İnsanın mahiyet tarlasında hem iyilik tohumları, hem de kötülük tohumları vardır. Kötü tohumları yeşertmemek ve iyi tohumları sünbüllendirmek suretiyle insan iyi bir ahlaka sahip olur. “Kötü huylardan arınmak ve iyi huylarla donanmak” ahlakın iki mühim esasıdır. Cimri değil cömert olmak, yalan değil doğru söylemek gibi davranışlar iyi ahlak olarak değerlendirilir. İnsanı bu iyiliklere sevk edecek en önemli saik, her şeyden önce dindir. Zira din, bütün kötü davranışları “günah”, bütün iyi davranışları da “sevap” olarak bildirir. İnsanın tabiatında iyi ahlakın nüveleri mevcuttur. Din, bu nüveleri yeşertir ve geliştirir. Mesela insan fıtri olarak yalan söylemekten rahatsızlık duyar. Din, âyet ve hadislerle bunu takviye eder, kişiyi doğru söylemeye yönlendirir.
Beşerî terbiye sistemlerinin bu tarz bir günah ve sevap mülahazaları olmadığından, genelde kanun gücüyle kötülüklerin önüne geçmeye, mükâfatlarla iyiliklere sevk etmeye çalışırlar. Hâlbuki din, ahirette ceza ve mükâfat sistemi ile çok daha rahat bir şekilde kötülüklerden uzaklaştırır, iyiliklere teşvikte bulunur.
Mesela, “hırsızlık fiili hem dinen, hem ahlaken kötüdür. Salt ahlak açısından bu bir “suç”tur. Dinî ahlak açısından bakıldığında o kimse insana karşı, insan ve Allah önünde daha ağır bir suç işlemiştir. Çünkü suça ilaveten “Allah’a itaatsizlik” yapılmış, “kötü”ye bir de “günah” eklenmiştir.”1
Keza, “inanan için ‘yapmalıyım’, sadece ahlakî bir yükümlülük değil, aynı zamanda dinî bir ödev olur. Ahlak kurallarını çiğnemenin ahlak düzeyindeki adı, ‘ahlaksızlıktır.’ İnanç düzeyindeki adı ise, hem ahlaksızlık, hem de Allah’a isyandır… Ahlak doğru yolu seçmek için bize yol gösterir. Hak bir din ise, bu doğruya bütün kalbimizle sarılabilmemiz için yardımcı olur.”2
“Ahlak olayını dinden ayırmak kabil değildir. Müstakil bir ahlak yoktur… Felsefe, ahlak olayını incelerken, mahiyet araştırması yaparken teoriler teklif edebilir. Fakat felsefî ahlak veya diğer ahlak teorileri insanları sürükleyemez, sürükleyememiştir.”3
Hak bir dine dayanmayan ahlak teorileri, sabit bir kıstastan mahrumdurlar. Bundan dolayı bu teorilerde evrensellik değil, izafilik söz konusudur. Oysa ahlak prensiplerinin fonksiyonlarını icra etmeleri, ancak evrensel olmaları halinde mümkündür.
Din- ahlak ilişkisinde şöyle bir problemle karşılaşırız: Denilir ki, “madem dindar olmak ahlaklı olmayı kuvvetlendirir. Öyleyse neden nice dindar insan kötü ahlaka sahiptir?”
Mehmet Aydın, soruyu şu veciz ifadelerle cevaplandırır:
“Hakiki manada dindar olmak, hakiki manada ahlaklı olmaktır… Eğer bir insan dindar(!) bilindiği halde ahlaklı değilse, çağımızın büyük İngiliz filozoflarından F. Bradley’in ifadesiyle, o ya batıl bir inanca din demektedir, ya da sahtekârın tekidir.”4
1 Mehmet Aydın, “Eğitim Açısından Din Ve Ahlak İlişkisi”, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri, İlahiyat Vakfı Yay. Ankara, s. 251
2 Aydın, Tanrı- Ahlak İlişkisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1991, s. 220
3 Sezen, s. 151
4 Aydın, “Eğitim Açısından Din Ve Ahlak İlişkisi”, s. 246
