdı” demek, durumun vehametini çok daha etkin bir şekilde anlatır.
İbnü’l Esîr, sahabeyi anlatan eserine “Üsüdü’-l Ğâbe: Ormanın Arslanları” adını vermiştir. Böyle bir isim, muhatabı engin ufuklara sevketmektedir.
“Masanın bacağı”, “dağın eteği” gibi deyimlerde de istiare vardır. Fakat bu tür kullanım artık dilin tabii bir parçası haline gelmiştir.
Şu deyimleri de de misal olarak zikredebiliriz: “Kelime hazinesi”, “inci dişler”, “fildişi boyunlar”, “tel tel altın saçlar.”17
Manayı bir takım deyimlerle anlatmak söze letafet kazandırır. “Deyimsiz bir anlatımın tuzsuz baharatsız bir yemekten farkı yoktur. İkisi de yavan ve tatsızdır.”18
Sosyal hayatta karşılaştığımız bazı istiarelere bu atf-ı nazardan sonra, Kur’ân ayetlerinden bazı misallerle konuyu açmak istiyoruz:
1-Tek Başına Bir Ümmet
“Muhakkak ki İbrahim bir ümmet idi.”19
Ayet, bir fert olan Hz. İbrahimi “bir ümmet” olarak vasıflandırmakta. Ayetin açıklamasında başlıca iki yorum karşımıza çıkar:
– “Ben seni insanlara imam (önder) yapacağım”20 ayetinin bildirdiği üzere, insanlara rehber olması.
– Bütün hayır sıfatlarında kemâlde olması, diğer insanlarda bütünden birer parça olarak görülen güzellikleri kendinde toplaması cihetiyle tek başına bir ümmet gibi olması. Çünkü “bütün âlemi bir fertte toplamak, Allah’ın kudretine hiç de zor değildir.”21
2-Kalb-i Selim Hediyesi
“O Rabbine selim bir kalp ile geldi.”22
Hz. İbrahim’den bahseden bu ayet, O’nun mümtaz bir yönüne dikkat çeker: O Rabbine selim bir kalp götürür. Bu ifade, sultanın huzuruna kıymettar bir hediyeyle varan ve hediyesi kabul edilen kimsenin durumunu tasvir etmektedir.23
Kur’ân-ı Kerim’de selim kalpten bahseden iki ayet vardır.24 Her iki ayetin de Hz. İbrahim’le ilgili oluşu, gerçekten manidardır.
3-Efendisinden Kaçan Köle
“Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerden idi. Hani O, kaçıp yüklü gemiye binmişti…!”25
Ayetler Hz. Yunus’un hayatının mühim bir olayından bahsetmekte. Otuz üç yıl Ninova’da kavmine tebliğde bulunan Hz. Yunus, onların dinlememesi üzerine, Allahtan henüz izin gelmeden bir gemiye biner, şehri terkeder. Ayette bu terkediş, (ebeqa) ile ifade edilmiştir. Bu ise, kölenin efendiden kaçmasını anlatmaktadır.26
4-Susan Öfke
“Vakta ki, Musa’dan gazap sustu…”27
Tur’dan dönen Hz. Musa, kavmini bir buzağı heykeline tapıyor görünce, son derece öfkelenir, celâllenir. Halef olarak bıraktığı kardeşi Harun’un başından, sakalından tutup çekmeye başlar. Onun mazeret bildiren ifadelerini duyunca sükûnet bulur. Üstteki ayet, ondaki gazabın susmasından bahsetmekle, gazabı bir şahıs olarak tasvir etmektedir. Sanki gazap Musa’nın içinde müstakil bir fert olarak O’nu yönlendirmekte, “Kavmine şöyle de! Tevrat levhalarını yere at! Kardeşinin başından tut, kendine çek!” demekte, bağırıp çağırmakta, emirler vermektedir.28
Muaviye Bin Gurre, öfkenin susmasını anlatan (sekete) kelimesini, (sekene) şeklinde okumuştur. Onun bu kıraatinde, diğerindeki hareketliliği, parlaklığı görmek mümkün değildir.29 “Sekene” kelimesi, sükûnet bildirir, öfkenin yatışmasını anlatır. “Sekete” kelimesi ise, “sustu” anlamında olup, o ana kadar çok şeyler söylediğini çağrıştırır.
5-Şaşkın Seyyahlar
“Görmez misin onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.”30
Ayet, imandan ve salih amelden mahrum bir kısım şairlerin perişan hallerini bildirir. “Her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar” ifadesi, bunların hidayet yollarından sapmalarını, medih ve hicivde aşırılıklarını sahrada yolunu kaybedip de nereye gittiklerini bilmeyen kimselere benzetmektedir.31 Zemahşeri’nin yorumuyla, “bunlar her alanda konuşurlar, Sözde aşırılıktan, haddi tecavüzden kaçınmazlar. Öyle ki, en korkak insanı Antere’ye, en cimri kişiyi Hatem’e tercih ederler. Temiz kişiye iftiradan, müttakiyi fasık göstermekten geri kalmazlar”32
Râzî, ayetin ifadelerinin “ben bir vadide sen bir vadide” deyişimiz misali, onların muhtelif yollarda olduklarını beyan ettiğini söyler. Çünkü şairler, bakarsın bir şeyi zem’den sonra medhe başlarlar veya medihten zemme geçerler. Bazen de birini tahkir ederler, sonra tazim gösterirler veya tazim ettiklerini bir başka sefer tahkir ederler.33
6-Dinden Pay
“İşlerini aralarında pay ettiler.”34
Ayet, insanların dinden nasiplerini anlatır. Ayet metnindeki (tekattau) ifadesi, bir bütünü parçalara, hisselere bölen bir topluluğu hayale getirmekte. Âdeta “bu bunun payı, bu şunun payı” demekteler.35 Bu ifade, insanların dinde ihtilaflarını ve fırka fırka oluşlarını temsil etmektedir.36 Nitekim Hz. Peygamber insanlarda görülen bu ihtilafa şöyle dikkat çeker:
“Yahudiler 71 fırkaya bölündü, Hristiyanlar 72… Benim ümmetim ise 73 fırkaya bölünecek…”37
Yani, bütün dinlerde ihtilaf tarihî bir realitedir. Hemen her dinde pek çok fırka, hizip ortaya çıkmıştır. Bunlar aynı dine mensup kişiler olmakla beraber her birinin dini algılayışları farklı farklı olmuştur.
7-Kader Kuşu
“Her insanın ‘tair’ini kendi boynuna taktık…”38
Her insanın mukadderatı kendi çalışmasına bağlıdır. Yani her insan yaptığı ile kendini bağlamış, sorumluluk altına girmiştir.
Türkçe mealini vermekte zorlandığımız ve başkalarının da zorlandıklarını gördüğümüz bu ayet, insanın baht ve kaderinden, talep ve amelinden bahseder. İstiare olarak kullanılan “tair” (kuş) kelimesinin ayette kullanımını anlamak için, o devirdeki Arapların kuşa bakışlarını bilmek gerekir. Araplar herhangi bir işe girişecekleri zaman, “bu işin sonu hayır mı olacak, yoksa şer mi” sorusuna kuşların durumundan cevap ararlardı. Kuş kendisi mi havalanıyor, yoksa bir başkasının kışkırtmasıyla mı? Uçtuğunda sağa sola yahut yukarıya mı gittiğine dikkat ederler, bunlarla o işin hayır veya şer, uğurlu veya uğursuz olduğuna istidlalde bulunurlardı. Bu hal onlarda sıkça olduğundan hayır ve şer, bir şeyin lazımıyla tesmiyesi kabilinden “tair” ile isimlendirildi.39
Veya ayet farsça “baht” denilen o kişinin kaderden payını anlatmaktadır. Allah insanları yaratıp her birine belli bir miktar akıl, ilim, ömür, rızık, saadet, şekavet vermiştir. İnsanın bu miktarı aşması ve ondan inhiraf etmesi mümkün değildir. Buna göre, sanki bu mukadderat (takdir olunan şeyler), o insana doğru kader canibinden kuş misali uçmaktadır.40
8-Yüksekten Düşenler
“Benim kime gazabım inerse, o uçuruma gider.”41
İsrailoğullarına müteveccih bu ilahî beyanda “uçuruma gider” manası, ayette “hevâ” kelimesi ile ifade edilmiştir. Bu ifade “helak olur” manasını tazammun eder. Ancak bu helak oluş, dağ gibi yüksek bir yerden düşüp perişan olmak tarzındadır.42
9-Alevlenen Saç
“Ya Rabbi dedi, İşte ben… Artık kemik gevşedi benden. Baş bembeyaz alev aldı…”43
Ayet, Hz. Zekeriya’nın Cenab-ı Hakk’a hazin yalvarışından bir parçadır. “Baş bembeyaz alev aldı” kısmı bir istiaredir. Bu ifadede, ihtiyarlık dolayısıyla saçındaki beyazın her tarafa ilerleyişi, ateşin intişarıyla anlatılmıştır.44
Verilen bu misallerin bizdeki tesirinden öyle anlaşılıyor ki, istiare yoluyla kullanılan bir kelime muhatabın zihnini harekete geçirmekte, hayalini kanatlandırmakta, onu bambaşka ufuklara götürmektedir.
1 Cevdet Paşa, s. 26-27; Abdulkerim Zeydan, el – Veciz, Mektebetu’l-İslâmî, İst. 1979, s. 279- 282; Ali Nihat Tarlan, Edebi Sanatlara Dair, İnkılap Kitabevi İst. 1993, s. 11; Nihat Sami Banarlı, Edebi Bilgiler, Remzi Kitabevi İst. 1948, s. 97
2 Bkz. Kazvînî, s. 124; Haşimi, 303-304; Mevlevi, s. 71; Muhammed Rıfat, Mecamiu’l – Edeb, ts. s. 284; Halid Abdurrahman Ak, Usulü’t – Tefsir ve Kavaiduhu, Daru’n – Nefais, Dımeşk, s. 277; Şahiner, s. 49-50
3 A. Kahir Cürcani, Delailu’l- İ’caz, s. 356
4 Ak, s. 279; Ebu Zehra, s. 257
5 Banarlı, s. 99
6 R.Wellek ve A. Warren, Edebiyat Biliminin Temelleri, Ter. Edip Uysal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1983, s. 251
7 Mehmed Akif Ersoy, Safahat, İnkılap ve Aka Yay. İst. 1984, s. 352
8 Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, s. 89
9 İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebi Sanatlar, MEB. Yay. İst. 1992, s. 71
10 Bkz. Numan Külekçi, Edebi San’atlar, Akçağ Yay. İst. 1995, s.53-54
11 Hatem-i Tai, Araplar arasında cömertliğiyle dillere destan biridir. Cimri biri hakkında “zamanımızın Hatem’i” denilse, onunla dalga geçilmiş olur.
12 İlyada da yirmi yedi defa tekrarlanan “Gül rengi parmakları olan şafak” deyimi güzel bir tahyili istiaredir. bkz. Wellek, s. 264
13 Cevdet Paşa, s. 134-138. Ayrıca bkz. Bolelli, s. 103-111
14 Bedreddin Zerkeşi, el – Burhan fi Ulûmi’l- Kur’ân, el-Mektebetu’l – Asriyye, Beyrut, ts. III, 434; Cevdet Paşa, s. 121
15 Abdülkahir Cürcani, Esraru’l Belağa, Tashih ve ta’lik: M. Reşid Rıza, Daru’l- Matbaatu’l – Arabiye, s. 33
16 Cevdet Paşa, s. 135
17 Wellek, s. 263- 264
18 Hüseyin Adıgüzel, Deyim Hazinemiz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İst. 1990, s. 5
19 Nahl, 120
20 Bakara, 124
21 Bkz. Zemahşeri, II, 434; Râzî, XX, 134; Cemaleddin Kasımî, Mehasinu’t – Te’vil (Tefsiru’l- Kasımi), Daru İhyai’l – Kütübi’l- Arabiye, 1957, X, 3874; Sabunî, II, 149
22 Saffat, 84
23 Ebussuud, VII, 197; Ebu’l-Fadl Alûsî, Ruhu’l – Meani, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1985, XXIII, 100; Sabunî, III, 41
24 Şuara, 89; Saffat, 84
25 Saffat, 139-140
26 Bkz. Zemahşeri, III, 353; Alûsî, XXIII, 143; İbn Manzur, Lisanu’l – Arab, Daru Sadır, Beyrut, X, 3; Sabunî, III, 47
27 A’raf, 154
28 Zemahşeri, II, 120; Râzî, XV, 14; Alûsî, IX, 71; Sabunî, I, 480
29 Zemahşeri, II, 120
30 Şuara, 225
31 Sabunî, II, 398-399
32 Zemahşeri, III, 133
33 Râzî, XXIV, 175
34 Enbiya, 93
35 Zemahşeri, II, 583; Râzî, XXII, 219; Sabunî, II, 278
36 Râzî, XXII, 219
37 Ebu İsa Muhammed Tirmizi, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1981, İman,18; İbn Mace, Fiten, 17; Ebu Davud, Sünne, 1
38 İsra, 13
39 Râzî, XX, 167; Alûsî, XV, 31; Sabunî, II, 156
40 Râzî, XX, 167
41 Taha, 81
42 Zemahşeri, II, 548; Râzî, XXII, 96; Alûsî, XVI, 240; Sabunî, II, 246
43 Meryem,4
44 A. Kahir Cürcani, Delailu’l – İ’caz, s. 80; Zemahşeri, II, 502; Râzî, XXI, 181; Kurtubi, XI, 52-53; Ebussuud, V, 253; Ebu’l- Hasen Ali Bin İsa Rummani, en – Nüket fi İ’cazi’l – Kur’ân, (Sülüsü’r- Resail fi İ’cazi’l – Kur’ân kitabı içinde) Daru’l- Mearif, Mısır 1968, s. 88