Görülen âlem nasıl bir gerçekse,
görülmeyen âlem de öyle bir gerçektir.
Günümüzün en tartışmalı konularından biri gayb meselesidir. Bazıları âlemi ve eşyayı sadece görünenlerden ibaret zanneder; Allahı, melekleri, ahireti… inkâr eder. Bazıları mensup olduğu şeyhi “gaybın bütün sırlarına vâkıf” zanneder. Bazıları ise Hz. Peygamberi bile gayb bilgisinden mahrum zannedip “benim peygamberim gaybı bilmez!” der…
Görünmezliğin, bilinmezliğin ifadesi olan “gayb”, her devirde insanı meşgul etmiştir. Her şeyi görebildiklerinden ibaret sanan ve akıllarının eremediğini inkâr edenler “Gayb” konusunda kaybolup gitmişlerdir. İnsanlığın düşünce tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Hâlbuki insan her taraftan “gayblarla” çevrilidir. Dünyaya gelmeden önce “gayb âleminde” idik. Ölünce yine “gayb âlemine” gideceğiz. Cesedimiz şehâdet âleminden iken, ruhumuz gayb âleminden. Ruha takılan sevgi, korku, merak, sezgi ve benzeri duygular asla maddenin özelliğini taşımayan hususlardır.
Küçük bir âlem olan insanda şehâdet ve gayb bu şekilde birleştiği gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi şehâdet ve gayb beraberce yer almıştır. Gözle görmediğimiz melekler ve cinler bu gayb âleminin sakinlerindendir.
İnsan ve diğer varlıklar gaybdan şehâdete, şehâdetten gayba daimî bir akış içindedir. Şehâdet âleminde gördüğümüz varlıklar gaybtan bu âleme gelirler, şehadette bir miktar kalırlar, sonra yine gayba dökülürler. Zaman nehrinde gerçekleşen bu akışta, bu dökülüşte insanın ağzından dökülen kelimeler gibi bir mana akışı söz konusudur. Kur’an-ı Kerim, varlıkların dilini bize tercüme eder. Bu seslerin birer “tesbih” sesi olduğunu haber verir. Yani, bütün varlıklar başıboş olmayıp Allah’ı tesbih etmektedir.
İşte, mücerret akılla farkına varılmayan bu durum, şehâdet âlemindeki varlıkların gaybî yönleridir. Gayptan gelen ve gaybın sırlarını söyleyen Kur’an’a kulak vermeyenler bu sesleri anlayamamışlar, yaratılışın muammasını çözememişler, kâinattaki bu akışa bir anlam verememişlerdir.
Kâinat kitabının fennî sırları, onun bir başka gayb boyutunu teşkil eder. Bilim adamları, bu sırların araştırıcısı durumundadır. Zaman zaman gelen “gaybî yardımlarla” kâinatın sırlarına ermemize yardımcı olurlar. Bu gaybî yardım ya rüyada kendisine açılan bir sır veya aniden zihninde çakan bir ilham şimşeği olabilir.
Bu ilham şimşeği şüphesiz sadece bilim adamlarına mahsus bir keyfiyet değildir. Şairler, sanatkârlar da ara sıra böylesi bir ilhama mazhar olurlar. Ayrıca hemen her insan hayatın akış seyri içinde az veya çok “teselli edici, yönlendirici veya gelecekten haber verici” ilâhî menşeli gaybî yardımlarla teyit edilir. Bunun hemen herkes tarafından tecrübeyle bilinen bir örneği sadık rüyalarda tecelli eder. Sadık rüyalar, gayba açılmış bir pencere durumundadır. Eğer bu pencere olmasaydı peygamberin mazhar olduğu vahyi ve velînin mazhar olduğu ilhamı anlamamız çok zor olacaktı.
Şehâdet âleminde yaşayan insanlardan bazı seçkin fertlere, gaybtan ilâhî mesajlar gelmiştir. Hz. Muhammed (asm), bu ilâhî mesajın son muhatabıdır. Kur’an ise, yüce Allah’ın en son evrensel mesajıdır. Gaybdan gönderilen Kur’an gaybî sırlarla doludur. Âlemin ve insanın yaratılış keyfiyeti, geçmiş milletlerin kıssaları, insanın ve âlemin gelecekteki halleri bu gaybî sırlardan bazılarıdır. Ayrıca, Kur’an’ın ileride meydana gelecek birtakım olayları söylemesi ve zamanı gelince bunların çıkması inkâr edilemez tarîhî bir realitedir. Kur’an’ın bu tür gaybî haberlerinin yanında, hepsinden de mühimi Allah’ı, melekleri, ahireti bize tanıtmasıdır. Çünkü bunlar mücerret akılla sırrına erebileceğimiz konular değildir.
Hz. Peygamber ve her peygamber, kendilerine gelen vahiy ve ilham sayesinde gayb konusunda başka insanlara göre daha avantajlı bir konumdadır. Onlar bir beşer olarak elbette gaybı bilmezler, ama kendilerine gelen ilahi vahiy ve ilhamla kendilerine bildirildiği ölçüde gayba muhatap olurlar ve izin verildiği ölçüde bunları haber verirler. Hz. İsa’nın kendinden altı yüzyıl sonra gelecek peygamberi haber vermesi, Peygamber Efendimizin âdeta bu günleri görürcesine kıyamet alametlerini anlatması bu hakikatin gayet açık birer delilidir.
İşte biz bu çalışmamızda, Kur’an ayetlerinin rehberliğinde gayb âleminin sırlarını yakalamaya çalıştık. İnsan ve âlemin gaybî boyutuna dikkat çektik. İnsanlara gelen İlahî menşeli gaybî mesajlara örnekler verdik. Peygamberlerin ve peygamber dışındaki insanların gayba nüfuz durumlarını ele aldık. Önemine binaen “vahiy olayını” “gayb bilgisi” açısından enine boyuna ele almakta fayda gördük. Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin gaybî haberlerini bir sistem çerçevesinde sunmaya çalıştık.
Çalışmamızın son kısmında gaybî konulara hayli yer vermesi sebebiyle Risale-i Nur tefsirini “gayb bilgisi” çerçevesinde bir bütün olarak inceledik, tesbit edebildiğimiz gaybî sırları okuyucuyla paylaştık. Bu tefsirin gayb konusunda tatmin edici boyutta bilgilerle dolu olduğunu görmelerine yardımcı olduk, bir nevi farkındalık meydana getirdik.
Konuyu ele alırken kullandığımız ifadelerin gaybdan şehâdete bir akışın ve şehâdetten gayba bir bakışın tercümanı olmasına, “racmen bilgayb” olmamasına özen gösterdik.
Bu çalışmamızda elbette bütün gaybî sırları ortaya koyamadık, ama zannederiz bu sahada önemli bir adım attık. Konuyu, daha ehil zâtların daha mükemmel düzeyde ele alacaklarına inanıyoruz. Bu çalışma, onlara bir kıvılcım olabilirse, hedefine varmış olacaktır.
Sözün burasında, böyle bir konuyu araştırmama vesile olan ve çalışmalarımda bana yol gösteren muhterem Prof. Dr. Sadık Kılıç hocama ve emeği geçen herkese samimi teşekkürlerimi arzetmeyi bir borç bilirim.
Şadi EREN
