Bazıları teşbih ve temsil arasında bir fark görmez.1 Ancak, manada yakınlık aynı anlamı taşımayı gerektirmediğinden, genelde bir ayrım cihetine gidilmiştir.
Çok cihetle yapılan teşbihe temsil denir.2 Mesela, âlim birisi hakkında “o bir deryadır” sözü teşbihtir. “O, hem yakındakilerin hem de uzaktakilerin istifade ettiği bir denizdir. Yakındakiler denizin cevherlerinden, uzaktakiler de bulutlarından istifade ederler” sözü ise bir temsildir.
Ahmet Haşim şöyle der: Hiçbir şey dil kadar ağaca benzemez. Diller tıpkı ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Dilin yaprakları kelimelerdir.3
Bu ifadelerde diller ağaca benzetilmiş ve dildeki yenilenme ağacın bazı yapraklarının dökülüp yerine yenilerinin gelmesiyle anlatılmıştır. Teşbih çok cihetle yapıldığından bu bir temsildir.
Teşbih umumi, temsil ona nisbetle hususidir. Her temsil teşbihtir. Fakat her teşbih temsil değildir.4
Temsil, temessüle vesiledir. Kur’ân-ı Kerimde Hz. Meryem’e görülen ruh (Cibril) için “O’na düzgün bir beşer halinde temessül etti”5 denilmesinden mülhem olarak şöyle diyebiliriz: Göze görülmeyen o ruh, bu şekilde temessül ile gözle görülür hale geldiği gibi, gaybî derin manalar dahi temsil vasıtasıyla temessül eder.
Sokratın insan zihnini balmumundan bir levhaya benzeterek öğrenme ve unutma olaylarına açıklık getirmesi, Eflatun’un mağara misaliyle “ide’ler âlemini” anlatması unutulmaz birer temsildir.6
Temsil,
-en uzak hakikatleri yakına getiren bir dürbün;
-en dağınık meseleleri toplattıran bir cihetü’l- vahdet;
-en yüksek gerçeklere ulaştıran bir merdiven;
-gaybî gerçeklere açılan bir penceredir.7
Belağat âlimleri, temsilin etkisi hakkında gayet kıymetli mütalaalarda bulunmuşlardır. Mesela:
Temsil, “huri kavramı” gibi gaybi bir şeyi zihne yaklaştırır. Haşir gibi anlaması güç bir meselede muhatabı ikna eder. Allah yolunda vermek gibi bir meselede insanları meylettirir. Faiz gibi haksız bir kazançtan onları vazgeçirir. Methettiğini göklere çıkarır, zemmettiğini yerin dibine batırır. Muhatabın dikkatini çekerek fikir gücünü harekete geçirir. Çok söze muhtaç bırakmadan veciz olarak ifade-i meramı sağlar.8
Temsil, manayı açar, matluptan perdeyi kaldırır. Vehmî bir şeyi gözle görülür hale getirir.9
Temsil, kalbe daha çok nüfuz eder. İnatçı hasmı susturmada daha etkili olur. Çünkü mütehayyel şeyi muhakkak, ma’kulu mahsus olarak gösterir.10
Mesela henüz kıyamet kopmadığından, şu anda kıyamet bizlerin hayalinde vardır. Ama Kur’ân ayetleri kıyamette semanın parçalanmasından, dağların uçmasından, denizlerin yanmasından… bahsederek sanki onu yaşıyormuşuz gibi yapar. Ayrıca -mesela- bahar örneği vererek aslında akla hitap eden öldükten sonra dirilme meselesini gözle görülür hale getirir.
Temsil, vehmin akla itaatine en latif vesiledir. Aklen bilinen gözden ırak şeylerin yüzünden perdeyi kaldırır, onları gözle görülür tarza getirir. Bilinmeyeni bilinir, tanınmayanı ülfet edilir yapar.11
Temsil ile ifade edilen manalar, fikri de harekete geçirir. “Acaba bundan murat nedir?” dedirtir. İnsan, bir şeye iştiyaktan sonra onu elde etse, daha hoş olur. Bu tür manalar, sadefteki inci gibidir. İçini açmadan kendini göstermez.12
Akıllar çoğunlukla vehimlerin müdahale ve tasallutlarına maruz olduklarından, gizli makulatı güzel bir şekilde idrakten mahrum kalırlar. Temsil ise, vehimleri akla itaat ettirerek cahil, anlayışsız kimselere bile hakikati fehmettirmeye vesile olur. Zira temsil, dakik ve rakik gizli makulatın peçe ve perdesini atarak onları açık mahsusat kisvesinde gösterir. Böylece tanınmadık şeyleri tanınmış, görülmedik şeyleri görülmüş gibi izhar ve ifham eder.13
İnsanın hayali makulattan ziyade mahsusata daha itaatkârdır. Temsil, hayale hoş gelir. İşi gücü insana tereddüt vermek ve akla muhalefet olan vehmin akla itaatini temin eder. Gaibi şahit suretinde, yani gözle görülmeyeni gözle görülür şekilde gösterir. Temsil, vicdanı tehyiç ve tahrik eder. Aklî bir mesele, duyulara hitap eder bir şekilde gösterilerek, fikir ve his birleşir. Temsil vasıtasıyla, ayrı ayrı manalar birbirine bağlanır.14
Abdülkahir Cürcanî, belağatın temel kitaplarından olan “Esraru’l-Belağa” isimli eserinde, temsilin tesirini şöyle anlatır:
“Temsil, manaya bir elbise giydirir. Ona nüfuz kazandırır. Kadrini yükseltir. Ateşini alevlendirir, manayı daha parlak yapar. Nefisleri kendine çekmede kuvvet sağlar. Kalpleri kendine davet eder. Kalbin en uzak köşelerinden o manalara bir hareket başlar. İnsan tabiatını, muhabbetle o manalara boyun eğdirir.
Getirilen temsil eğer medh için ise, o manaları daha parlak, daha azametli yapar. Nefiste tesiri daha asil, daha büyük olur, Meyilleri daha ziyade tahrik eder. Medhi daha süratli sağlar, feraha daha çabuk ulaştırır. Medhedene şefaati celbeder. Dillere daha kolaydır. Kalplerin taallukuna daha evla ve daha layık olur.
Eğer zem ise, dokunuşu daha acıtıcı, dağlaması daha yakıcı, incitmesi daha şiddetlidir.
Eğer hüccet ise, burhanı daha nurlu, galebesi daha kâhir, beyanı daha bâhirdir.
Eğer iftiharsa, öne geçirmesi daha çabuktur. Daha şerefli yapar, dili daha yaman olur.
Eğer özür beyan etmek ise, kabule daha yakın, kalplere daha cazip, karanlıkları daha rahat dağıtıcı olur. Gadabı daha çabuk giderir, düğümü daha kolay çözer. Güzel bir sonuca bağlar.
Eğer vaaz ise, sadra daha şifalı, düşünmeye daha etkili, tebliğ ve zecirde daha müessirdir. Gayeyi gösterir, hastayı iyileştirir, susuza şifa olur.”15
Cürcani’nin bu veciz ifadelerini bazı misallerle açmakta yarar görüyoruz. Şöyle ki:
“Yaptığın kötülüğe karşı iyilik göremezsin, boşuna kendini kandırma!” yerine, “dikenden üzüm toplayamazsın, ancak ektiğini biçersin” demek;
“Kıymetini bilmeyeceği şeyleri cahile söyleme” yerine, “hınzırların önüne inci saçma!” demek;
“Dünya devam etmez, baki kalmaz” yerine, “dünya geçici bir gölge, geri alınacak bir ödünç mal ve emanettir” demek elbette daha edebi ve daha müessirdir.16
Arkadaşın insan üzerindeki etkisi herkesçe bilinen bir hakikattir. Fakat şöyle bir ifade, bu hakikati daha açık ve etkili bir şekilde gösterir:
“Kişi salihlerle arkadaşlığa devam ettikçe salihlerden olmaya devam eder. Ancak kötülerle arkadaşlığa başlarsa, tatlı suya sahip nehirlerin denize karışmasına benzer.”17
“İnsan şu dünyaya doymaz” fikri, şöyle bir temsille daha kalıcı olarak ifade edilebilir:
“Dünya tuzlu su gibidir. Ne kadar içsen, susuzluğun o derece artar.”18
Güzel konuşan biri hakkında “çok güzel konuşuyor” demek sade bir anlatımdır. Fakat “Onun sözleri su gibi akıcı, seher rüzgârı gibi latif, bal gibi tatlıdır.” şeklinde söylemek, ifadeye letafet katar:
Cömert kişilerin buluta benzetilmesi, az çok alışılmış bir haldir. Fakat şöyle bir ifade, herhalde daha çarpıcı ve daha dikkat çekicidir:
“Bir gün biri seni cömertlikte buluta benzetirse methinde hata etmiş olur. Çünkü bulut verir ağlar, fakat sen verir, gülersin.”19
Bir insanın üstünlüğünü anlatırken şöyle bir ifade kullanmak aynı zamanda bir delil manasını da taşır:
“Onlardan biri olduğun halde senin diğer insanlara üstün olman, miskin ceylanın kanından bir parça olması gibidir.”20
“Dinin füruatı asırlara göre değişiklik arzeder” cümlesi mücerret bir ifadedir. Fakat bu cümleden sonra “nasıl mevsimlere göre gıdalar ilaçlar, elbiseler değişir. Öyle de…” denilse, bu mücerret dava zihinlere daha kolay yerleşir.
“Biz Kur’ân’dan mü’minlere bir şifa ve rahmet indiririz. Fakat o, zalimlerin ancak hüsranını artırır”21 ayetini okuyan birisi “zatında şifa ve rahmet olan Kur’ân, acaba zalimlere nasıl hüsrana sebebiyet verir” diye düşünebilir. Fakat ayetin yorumunda, “güneşin ziyasından pis maddeler kokuşur” denildiğinde, böyle bir vesvese ortadan kaldırılmış olur.22
Temsil, Kur’ânın gizli manaları bildirmekte, gerçekleri göstermekte kullandığı bir vesiledir.23 Kur’ân-ı Kerim, meselelerini anlatırken sıkça temsiller verir. Kelâmın medih, zem, delil getirme, öğüt verme gibi kısımlarında getirilen temsiller, sözün tesirini artırmakta, güzelliğini ziyadeleştirmektedir. Mesela, Kur’ân-ı Kerim, sahabenin medhinde şöyle der:
“Onların hali bir ekine benzer ki, filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, ardından gövdesi üzerinde doğrulmuş, ekincilerin hoşuna gidiyor…”24
Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şöyle der: “İşte, Rasulullah ve ashabı böyle hoş, mükemmel, muntazam, güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir ordudur. Burada Rasulullahın feyz-i ahlakı, talim ve terbiyesi ile ümmetine ruhen ve cismen verilen hayatî nizam ve neşenin bir ifadesi ve Mekke fatihlerinin bir resm-i geçidi vardır.”25
Ayet, tek başına olan Hz. Peygamberin ehl-i imanla kuvvetlendirilmesini anlatmaktadır.26 Sahabe, İslamın başlangıcında sayıca az idi. Sonra çoğaldılar, kuvvetlendiler. İnsanları hayrette bırakacak şekilde ilerlediler.27
“Şüphesiz Allah kendi yolunda kurşunlarla kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever”28
ayetinde medih yoluyla bir teşvik vardır.
Şu ayet ise, ilmiyle dalalete düşenlerin en adi bir seviyede olduklarını gayet etkili bir şekilde tasvir eder:
“Onlara şu kimsenin haberini oku: Kendisine âyetlerimizi verdik, ama o, âyetlerden sıyrılıp çıktı. Sonra da şeytan onu peşine taktı, böylece yoldan çıkanlardan oldu. Şayet dileseydik onu o âyetlerle yükseltirdik. Lakin o arza (dünyaya, süfli şeylere) yöneldi ve hevâsına uydu. Artık onun meseli (ibret verici hali), köpeğin haline benzer: Üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin meselidir.”29
Ayet, ilminin hilafına amel eden kötü alimi anlatmakta. Dalalete düşmesi cehilden değil, ilimden. Bilerek küfrü imana tercih etmekte.
Artık hiç dönmeyecek bir şekilde imandan ayrılması ayette “insılah” kelimesiyle ifade edilmiştir. İnsılah, hayvanın derisinin soyulması anlamında kullanılır.30 Ayette “şeytana uydu” denilmeyip “derken onu şeytan arkasına taktı” denilmesi de manidardır. Bu ifade, şeytanın onu avladığını anlatmaktadır.31
Köpek, hayvanlar içinde en habis, kadri en düşük, en hasis nefse sahip bir canlıdır. Himmeti batnını aşmaz. Kuvvetli bir hırsa sahiptir. En aşağı şeylere de razı olur. Mesela kokuşmuş cife, ona taze etten daha hoştur; pislik, helvadan daha tatlı gelir. Bir leş bulsa yüz köpeğe yeteceği halde kimseyle paylaşmaz, yaklaşana hırlar.32 İşte, böyle hasis bir hayvanın en nahoş bir hali dilini sarkıtıp solumasıdır. İlahî ayetlere muhatap olduğu halde, şeytanın peşinden gidenler böyle bir köpeğe benzetilmiştir.
Ayette hali tasvir edilen şahıs hakkında Beni İsrail bilginlerinden biri, Ümeyye Bin Ebî Salt veya Bel’am Bin Baura şeklinde farklı rivayetler vardır.33
Ümeyye Bin Ebî Salt, semavî kitaplardan Allah’ın bir peygamber göndereceğini öğrenen ve kendisinin peygamber olarak gönderileceğini uman birisidir. Hz. Peygamber gönderilince, hasedinden onu inkâr eder. Hz. Peygamber Onun hakkında “şiiri iman etmiş, fakat kalbi kâfir” demiştir.34
Bel’am ise, kendisinde bazı İlahî kitapların bilgisi olan biridir.
Hamdi Yazır’ın da dikkat çektiği gibi, anlatılan bu kıssadan maksat şahsın tarifi değil, halini tefhim ve temsildir.35 Her devirde, ayetin tasvir ettiği tipleri görmek mümkündür.
Kur’ânın yetim malı ve faiz yiyenlerle ilgili ifadeleri son derece caydırıcı birer temsil tarzındadır. Şöyle ki:
“Zulmen yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarında sırf bir ateş yerler ve ardından çılgın alevli bir ateşe girecekler.“36
Ayet, zulmen yetim malı yiyenlerin şimdiki ve ilerdeki hallerini vicdanlarda iz bırakacak ifadelerle tasvir etmektedir. Onların yedikleri ateştir, akıbetleri de ateş olacaktır. Zemahşerinin ifadesiyle, yedikleri onları ateşe götürecektir.37
Rivayet edilir ki, yetim malı yiyen kişi kıyamet günü kabrinden ağzı, burnu, kulakları ve gözlerinden duman çıkar bir halde diriltilir. Böylece insanlar onun bu dünyada yetim malı yiyen birisi olduğunu bilirler.38
Cenab-ı Hak faiz yiyenlerle ilgili olarak şöyle bildirir:
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demelerindendir…”39
Onların ‘alışveriş tıpkı faiz gibidir’ demeleri “teşbih-i maklup” olarak değerlendirilir. Yani normalde ‘faiz, tıpkı alışveriş gibidir’ demeleri beklenirdi. Böyle demekle faizin kendilerinde bir asıl, alışverişin ise ayrıntı olduğu hissettirilmiştir.40
Ayette bildirilen kalkışın ne zaman olacağı hususunda başlıca kabirden kalkış veya kıyamette ilahi huzurdaki perişan halleri nazara verilmiştir.41 Bunlar kabirlerinden cin çarpmış kimse gibi kalkacaklardır. Yedikleri faiz karınlarında ağırlık ve şişkinlik yapacak, hamile kadınlar misali bir görünümle kabirden kalktıklarında dik duramayıp yere düşeceklerdir. İnsanlar normal yürürken, onların her kalkışlarını bir düşüş takip edecek ve bu şekilde onların faiz yiyen kimseler oldukları bilinecektir.42
Hz. Peygambere mi’raçta sarkık karınlı insanlar gösterilir. Hz. Cebrail’e “bunlar kimler” diye sorunca Hz. Cebrail şu cevabı verir: “Bunlar, faiz yiyenlerdir.”43
Seyyid Kutub, ayetin tasvir ettiği şeklin bizzat bu dünyada beşeri hayatta vaki’ olduğuna dikkat çeker. İçinde yaşadığımız âlemin hemen her tarafında endişe, ızdırap, korku, stress hakimdir. Bunların en büyük bir sebebi ise, faiz belasıdır.44
Hamdi Yazır, bu tür kimselerin dünyadaki durumunu şöyle ele alır: Bunlar faiz yoluyla, çalışanların mesai semeresini alıp geçindiklerinden rehavet içinde yatar, seri bir intibah ile kalkamaz. Ekserisi yataklarında şeytan çarpmış gibi saatlerce gerneşerek, ağzını gözünü eğerek sendeleye sendeleye kalkar. Hayatları faiz fikri ile delicesine geçer. Düştükleri zaman bellerini doğrultamazlar.45
Temsil ile delil getirmek Kur’ân’da sıkça görülen bir durumdur. Mesela, öldükten sonra dirilmek meselesinde, ilk yaratılış sıkça nazara verilir. Bu tarz ifade, bu derin meseleye kuvvetli delil olur, akılları ikna eder.46
Verilen öğüt, temsille desteklenirse daha kalıcı ve etkileyici olur. Mesela Hz. Lokman oğluna “(büyüklerin yanında) yüksek sesle konuşma” dedikten sonra “çünkü der, seslerin en çirkini merkebin sesidir.”47
1 Bkz. İbn Esir, Ziyaeddin, el – Meselü’s – Sair, Daru’r- Rifaî, Riyad, 2. bsk. II, 123
2 Haşimi, s. 262; Carim, s.35; Abdali, Şerif Mansur Bin Avn, el – Emsal fi’l – Kur’ân, Alemu’l- Marife, Cidde, 1985, s. 30
3 Faruk Kadri Timurtaş, Diller ve Türkçemiz, Alfa Yay. İst. 1996, s. 369
4 Abdülkahir Cürcani, Esraru’l Belağa, s. 75; Semi’ Atıf Zeyn, el- Emsal ve’l – Misl ve’l- Mesülat fi’l – Kur’âni’l – Kerim, 1987, s. 16
5 Meryem, 17
6 Bkz. Nihat Keklik, Felsefede Metafor, Edebiyat Fak. Basımevi, İst. 1990, s. 17-20. Nihat Keklik bu eserinde felsefe tarihinde görülen en meşhur temsilleri belli bir sistematik içinde takdim etmiştir.
7 Bkz. Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 377
8 Bkz. Meydanî, s. 59-60
9 Zemahşeri, I, 262
10 Beydâvî, I, 30
11 Ebussuud, I, 50
12 Bkz. Abdülkahir Cürcani, Esraru’l-Belağa, s.118-119
13 Yazır, I, 244
14 Nursî, İşaratu’l-İ’caz, s. 123
15 Abdülkahir Cürcani, Esraru’l-Belağa, s. 92-96
16 Abdali, s. 39- 40
17 Carim, s. 38
18 Haşimi, s. 264
19 Carim, s. 60
20 Cürcani, Abdülkahir, Esraru’l Belağa, s. 103
21 İsra, 82
22 Bkz. Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 218
23 Abdali, s. 57
24 Fetih, 29
25 Yazır, VI, 4442
26 Zemahşeri, III, 551
27 Beydâvî, II, 413; Kurtubi, XVI, 194; İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l – Beyan, Eser Neş. İst. 1389 h., IX, 59
28 Saff, 4
29 A’raf, 175-176
30 İbn Manzur, III, 25; İsfehani, s. 419
31 İbn Kayyim, Fevaid, Daru’n- Nefais, Beyrut 1986, s. 132 -133
32 İbn Kayyım, İ’lamu’l – Muvakkiin an Rabbi’l – Âlemin, Daru’l – Kütübi’l – İlmiyye, Beyrut, 1991,
I, 128
33 Râzî, XV, 53-54; Beydâvî, I, 367
34 Râzî, XV, 54
35 Yazır, IV, 2335
36 Nisa, 10
37 Zemahşeri, I, 504
38 Zemahşeri, I, 504- 505; Râzî, IX, 200
39 Bakara, 275
40 Bkz. Sabunî, I, 176
41 Râzî, VII, 88; İbn Kuteybe, Ebu Muhammed, Te’vilu Müşkili’l – Kur’ân, Daru’t- Türas, Kahire, 1973, s. 435
42 Kurtubi, III, 229
43 Râzî, VII, 89- 90
44 Bkz. Kutub, fi Zılali’l – Kur’ân, Daru’ş-Şuruk, 1980, I, 324- 326
45Yazır, II, 957
46 Mesela bkz. Bakara, 28; Rum, 26-27; Yasin, 77-79; Vakıa, 57-62; Kıyame, 36-40
47 Lokman, 19
