Şu ayet, Cenab-ı Hakk’ın yegâne yaratıcı olduğunu gayet haşmetli bir üslupla beyan eder:
“Ey insanlar! Bir mesel getirildi, şimdi ona iyi kulak verin! Haberiniz olsun ki, sizin Allah’tan başka taptıklarınızın hepsi toplansalar, bir sinek bile yaratamazlar. Şayet sinek onlardan bir şey kaparsa, onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de zayıf istenen de!”1
Ayette hem batıl mabutların zaafına dikkat çekilmiş, hem de böyle zayıf şeylere tapan müşrikler kınanmıştır.2
Ayette bir başka varlıkla değil de, sinekle mesel yapılması bu hayvanın hem son derece bol, hem de gayet zayıf ve hakir olmasından dolayıdır. Yani, “Allah’tan başka taptıklarınız böyle en zayıf, en hakir bir canlıyı yaratamazlar. Değil bir sinek yaratmak, onun putlardan bir şey alışına engel olamazlar. Böyleleri nasıl ilah, mabut olur, kendilerine itaat edilir?”
Müşrikler putların önüne yemek koyuyorlar, sinek de gelip yiyordu.3
Ayetin “isteyen de zayıf istenen de” kısmı iki şekilde açıklanmıştır:
– Puta tapanlar da zayıf, taptıkları put da zayıf.
– Sinek de zayıf, sineğin musallat olduğu put da.4
Benzeri bir durumu şu ayette görmekteyiz.
“Tuttular da Allah’tan başka bir takım ilahlar edindiler; güya yardım olunacaklar! Onların onlara yardıma güçleri yetmez. Onlar ise, onlar için hazırlanan askerler!”5
Putlar mı puta tapanlara asker, yoksa puta tapanlar mı putlara hazır kıta asker? Ayetin ifadesi, her iki manaya da gelebilecek bir üslupla gelmiştir. Her ikisinin de kastedilmesi mümkündür diyebiliriz. Çünkü bir cihetten putlar, puta tapanların önünde âdeta el pençe divan durmaktadır. Diğer yandan da, puta tapanlar aynı şekilde putların önünde beklemektedir.6
Her türlü şirk şaibesinden uzak tevhid eksenli bir hayat modeli, Kur’ân’ın en temel bir hedefidir. Bu hedefi gerçekleştirmek için Cenab-ı Hak muhtelif temsiller verir. Mesela:
1-Çok Efendili Köle
“Allah şunu bir mesel yapmıştır: Bir adam var, bir takım şerikler onda birbirleriyle çekişiyorlar. Bir adam da sadece bir adamın. Hiç bu ikisinin meseli bir olur mu?”7
Ayet, müşrik ve muvahhit için bir mesel olarak değerlendirilmiştir.8 Râzî, ayetin çizdiği tabloyu şöyle açıklar: Bir köle. Aralarında ihtilaf olan pek çok şerik bunda ortaklar. Her biri “benim kölem” diyor, isteklerini yaptırmak için onu kendine çağırıyor. Köle ise ne yapacağını şaşırmış bir halde. Birini razı etse, diğerleri küsüyor. Bir ihtiyacı olduğunda ise müracaat ettiği her bir şerik onu diğerlerine gönderiyor… Köle mütehayyir, kimi razı edeceğini, kimden yardım isteyeceğini bilmiyor. Bu yüzden devamlı bir azap ve telaş içinde.
Ama bir başka köle, ihlasla bir efendiye hizmet ediyor. Efendisi onun ihtiyaçlarını görüyor, yardımcı oluyor. İşte bu ikisinden hangisinin durumu daha iyi, daha güzel?9
Said Nursî, ayetin muhtevasını şöyle yorumlar:
“Kur’ân ve ehl-i iman, hadsiz masnuatı bir tek Allah’a verir. Doğrudan doğruya her işi O’na isnat eder. Vücup derecesinde kolay bir yolda gider, sevkeder… Ve ehl-i şirk ve tuğyan, bir tek masnuu hadsiz sebeplere isnat ederek, imtina derecesinde zor bir yolda gider. Şu halde Kur’ân yolunda bütün masnuatla, dalalet yolunda bir tek masnu beraberdirler. Hatta belki bütün eşyanın vahidden suduru, bir vahidin hadsiz eşyadan sudurundan çok derece daha kolaydır. Nasıl ki bir zabit, bin neferin tedbirini bir nefer gibi kolay yapar ve bir neferin tedbiri bin zabite havale edilse, bin nefer kadar müşkilatlı olur, keşmekeşe sebebiyet verir.”10
2-Efendi – Köle Farkı
“Allah, size kendinizden bir misâl verdi: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sahip olduğunuz kölelerinizden ortaklarınız bulunur da, sizler o rızıkta onlarla eşit olur, birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekinir misiniz?“11
Ayet-i Kerime, şirkin batıl olduğunu açık bir şekilde göstermek için verilmiş bir temsildir. Yani, “hiç sizin köleniz, uşağınız, hayvanınız, haşeratınız gibi elleriniz altında mülkünüz olan şeyler, Allah’ın size bahşettiği mülkünüzde şerikiniz, denginiz olur da, köle efendisine eşit olabilir mi? Olamaz değil mi? Hâlbuki sizin mülkleriniz Allah’ın vergisi, malikiyetiniz arızî ve gelip geçicidir… Şimdi sizin mülkünüzden size şerik olamazken, Allah u Teâla’nın mülkünden, mahlûkatından, kullarından kendisine şerik nasıl olabilir?”12
Aşağıda ele alınan ayetler de bu muhtevayı bildirmektedir:
“Allah bazınızı bazınıza rızıkta üstün kıldı. Rızıkta üstün kılınanlar rızıklarını ellerinin altındakilere verip de, hepsi o rızıkta eşit oluyor değillerdir. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?”13
Ayet-i kerime, hem hakikat, hem de şirkin ibtali için bir mesel olarak yorumlanmıştır. Hakikat olarak şu manayı ifade eder: “Efendi ve kölelerin hepsine rızık veren benim. Onların hepsi benim rızık vermemde eşittirler. Dolayısıyla, efendi olanlar sakın kölelerine rızık verdiklerini zannetmesinler. Efendilerin kölelerine verdikleri de benim rızkımdır, onlara efendilerinin eliyle veririm.”14
Şirki ibtal eden bir mesel olarak ise, şu manayı bildirir: “Siz, size nimet olarak verdiğim şeylerde kölelerinizi kendinizle bir tutmuyor, onları o nimetlerde ortak yapmıyor, buna razı olmuyorsunuz. Öyleyse ne hakla benim kullarımı bana şerikler yapıyorsunuz?”15
İbn Abbas, ayeti Hristiyanlara bir itab olarak yorumlar. Yani ayette şu mesaj vardır: “Kölelerinizi sizi malik kıldığım şeylerde kendinize müsavi kabul etmezken, nasıl oluyor da kulum İsa’yı bana bir veled ve ulûhiyette bir şerik yapıyorsunuz?”16
“Allah şunu temsil getirdi: Bir abd-i memluk (köle), hiçbir şeye kudreti yok. Bir de şu kimse ki, kendisine tarafımızdan güzel bir rızık nasip etmişiz de, ondan gizli açık verip duruyor. Hiç bunlar müsavi olurlar mı?”17
Ayet, köle ile hür bir insanın mukayesesini yaparak, putları eli kolu bağlı köleye benzetmektedir. Allah ise hürdür, dilediğini dilediği şekilde yapmaktadır. Şimdi “köle ve hürün her ikisi cinsiyet ve mahlukiyette eşit oldukları halde eşit sayılmazlarsa, putlar ve Allah nasıl bir tutulabilir? Putlar Allah’a nasıl ortak sayılabilir?”18
İbn Abbas, ayeti mü’min ve kâfir için mesel olarak değerlendirir.19 Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “Allah’tan başkasına tapanlar abd-i memluk (köle) gibi hürriyetini verip bir mahlûka kul olmuş köleler kabilindendir. Allahtan başka ilah tanımayan muvahhid mü’minler de “ahrar” (hür insanlar) demektir.”20
İbn Kayyim, İbn Abbas’ın nazara verdiği manayı, ayetin doğrudan manası olarak değil, ayetin levazımından bir mana olarak kabul etmek gerektiğini söyler. Yani, bu temsilden “muvahhid mü’minin böyle olması gerekir” şeklinde bir netice çıkarmak mümkündür.21
“Allah şunu da bir temsil getirdi: İki kişi, biri dilsiz, hiçbir şeye kudreti yok. Efendisine sadece bir ağırlık. Ne tarafa gönderilse, hiçbir hayra yaramaz. Şimdi böyle biriyle, dosdoğru bir yol üzere olup işin hakkını veren biri hiç aynı olur mu?”22
Bir önceki ayetin hemen peşinde gelen bu ayet, Allah’ın şeriki olmadığını beyan sadedinde ikinci bir temsil olarak yorumlanmıştır.23
Zemahşeri’nin ifadesiyle, Cenab-ı Hak kullarına rahmetinin eserlerini, dinî ve dünyevî nimetlerinin en latiflerini bolca verir. Putlar ise, cansız şeyler olup, ne zarar verebilirler, ne de fayda.24
Ayet hakkında şu yoruma da yer verilmiştir: Dilsiz olarak tavsif edilen kişi kâfiri, işin hakkını veren ise mü’mini temsil etmektedir.25
3-Örümceğin Evi
“Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendisine bir ev edinen örümceğe (örümcek ağına sığınanlara) benzer. Fakat evlerin en gevşeği de şüphesiz örümcek evidir. Eğer bilselerdi…”26
Ayette, insanların dinlerinde Allah’tan başka dayandıkları bel bağladıkları, dost edindikleri şeyler gevşeklik ve zayıflıkta örümceğin evine benzetilmiştir.27 Örümceğin ağı, gevşeklikte meseldir. Ne örter, ne sıcak ve soğuktan korur. Hiçbir şeye yaramaz.28 En edna bir hayvanın dokunmasına, en hafif bir rüzgârın esmesine dayanamaz.29 İşte örümcek kafalı müşriklerin de istinatgâhları, tutamakları böyle çürüktür. Bütün tutundukları fanidir.30 Örümcek o ağ ile sinek avlar. Kâfirlerin de putlara ibadetle elde etikleri dünya metaı, böyle sinekten daha değersiz şeylerdir.31
Ayette örümcek “ankebut” kelimesiyle ifade edilmiştir. Ankebut,” dişi örümcek” demektir. Erkeğine “ankeb” denir. Çiftleşmeden sonra eşini öldüren dişi örümceğin evi en yakın dostuna bile felaket yer olduğu gibi, oraya giren sinekler ve böcekler için de ölüm ağıdır.32
Örümceğin evi’nden muradın onların batıl dinleri olması da caizdir.33 Yani, o batıl din onlara bir fayda vermeyecek, ne azaptan kurtaracak, ne saadete erdirecektir.
Ayetin sonunda geçen “eğer bilselerdi” kısmı “eğer bilselerdi elbette Allah’tan başka dost ve yardımcı edinmezlerdi” manasını bildirir. Ayrıca tarihi bir olaya da işaret eder. Şöyle ki:
Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir Mekke’den Medine’ye hicret ederken bir mağaraya sığınırlar. Onların izini takip eden müşrikler mağara önüne kadar gelirler. Fakat mağaranın giriş kısmını örümcek ağıyla örülmüş bulunca içeriye bakma lüzumu hissetmezler, başka yerlere doğru aramaya devam ederler.34
İşte en gevşek evin örümcek evi olduğunu ifade eden ayetin Mekki olması35 yani hicretten önce inmesi, Mekke’nin imana gelmeyen reislerinin ilerde bir örümceğe mağlup olacaklarına bir işaret gibidir. Örümceğin evi olan ağ en zayıf bir perde iken, o kuvvetli reisleri mağlup edeceğini göstermekle ayet, “en zayıf bir hayvana mağlup olacaklarını faraza bilseydiler, bu cinayete ve suikaste teşebbüs etmeyeceklerdi” demektedir.36
İnsanların Allah’ın madununda edindikleri dost ve yardımcıların örümceğin ağına benzetilmesinde, hem o batıl mabutların aczlerini ilan, hem de böyle acizlere itimat edenlere şiddetli bir kınama vardır.37
Ayetin devamında Cenab-ı Hak şunu bildirir:
“Şüphesiz Allah, O’nun madununda nelere yalvardıklarını gayet iyi bilmektedir. O Aziz’dir, Hakim’dir (izzetlidir ve hikmet sahibidir). Biz bu meselleri insanlar için getiriyoruz. Ama onlara, âlimlerden başkasının aklı ermez.”38
Kureyş’in cahil ve sefil kişileri, “Muhammed’in Rabbi sinekle örümcekle misal getiriyor” deyip gülüyorlardı.39 Onlara ve onlar gibi böyle temsillerin sırrına eremeyenlere cevap olarak gelen ayet, kuvvetli bir tarizdir. Ayetin “Biz bu meselleri insanlar için getiriyoruz” kısmı, onların gerçek insan olmadıklarına, “onlara âlimlerden başkasının aklı ermez” kısmı ise, cehaletlerine işaret etmektedir.
4-Kuyu Başındaki Şaşkın
“Hak dua ancak O’nadır. Ondan başka yalvarıp durdukları ise, onlara hiçbir şeyle icabet edemezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açana benzer. Hâlbuki su, ona gelecek değildir. Kâfirlerin yalvarışı da böyle boşadır.“40
Ayet, batıl mabutların onlara tapanlara, perestiş edenlere bir fayda vermeyeceğini, bir teşbihle anlatmaktadır.41 Bir kuyunun başına gelen ve avucunu açıp suyun gelmesini bekleyen kişiye su nasıl gelmezse, o batıl mabutlar da kendilerine yapılan dualara icabet edemezler.42
Cansız putların duaya cevap vermeyecekleri aşikârdır. Fakat ayette (vellezine) mevsulünün akıl sahipleri için kullanımı zahir olduğu cihetle, bunu yalnız putlar ile te’vil etmek, zahirin hilafınadır. Binaenaleyh, burada yalnız şuursuz putlar değil, Allah’ın madununda mabut ittihaz edilen, yalvarılan akıl sahiplerinin de putlar gibi hiçbir duaya icabet edemeyecekleri mevzu bahis demektir.43
Cansız putların duaya icabet etmeyeceği bedihi olmakla beraber, putlaştırılan insanların kendilerine getirilen bazı taleplere icabet etmeleri mümkündür. Fakat bu icabet, son derece sınırlı bazı işlerdedir. Yoksa kendilerine tapanları ne onlar yaratmıştır, ne de rızıklarını verirler. Ne onlardan hastalığı, ölümü def ederler, ne de onlara ebedi hayat ve o ebedi hayatta ebedi mutluluk kazandırırlar. “Bütün işler Allah’a racidir”44 ayetinin hükmünce, bütün işler Allah’ın iradesiyle husule gelir. “Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz”45 ayetinin bildirdiği gibi, İlahî meşiet asıldır. O dilemeyince insanlar bir şey dileyemezler. Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “Allah müsaade etmeyince duyan kulaklar duymaz, isteyen gönüller istemez oluverir.”46
1 Hacc, 73
2 Abdali, s. 248
3 Râzî, XXIII, 68; Kurtubi, XII, 65
4 Ebussuud, VI, 121; Alûsî, XVII, 202 Kutub, fi Zılali’l – Kur’ân, IV, 2444
5 Yasin, 74-75
6 Bkz. Râzî, XXVI, 107
7 Zümer, 29
8 Zemahşeri, III, 396; Râzî, XXVI, 277; Beydâvî, II, 324; Ebussuud, VII, 253; İbn Kayyim, İ’lam, I, 143; el – Emsal, Tahkik: Said Hatib, Daru’l- Marife, Beyrut 1983, s. 260- 261
9 Râzî, XXVI, 277
10 Nursî, Mektubat, s. 257
11 Rum, 28
12 Yazır, VI, 3820. Ayrıca bkz. Zemahşeri III, 221; Kurtubi, XIV, 16-17
13 Nahl, 71
14 Râzî, XX, 79
15 Zemahşeri, II, 419. Ayrıca bkz. Râzî, XX, 79; Kurtubi, X, 93
16 Râzî, XX, 79
17 Nahl, 75
18 Râzî XX, 83; Beydâvî, I, 552; Kurtubi, X, 97
19 İbn Kayyim, İ’lam, I, 124
20 Yazır, V, 3111
21 İbn Kayyim, İ’lam, I, 124
22 Nahl, 76
23 Zemahşeri, II, 421; Râzî, XX, 86; Beydâvî, I, 552; Kurtubi, X, 98
24 Zemahşeri, II, 421
25 Kurtubi, X, 98
26 Ankebut, 41
27 Zemahşeri, III, 206
28 Hakim Tirmizi, Muhammed Bin Ali, el – Emsal, Müessesetu Kütübi’s- Sikafiye, Beyrut 1989, s. 86
29 Kasımi, XIII, 4751
30 Yazır, V, 3778
31 Râzî, XXV, 68
32 Ateş, IV, 1973
33 Beydâvî, II, 210; Ebussuud, VII, 41
34 Râzî, XVI, 63; Beydavî, I, 405; İbn Kesîr, IV, 95; Nesefi, II, 127
35 Celaleddin Süyûti, el – Itkan fi Ulumi’l – Kur’ân, Daru İbni Kesir, Beyrut, 1993 I, 28
36 Nursî, Emirdağ Lahikası, Sözler Yay. İst. 1993, s. 379-380
37 Abdali, s. 277
38 Ankebut, 42-43
39 Zemahşeri, III, 206-207
40 Ra’d, 14
41 Râzî, XIX, 29; Ebussuud, V, 11
42 Kurtubi, IX, 197-198
43 Yazır, IV, 2970-2971
44 Hud, 123
45 İnsan, 30; Tekvir, 29
46 Yazır, IV, 2971
