İnsan şu dünyada bir zirve yolcusudur. Onun mahiyetinde muhteşem kabiliyetler vardır ve bunları gerçekleştirmesi için kendisine önemli imkânlar ve fırsatlar verilmektedir. Bu imkân ve fırsatların bir kısmı, ilk bakışta aleyhinde gibi görülen durumlarda gizlidir.
Bu cihetten bakıldığında hayat bir denize benzer. Bu deniz asude olmayıp, genelde bazen az bazen çok dalgaları olan bir denizdir. Kimi insan hayat denizinin dalgalarında boğulur, kimi de dalgaları aşa aşa selamet sahiline doğru yol alır. Az sayıda insan ise dalgalı denizi sever, âdeta dalgalarla dalga geçer, sörf yapar.
Hedefe varmada ilk adım son derece önemlidir, çünkü yola çıkmadan hedefe varılamaz. Ama başarı, “şiddetli bir arzu, güzel bir program, yorulma nedir bilmeyen bir çalışma” gibi başka şeyler de ister. Keza, nereye ve nasıl gidileceğini de bilmek gerekir. İzmir’den gemisiyle yola çıkan biri hedef olarak İstanbul’u seçmiş, ama Kıbrıs’a doğru gidiyorsa, yanlış rotada gidiyor demektir.
Her insanın hayat başarısında dilini kullanmasının apayrı bir yeri vardır. Onun kimlik ve kişiliğinin, ahlakî ve manevi derinliğinin, kültürel ve entelektüel seviyesinin en büyük yansıması dilde görülür. Dilini iyi kullanan biri, kendini ifadede ve başarı yolunda çok büyük avantajlara sahiptir.
Öte yandan, insan sadece ağzındaki dille konuşmaz, beden diliyle de konuşur. Bu tür konuşması çok daha etkili ve çok daha fasihtir. Beden dilinin sırlarını bilen kimse, panodan okur gibi başkalarının beden mesajlarını okur, ona göre tavrını belirler. Ayrıca kendi beden dilini iyi kullanır, böylece hem diliyle hem de bedeniyle etkili bir şekilde söyleyeceğini söyler, mesajlarını iletir.
Hayat sahnesinde var oluşun hikmet ve sırlarını iyi anlamış ve gönüller üzerinde taht kurabilmiş bir şahsiyet olarak Yunus Emre şöyle der:
“Sular hep aktı geçti.
Kurudu vakti geçti.
Nice han, nice sultan,
Tahtı bıraktı geçti.
Dünya bir penceredir.
Her gelen baktı geçti.”
Şimdi bu dünya penceresinden bakma sırası bizdedir. Varlık sahnesinde yer almak elbette önemlidir, ama daha da önemlisi müsbet manada iz bırakır bir hayat yaşamaktır, tabir yerindeyse “varoluşun hakkını ve şükrünü vermektir.” Yoksa insan var olma noktasında cansız bir kaya veya herhangi canlı bir hayvanla müşterektir. Yaşadığımız hayatta verdiğimiz tepkiler ve ortaya koyduğumuz başarılarla başka varlıklardan farkımızı ortaya koymak en büyük bir vazifedir.
Hikmetli bir sözde şöyle denir:
“Doğarken sen ağladın, çevrendekiler güldü.
Öyle bir hayat yaşa ki, öldüğünde çevrendekiler ağlasın, sen gül…”
Önemli olan, Bâki’nin de nazara verdiği gibi, bir hoş sada bırakarak bu dünyadan gidebilmektir:
“Âvazeyi bu âleme Davud gibi sal.
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”
