Ruh Çağırmak

Öldü” dediklerimiz bedenen öldüler,

ruhen ise hayattadırlar.

Ölmüş olan insanların ruhlarıyla temasa geçmek, onlardan bilgi almak, eskiden beri insanlarda var olan bir tutkudur. Eskiden kâhin denilen kişiler bunu gerçekleştirmeye çalışmış, günümüzde de medyumlar aynı şeyi yapmaya çalışmaktadır.

Özellikle sosyetede yaygın bir adet olan ruh çağırmak konusunda, Bediüzzaman’ın şu tesbitlerini nakilde fayda görüyoruz:

Bu mesele felsefeden ve ecnebiden geldiği için, ehl-i imana çok zararları olabilir. Çok yanlış kullanımlara sebep olmakla beraber, içinde bir doğru olsa on yalan karışıyor. Çünkü doğruyu ve yalanı ayırt edecek bir mihenk, bir ölçü olmadığından habis ruhlar ve şeytana yardım eden cinnîlerin, bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslamiyet’e zarar vermek ihtimali var. Çünkü maneviyat namına, İslâmî hakikatlere ve genel inanca aykırı haber vermeler oluyor. Habis ruhlar iken, kendilerini temiz ruhlar zannettirip, belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip İslamiyet’in esaslarına aykırı sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikati değiştirip, saf gönüllüleri aldatabilirler.1 

Üstteki tesbitlerden şu esasları çıkarabiliriz:

1-Ruh çağırma olayı, bize dıştan girmiş bir olaydır. Kaynağı din değil, felsefedir.

2-Kendini ölmüş bir insanın ruhu şeklinde takdim eden ruh çağırma celsesinin misafiri, kahir ekseriyetle gerçekten o kişinin ruhu olmayıp, ya habîs ruhlardan veya şeytana yardım eden cinnilerden biridir.

3-Celseye gelen meçhul misafir, gerçek dışı beyanlarla hem oradakilerin, hem de onlardan duyacak saf kişilerin inancına zarar verebilir. Mesela, kendini Mevlâna’nın ruhu şeklinde takdim eder. Sözüne itimadı sağlamak için, Mevlâna’dan bir iki beyit de okuyabilir. Fakat daha sonra, İslâm dışı şeyleri Mevlâna’nın sözleriymiş gibi takdime ve telkine çalışır.

Bu meselede, şu nokta da çok mühimdir: Sadık rüyada, habis ruhlar ve şeytan, Peygamber suretinde temessül edemez. Fakat ruh çağırmakta, habis ruhlar, belki Peygamberin ismini kendine takıp, dinin hükümlerine aykırı olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması dinin hükümlerine aykırı ise, tam delildir ki, o konuşan temiz ruhlardan değildir. Mü’min ve Müslüman cinnî de değildir. Habis ruhlardan olup, bu şekilde taklit etmektedir.2

Ruh çağırmanın bu tarz tehlikesine dikkat çeken Bediüzzaman, ruhlarla temasın nasıl olması gerektiğini de anlatır. Şöyle ki:

“Şeytanları da O’nun (Süleyman’ın) emrine bağlı kıldık. Onlardan kimi bina ustası, kimi de dalgıçtı. Diğerleri ise zincirlere vurulmuştu.”,3 ve “Şeytanlardan da O’nun (Süleyman) için dalgıçlık edenleri ve başka iş yapanları emrine verdik”4 ayetleriyle Cenab-ı Hak bildiriyor ki: Yerin insandan sonra şuurlu olarak en mühim sakinleri olan cinler, insana hizmetkâr olabilir, onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hak, emirlerine itaat eden bir kuluna onları itaat ettirmiştir. Cenab-ı Hak, manen şu ayetin işari diliyle der ki: Ey insan! Bana itaat eden bir kuluma cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime itaat etsen, çok varlıklar, hatta cin ve şeytan dahi sana itat edebilir.

İşte insanlığın sanat ve fennin imtizacından süzülen maddî ve manevî fevkalade hassasiyetinden tezahür eden ispritizma gibi, ruh çağırmak ve cinlerle haberleşmenin şu ayet en son sınırını çiziyor, en faydalı suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi, bazen kendine ölüler namını veren cinnilere, şeytanlara ve habis ruhlara musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki Kur’an’ın tılsımlarıyla onları itaat ettirmektir ve şerlerinden kurtulmaktır.5

Hem, ruhların temessülüne işaret eden Hz. Süleyman’ın ifritleri celp ve teshirine dair ayetler; hem, “O’na (Meryem’e) ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik de, kendisine düzgün bir insan şeklinde temessül etti”6 gibi bazı ayetler, ruhanîlerin temessülüne işaret etmekle beraber, ruhların celbine dahi işaret ediyorlar. Fakat işaret olunan temiz ruhların celbi ise, medenîlerin yaptığı gibi, hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara o pek ciddi ve ciddi bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celp etmek değil; belki ciddi olarak ve ciddi bir maksat için, Muhyiddin-i Arabî misali istediği vakit ruhlar ile görüşen bir kısım ehl-i velayet gibi, onlara müncelip olup, münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece yaklaşmakla ruhaniyetlerinden manevi istifade etmektir.7

Demek ki Hz. Meryem’e Hz. Cebrail bir insan şeklinde görüldüğü gibi, bunun benzeri başkaları için de mümkündür. Bu olaya, uzaktan yapılan bir yayının kendi televizyonumuzda izlenmesi misaliyle bakabiliriz. Yapılan yayında ekranımıza yansıyan sadece bir görüntü olduğu gibi, görülen ruh dahi, Onun zatı değil, temessülüdür.

Bir kimse uyanıkken Hz. Peygamberin ruhaniyatının temessülüne mazhar olsa ve Onunla sohbet etse, o sohbette Rasulullah’ın söylediklerinin durumu nedir? Kişi, bunu başkalarına nakledip buna göre hareket etmelerini söyleyebilir mi?

Hatıra gelebilecek böyle bir soruya, Bediüzzaman şu şekilde açıklık getirir:

Nübüvvet hakikati velayetten ne derece yüksekse, ispritizma vasıtasıyla veyahut ruhen terakki cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi, hiçbir cihette hakiki peygamberle muhabereye yetişemeyeceğinden, yeni şer’i hükümlere sebep olamaz.8

Zira “Bugün dininizi tamamladım”9 ayetinin hükmüyle, İslam Dini on dört asır evvel tamamlanmıştır.

Böyle bir sohbet, ancak dinin hakikatlerinin bir mütalaa ve müzakeresi şeklinde olabilir. Sohbete mazhar kişi, elbette bunun neticesinde ruhen feyiz alacak, marifet yönüyle gelişecektir.

Kanaatimizce, Bediüzzaman bu tarz sohbetlerin yabancısı değildir. Eserlerinde Üveysi bir şekilde Hz. Ali, Abdülkadir Geylanî, İmam-ı Gazali gibi zatlardan ders aldığını ifade etmiştir

Üveysîlik, Veysel Karaniye dayanan bir kavramdır. Kendisi Hz. Peygamberle doğrudan görüşmemiş olmasına rağmen Ondan feyiz almıştır. Bu tarzda aynı zaman ve mekânda beraber olmamakla birlikte, başkasından ruhen feyiz almak, Üveysîlik olarak ifade edilir.

Demek ki ruhlarla temas mümkündür. Fakat kendini ruh olarak takdim edenin, gerçekten o kişi olması lazım değildir. Gelen meçhul misafir, cinlerden veya habis ruhlardan biri olabilir. Arada söylediği bazı doğruları yem olarak kullanıp bu arada çok yalanları kabul ettirebilir. Sözgelimi, faili meçhul bir cinayetin katili sorulsa ve seansın misafiri bir isim verse, o kişiye hemen katil nazarıyla bakılamaz. “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse iyice araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da, sonra yaptığınıza pişman olursunuz” ayetini unutmamak gerekir.10 İnsanların yalan haber getirmeleri görüldüğü gibi, aynı şey cinler için de geçerlidir.

Kâmil Müslümanlar, ruh çağırma seanslarıyla gayb âlemini tanımaya çalışmak yerine, Kur’an vasıtasıyla o âlemi bilmeye gayret ederler. Zira Kur’an, gaybın bir dilidir. Bu arada, kuvvetli bir rabıtayla, İslam büyüklerinin ruhaniyyatından istifadeye çalışırlar. Fakat bilirler ki, böyle bir sohbet, hatta peygamberin ruhaniyyatıyla bile olsa, hiç bir zaman yeni dini hükümlere medar olamaz.

1 Bkz. Nursi, Emirdağ Lahikası II. s. 155

2 Bkz. Nursi, Emirdağ Lahikası. s. 156

3 Sad, 37-38

4 Enbiya, 82

5 Bkz. Nursi, Sözler, s. 258

6 Meryem, 17

7 Nursi, Sözler, s. 258-259

8 Bkz. Nursi, Emirdağ Lahikası II, s. 156

9 Maide, 3

10 Hucurat, 6

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir