İnancın sosyolojik boyutu

İnanç, dinin temelini teşkil eder. İslâm Dini açısından, inancın altı temel esası vardır: Allah’a, Meleklere, kitaplara, peygamberlere, öldükten sonra dirilmeye ve kadere iman.

Bu esaslar, inananları huzurlu, dengeli, itidalli bir ruh haline ulaştırır. Böyle fertlerden meydana gelen toplum, huzurlu, dengeli, itidalli olur.

Mesela Allah’a İman, kişiyi sahipsizlikten, başıboşluktan kurtarır. Şu dünya hanında Kerim bir zatın misafiri olduğunu gösterir. Kâinatın ve kâinattaki varlıkların ne görev yaptıklarını bildirir. İnsana, muazzam bir dayanak noktası olur.

Malumdur ki, insan kuvvetli bir dayanak noktası bulunca, boyundan büyük işler yapabilir. Mesela, bir asker, orduya dayanarak şahsi kuvvetinden binlerce defa daha büyük işlere girişebilir. Onun gibi, “Âlemlerin Rabbine inanıyorum” diyen bir mümin, Allah’a istinatla büyük işlere cesaretle girer.

Allah’a iman, mü’minlere güven duygusu kazandırır. Böyle bir toplum, birbirine itimat eden fertler topluluğu haline gelir. Büyük bir padişahın sadık bir hizmetçisi, kendisinden alt mertebelerde olanları aldatmaya tenezzül etmemesi gibi, ezel-ebed sultanına intisap eden her bir sadık mü’min, diğer insanları aldatma zilletine tenezzül etmez.

Meleklere İman, insanın varlık âlemini genişletir. Meleklere inanan mü’min, kâinatı büyük bir vahşet mekânı değil, her tarafı meleklerle şenlenmiş muhteşem bir mescit olarak görür. Amelleri yazan Kiramen Kâtibini düşününce, hal ve hareketlerine daha çok dikkat eder.

“İnsanın sağında ve solunda oturan (meleklerin) onun amellerini yazdıklarını hatırla. İnsan, ne konuşursa, muhakkak yanında hazır bir görücü vardır”1 ayetinin hükmünü hatırından hiç çıkarmaz. Yalnız kaldığında bile, dinin “günah” şeklinde nitelediği ferde ve topluma zararlı hareketleri yapamaz.

Kabirde insana soru soracak Münker-Nekir meleklerini hatırladığında yalnız, kimsesiz, tek başına bırakılacağı kabirde bu meleklerle yalnızlıktan kurtulacağını düşünür, mesrur olur.

Kitaplara İman vasıtasıyla, Allah’a muhatap olmanın huzur ve mutluluğunu yaşar. Okyanusta yol alanlara pusulanın lüzumu gibi, şu hayat okyanusunda yol alan insanlığa, Kur’an gibi bir pusulanın ne derece önem taşıdığını anlar. Keza, yaratılışın sırlarını, insanın görevlerini öğrenir. Bu konulara ilgi duyan felsefecilerin tarih boyunca insanı tatmin eden açıklamalar getiremeyişleri, kitaplara imanın fert ve toplum hayatında ne büyük bir önem taşıdığını açıkça isbat eder.

Peygamberlere İman, insanı rehbersizlikten kurtarır. Malumdur ki, uzun, tehlikeli yollar rehbere ihtiyaç hissettirir. İnsanın ruhlar âleminden başlayan ve ta ebede kadar sürecek olan seyahatinin en mühim bölümünü teşkil eden şu dünya hayatında, seçkin insanların rehberliğine ihtiyaç vardır. Bu seçkin insanlar, başta Peygamberlerdir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber hakkında şöyle der:

“Şüphesiz size, Allah’ın Rasulünde usve-i hasene vardır.”2

“Usve-i hasene”, güzel örnek anlamındadır. “Rabbim beni edeplendirdi ve edebimi güzel kıldı”3 diyen Hz. Peygamber, elbette bütün insanlığa en güzel modeldir, en büyük rehberdir.

İnsan, Hz. Peygamberin hayatını örnek almakla, kendi hayatında karşılaştığı durumlarda ortaya koyması gereken tavrı belirler. “Acaba şöyle mi yapsam, yoksa böyle mi yapsam?” şeklindeki tereddütlerden kurtulur.

Ahirete İman, kişiye muazzam bir istimdat noktası olur. Zira her insanın en büyük meselesi, ölüm hadisesidir. Her insanın mahkûmu olduğu ölüm, ilk bakışta çok korkunç bir olaydır. Ruhunda ebedilik hisleri taşıyan insan, ölümle her şeyin bitmesini istemez. Beşerî düşünce sistemleri, bu güne kadar ölümün muammasını çözebilmiş ve onun yüzündeki siyah peçeyi kaldırabilmiş değildir.

İşte, bütün semavi dinlerde yer alan ahirete iman, ölümün muammasını çözer, yüzündeki siyah peçeyi kaldırıp, ardında tebessüm eden güzel çehreyi gösterir ve bildirir ki, “ölüm son değildir, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Kabir korkunç bir kuyu ağzı değil, nurani âlemlerin kapısıdır. Ana rahminden ayrılarak bu dünyaya gelen insanlar, kabir tüneliyle de yeni bir âleme geçiş yapacaklardır.”

Her vakit etrafında kendisi gibi çocukların ölmesiyle, aklında, kalbinde ve ruhunda büyük ızdıraplar hisseden çocuklar, ahirete iman vasıtasıyla rahatlarlar, teselli bulurlar. Mesela, “bu arkadaşım öldü, cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Annem öldü, Allah’ın rahmetine gitti. Yine beni cennette kucağına alıp sevecek ve ben o şefkatli anneciğimi göreceğim” der, insaniyete layık bir tarzda yaşar.

Ölümü kendilerine hayli yakın gören ihtiyarlar, ahireti düşününce huzur bulurlar, ölüme tebessümle bakarlar. Çünkü ahiret inancı onlara der: “Merak etmeyiniz, sizin ebedi bir gençliğiniz var, gelecek. Parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Zayi ettiğiniz evlat ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş; mükâfatlarını göreceksiniz.”

Bir genç, başkalarının hukukuna tecavüz edebileceği bir anda, ahireti hatırlayınca “bu dünyada kimse benden hesap sormasa bile, diğer âlemde cehennem gibi ebedi bir hapishanesi olan Allah, bu yaptıklarımın hesabını benden soracaktır” der, vazgeçer.4

Keza, ahirete iman, toplumu meydana getiren fertleri kötülüklerden alıkor, iyiliklere ise sevk ve teşvik eder.

“…(Yapılan iyi veya kötü iş) bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayada, göklerde veya yerde gizlense de, Allah onu getirir. Çünkü Allah, Latiftir, Habirdir”5 gibi nice ayetler bu manayı dile getirir. Halkımız arasında şöhret bulmuş “iyilik yap denize at. Balık bilmezse Halık bilir” sözü böyle bir inancın halkın diline yansımış şeklidir.

İslâm âleminde meydana getirilen vakıf eserler, genelde ahirete imanın bir meyvesidir. Hz. Peygamber şöyle der:

“İnsan öldüğünde ameli kesilir. Ancak üç amel ona sevap kazandırmaya devam eder:

1- Sadaka-i cariye.

2- Kendisinden faydalanılan ilim.

3- Ona dua eden salih bir evlat.”6

Bu hadis, ehl-i imanı, ölümden sonra kendilerine sevap kazandıracak medrese, hastane, çeşme gibi vakıf eserler yapmaya teşvik etmiştir.

Kadere iman, insanı gam ve kederlerden emniyete kavuşturur, gururdan kurtarır. “Biz her şeyi bir kaderle yarattık”7 ayetini bilen mü’min, bela ve musibetler karşısında çökmez, yıkılmaz. Gemiye binen insanın sırtındaki yükü de gemiye bırakarak rahat etmesi gibi, şahsının ve toplumun üstesinden gelemediği problemlerde, “Allah’a tevekkül ettim” diyerek rahat eder. Faraza, elim bir ölüm olayında “İnna lillah ve İnna ileyhi raciun” yani “biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz”8 ayetinden hareketle, kaderin bu hükmüne rıza gösterir. Böylece bunalımdan, sıkıntılardan kurtulur.

Keza, iflas etmiş bir tacir veya imtihanı kaybetmiş bir genç, kadere iman vasıtasıyla, intihara sürükleyebilen streslerden necat bulur. Yeni bir şevk, taze bir zevkle işe yeniden başlar.

Hayat inişler çıkışlarla doludur. Normal şartlarda inişler insanı çökertir, çıkışlar onu gurura sevk eder. Kadere iman, insanı mutedil bir tabiata sevk eder. Sağlam bir kader inancına sahip insanlar inişlerde çökmezler, çıkışlarda gururlanmazlar. Zirvelere yükseldiklerinde başları dönmez, bunu Allah’ın bir lutfu olarak görürler, ene’leriyle sahip çıkmazlar. Hz. Süleyman gibi, “bu Rabbimin fazlındandır” derler.9)

Bela ve musibetler, muvaffak olamamak gibi durumlarda ise, Hz. Eyyüb misali sabırla mukabele ederler. Allah’a dua ve iltica edip, o durumdan kurtulmak için sebeplere yapışırlar. Hz. Peygamber, bu duruma işaret olarak şöyle der:

“Mü’minin hali ne güzeldir! Eğer bir nimete mazhar olsa şükreder, sevap kazanır. Bir musibete uğrasa sabreder, yine sevap kazanır.”10

1 Kaf, 17-18

2 Ahzab, 21

3 Aclûnî, I, 70

4 Bkz. Nursi, Şualar, Envar Neş. İst. 1988, s. 222-228

5 Lukman, 16

6 Nesai, Vesaya, 8

7 Kamer, 49

8 Bakara, 156

9 Neml, 40

10 Müslim, Zühd, 64

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir