İnsan çok zengin bir his dünyasına sahiptir. Sevinç, ümit, rağbet gibi teşvik edici; korkmak, çekinmek, ürpermek gibi sakındırıcı; hoşlanmak, sevmek, kutsal tanımak gibi meylettirici hisleri vardır. Başarılı bir terbiyeci, kâmil bir mürşit bütün bu hislere hitap etmesini bilmelidir.1 Kur’ân ayetlerine baktığımızda insanın bu pek zengin his dünyasının ihmal edilmediğini görürüz. Konunun belki de en çarpıcı misalini, Kur’ân’ın Allah yolunda infaka teşvikinde görebiliriz. Bakara suresinde 261. ayetten 266. ayete kadarki bölümde art arda dört temsil vardır. Bu temsiller, Allah yolunda vermenin kat kat mükâfatını, minnet ve eza ile vermenin neticesini gayet etkili bir şekilde anlatmaktadır. Şöyle ki:
1-Bire Yedi yüz Mahsul
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli şuna benzer: Kendisinden yedi başak biten bir dane var. Her başakta da yüz dane… Allah dilediğine daha da fazla verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir (lütfu boldur, her şeyi bilendir).”2
Ayet, Allah yolunda infak edenlere bire yedi yüz karşılık verileceğini toprağa atılan buğday danesiyle anlatmaktadır. Bu daneden yedi başak çıkmakta, her başakta yüz dane bulunmaktadır. Ancak, Allah’ın mükâfatı bire yedi yüzle de sınırlı değildir. O, dilediğine daha fazla verebilir.
Ayet, şu manaya da işaret etmektedir: İnsanlar fesadı bertaraf edip ziraat ilmini ilerletecek olurlarsa, bu kadar mahsul alabilirler. O zaman “yeryüzünün erzakı bize yetişmiyor” diye kavga etmezler, “yetişmeyecek” diye ümitsizliğe düşmezler. Lakin misale dalıp ta asıl maksadı unutmamak gerekir. Maksat buğday toplamak değil, onları yerinde “fî sebilillah” (Allah yolunda) sarfetmektir. Bu ekinin hasılatı ise, asıl cennette biçilecektir.3
2-Kayaya Yağan Yağmur
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı minnet ve eza ile boşa çıkarmayın! O kimse gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da, ne Allah’a inanır, ne ahiret gününe… Onun meseli, bir kaya meseline benzer ki, üzerinde biraz toprak var. Derken şiddetli bir sağanak üzerine iner de onu büsbütün topraktan mahrum bırakır… Öyleler kazandıklarından hiçbir şey istifade edemezler. Allah, kâfirler güruhunu doğru yola çıkarmaz.”4
Muhtaç insanlara yapılan yardım, minnetsiz, eziyetsiz yapılmalıdır. Başa kakarak ve gönül kırarak yapılan yardımlar, sahibine bir sevap kazandırmayacaktır. Bunların hali şuna benzer: Bir kaya var, üzerinde de bir parça toprak. Şiddetli bir yağmur yağıyor. Her tarafın yemyeşil olmasına vesile olan yağmur, kaya üzerindeki bu azıcık toprağı da silip götürüyor, geriye ancak çıplak bir kaya kalıyor.
İşte, minnet ve eziyetle verilen bir sadaka, böyle bir taş üstüne atılmış tohum gibi zayi olur, gider.5
3-Tepedeki Bahçe
“Mallarını Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak (gönlünden gelerek) Allah yolunda harcayanların durumu, yüksek bir yerdeki toprağı verimli bir bahçenin durumu gibidir. Buraya bol yağmur yağmış, kat kat ürün vermiştir. Bol yağmur almasa bile, hafif bir yağmur da ona yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”6
Bir önceki temsilde veren, fakat minnet ve eza edenlerin hali anlatılmıştı. Bu ayette ise, onun tam mukabili anlatılıyor. Her ikisinde ortak yön sağanak halindeki yağmur. Fakat yağmurun geldiği yer neticeyi değiştiriyor. Üzerinde azıcık toprak bulunan bir kayaya yağmur geldiğinde onun az toprağını da silip süpürürken, aynı yağmur tepedeki bir bahçeye geldiğinde verimi kat kat artırıyor. İşte, muhtaç olanlara malından verme fiili de böyledir.
Hem minnet ve eziyet edenler, hem de Allah’ın rızasını arayanlar bir şeyler vermektedir. Fiil aynı olmakla beraber netice bir değildir.
4-Kavrulan Bahçe
“Sizden biri şöyle bir durumu hiç arzu eder mi: Kendisinin hurmalar ve üzümlerden bir bahçesi olsun. (Ağaçların) altından nehirler akmakta, bahçe içinde her türlü mahsuller var ve kendisine ihtiyarlık çöksün. Ayrıca bakıma muhtaç bir takım zürriyeti (yavrucakları) olsun. Derken o bahçeye ateşli bir bora isabet etsin de, o bahçe yanıversin. İşte Allah ayetlerini böyle anlatıyor, gerek ki düşünesiniz.”7
Ayet, güzel işler yapan birinin, bu işleri boşa çıkaracak riya, eza gibi fiiller de yapmasını ve kıyamet günü bu güzel işlerin sevabına en muhtaç olduğu bir durumda hiçbir faydasını görmemesini anlatmaktadır.8
Bu anlatım son derece etkili, hatırda kalıcı ifadelerle yapılmış. İşte, yaşlı bir adam. Cennet misal gayet güzel bir bahçesi var. Ancak bu adam tek başına değil. Bakması gereken elleri ermez, güçleri yetmez kimseler var. Bu durumda biri, bir gün uyandığında ateşli bir bora ile o güzelim bahçenin yanıp kül olduğunu görse, acısı ne kadar şiddetli olur? Kalbi nasıl gam ve kederle dolar? Çünkü hem böyle güzel bir bahçeyi kaybetmiş, hem de çalışmayacak bir durumda muhtaç kalmıştır. Hem de kendini bile geçindiremez iken, bir de bakması gereken kimseler olduğu halde…9
Hz. Ömer, sahabeye bu ayetten sorar. “Allahu a’lem” (Allah en iyi bilir) derler. Hz. Ömer böyle cevap verilmesinden hoşlanmaz “Böyle değil, ‘biliyoruz’ veya ‘bilmiyoruz’ deyin, der. İbn Abbas, “ey emiru’l-mü’minin der, ben bir şey biliyorum” Hz. Ömer, “söyle der, kendini küçük görme.” Bunun üzerine İbn Abbas ayeti şöyle değerlendirir: “Bu, amel için getirilmiş bir meseldir. Zengin biri iyilikler yapmış, fakat sonra şeytana uyup günahlara dalmış, böylece bütün iyiliklerini batırmıştır.”10
Beydâvî, ayetin genel muhtevası hakkında şu yorumu yapar: Ayet, sırrıyla melekût âleminde cevelan edip, fikren Cenab-ı Hakk’a yükselen birinin, gerisin geriye dönüp Allah’tan başkalarına yönelmekle çalışmasını heba etmesini temsil etmektedir.11
1 Bkz. Abdülmecid Beyanuni, Darbu’l – Emsal fi’l – Kur’ân, Darul Kalem, Dimeşk, 1991, s. 99-100
2 Bakara, 261
3 Yazır, II, 898
4 Bakara, 264
5 Yazır, II, 902
6 Bakara, 265
7 Bakara, 266
8 Zemahşeri, I, 395
9 Bkz. Râzî, VII, 58
10 Taberi, III, 105; Zemahşeri, I, 395; Alûsî, III, 38
11 Beydâvî, I, 139-140
