İnsan grupları

İnsanın yeryüzünde hayatı Hz. Âdem ve Hz. Havva ile başlar. Zamanla bunların çocukları, torunları olur. “İnsanlar bir tek ümmet idi…”1 ayetinde belirtildiği gibi, başlangıçta insanoğlu tek bir grup halindedir, tevhid inancına bağlı, ihtilaflardan uzak bir halde yaşamaktadır. Ancak zamanla ihtilaf baş gösterir.

İlk ciddi problem, Âdem’in iki oğlu arasında cereyan eder. Bunlardan Hâbil masum, Kâbil ise zalimdir, gözünü hırs bürümüştür. Öyle ki, kardeşini öldürmekten bile çekinmez.2 Bu, yeryüzünde akan ilk kandır. Fakat bu kan gittikçe artacak, zamanla her tarafı kaplayacaktır.

Âdem’in iki oğlunu, Âdemoğullarında ortaya çıkan iki grubun temsilcisi olarak görebiliriz. Bu iki grup zamanla, “işte bunlar Rab’leri hakkında birbirleriyle çekişen iki hasım”3 ayetinde ifade edilen ehl- i iman ve ehl- i küfür grupları halini almıştır.

Ehl- i iman ve ehl- i küfür, insanlık ağacının iki dalıdır ve her iki dalın münasip meyveleri vardır. Bu ağacın iman dalında başta peygamberler olmak üzere, sıddıklar, şehitler, salihler yer alır. Küfür dalında ise, Nemrutlar, Firavunlar, zalimler… bulunur. Her iki dal, kıyamete kadar kendine uygun meyve vermeye devam edecektir.

Bu iki grup arasında daima bir çekişme ve bir mücadele vardır. Mücadele noktasında baktığımızda bu iki grubu Kur’anî ifadeyle “hizbullah, hizbuşşşeytan” şeklinde değerlendirebiliriz.4 Yani Allah yolunda mücadele edenler ve şeytanın tarafında yer alanlar…

Bu iki grubun mücadelesi, hak ile batılın mücadelesidir. Bu mücadele, öz-köpük ayrışımını netice vermektedir. Şöyle ki:

Nasıl ki, gökten yağmur yağdığında vadiler su ile dolar. Bu arada suyun üzerinde bir köpük oluşur. Köpüğün su üzerinde olması, suyun hedefine akıp gitmesine bir zarar vermez.5 Ehl-i iman bir nehir gibi cennete akacak, ehl-i küfür ise bir köpük gibi sönüp kaybolacaktır. Onların dünyada zaman zaman galebeleri geçicidir. Kur’anın ifadesiyle “akıbet müttakilerindir.”6

Hamdi Yazır’ın dediği gibi, “hilkat mutlak bir ıstıfaya müteveccihtir.”7

Bu kanun insanlık âleminde de cereyan eder. Karışık madenler tarzında bulunan insanlar, meydana gelen olaylarla birbirinden ayrılır. Karbonun farklı iki allotropunu (dizilişini) meydana getiren elmas ve kömür, ateşe atıldıklarında birbirinden ayrışırlar. Kömür yanar, geriye sadece elmas kalır. Onun gibi, aynı mahiyete sahip insanlar, peygamberlerin gönderilmesiyle bir işleme tabi tutulur. Kimi iman eder, elmas gibi kıymet alır. Kimi de inkâr eder, kömür gibi yanar gider.

Şu İlâhî kelamda bu manalara dikkat çekildiğini görürüz:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Derken Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Ayrıca, ihtilaf ettikleri meselelerde insanlar arasında hükmetsin diye, onlarla beraber hak olarak kitap indirdi. Ama kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra onda (kitapta) ihtilafa düşenler, ancak aralarındaki (haset, rekabet gibi) ihtiraslar yüzünden ona muhatap olan kimseler oldu. Bunun üzerine Allah, iman edenleri ihtilaf ettikleri meselelerde kendi izniyle hakka sevketti…”8

İnsanlık âleminde görülen bu köklü ihtilaf, şüphesiz bir takım hikmetlere mebnidir. Yoksa “Rabbin dileseydi insanları bir tek ümmet kılardı”9 ayetinin bildirdiği gibi, insanlık âleminde böyle bir renklilik, böyle bir hareketlilik olmazdı. İnsanlar melekler gibi sabit bir makamda kalırlardı.

İnsanlık âlemindeki ihtilaflarla ilgili olarak bazı noktalara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:

1-İnsanın “yaratılanların en üstünü olması, “ahsen-i takvimde” yani en güzel kıvamda yaratılması,10 bir yönüyle bu ihtilaflarla ilgilidir. Zira insan sadece imana ve hayra kabiliyetli yaratılsaydı, mücadele olmazdı. Mücadele olmayınca da insanların farklı derecelerinden söz edilemezdi. Hâlbuki sabit dereceli melekler çoktur, bu noktada insana ihtiyaç yoktur.

2-İnsanların ihtilafları, yaratılışlarının bir gereğidir. Mahiyetinde şehvet, ğadap, akıl gibi kuvvetlere sahip olan insan, bunların kullanımında ifrat veya tefritten kendini zor kurtarır. Bunun sonucu olarak, gerçek diye hayale yapışır; “adalet yapıyorum” diyerek zulmeder; insanlığa hizmet adı altında nefsini tatmine çalışır.

3-Her insan hem mümin hem kâfir, hem iyi hem kötü, hem adil hem zalim, hem cömert hem cimri… olabilecek kabiliyet ve kapasitede yaratılmıştır. İnsanın mahiyeti iyilik ve kötülük tohumlarının beraberce bulunduğu münbit bir tarla gibidir. Her insan kendi mahiyet tarlasındaki bu tohumları sünbüllendirmesine göre bir hüküm alır, bir değer kazanır. Sözgelimi her insanda Firavun olabilecek bir kapasite vardır. Böyle biri olmak için nefsin her isteğini yerine getirmek yeterli olacaktır. Yetkisini despotça kullanan ve kendilerine “koridor tanrıları” denilen bir kısım görevliler, herhalde daha geniş imkânlara sahip olsalar birer firavun olurlardı… Keza, hemen her insan âlim olabilir. Fakat bu kabiliyete sahip nice insan, münbit zekâ tarlalarını ömür boyu nadasa bırakır da, kayda değer bir şey öğrenmeden bu dünyadan çıkar gider.

4-İnsanlık âlemi “ehl-i iman ve ehl-i küfür” adı altında başlıca iki gruba ayrılmakla beraber, şüphesiz bu grupta yer alan insanlar hep aynı seviyede değillerdir. Bunların derece ve derekelerini, sayı doğrultusundaki sonsuza açılan “artı ve eksi sonsuz” kavramlarıyla ifade edebiliriz. Ehl-i iman artı bölümde gruplara ayrılırken, ehl-i küfür de eksi bölümde gruplara ayrılmaktadır.

5-Ehl-i iman arasındaki farklılıklar “meşreb” kavramıyla ifade edilebilir. Hz. Musa’nın su mu’cizesinde on iki ayrı su içme yeri meydana gelmesi gibi,11 aynı dinin mensupları arasında da farklı mezhepleri, cemaatlari, tarikatları ortaya çıkmıştır. Hepsi aynı âb-ı hayatı farklı yerlerden içmektedir.

6-Ehl-i iman, bir açıdan bakıldığında şu üç sınıftan birinde yer alır:

-Nefsine zulmedenler.

-Orta halli gidenler.

-Hayırda yarışanlar.12

İnsanlar şu dünyada en yüce makamları elde etmek için bir yarış halindedir. Yarış alanında olduğu halde hiç koşmayan insan, nefsine zulmediyor demektir. Zira koşmamakla kârdan zarar etmektedir. Orta halli olanlar, yarış alanında koşmakla beraber tam kapasite koşmayanlardır. Üçüncü grupta yer alanlar ise, bütün kapasitelerini sonuna kadar kullanarak önde gidenlerdir.

İlim noktasından baktığımızda, cahiller birinci grupta, lüzumlu bilgileri ana hatlarıyla bilenler ikinci grupta, ilimde zirvelere çıkanlar ise üçüncü grupta yer alır. Zekât yönünden bu üç gruba baktığımızda, zekât vermeyenler birinci grupta, verenler ikinci grupta, fazlasıyla verenler ise üçüncü grupta görülecektir. Misalleri çoğaltmak mümkündür…

1 Bakara, 213

2 Maide, 27-31

3 Hac, 19

4 Maide, 56; Mücadele, 19-22. Zamanla İslam dünyasında ve ülkemizde “Hizbullah” adıyla gruplar ortaya çıkmışsa da, bu Kur’anî kavramın tarih boyunca Allah yolunda mücadele veren herkesi içine aldığı unutulmamalıdır.

5 Bkz. Ra’d, 17

6 Hud, 49; Kasas, 83

7 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1183

8 Bakara, 213

9 Hud, 118

10 Tin, 4

11 Bkz. Bakara, 60

12 Fatır, 32

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir