Münafığın Dünyası

Münafık, gerçekte iman etmediği halde, kendini mü’min gösteren kimsedir. “Münafıklık, bir inanç sahtekârlığıdır… İnanç ve eylem planında bir namertliktir.”1

Münafık bukelemun gibidir; bulunduğu araziye göre renk değiştirir.

Tünel şeklinde yuva yapıp istediğinden girip çıkarak düşmanlarını aldatan jerbua, münafığın hareket tarzına güzel bir misaldir.2

Münafık kendini rüzgâra göre ayarlar. Hangi taraftan kuvvetli bir rüzgâr eserse o doğrultuda döner… Onun din ve inanç anlayışına menfaat hâkimdir. Hadisin ifadesiyle münafık, “iki koyun arasında mütereddit bir kuzu gibidir. Bir ona gider, bir diğerine.”3

Zarar verme noktasında ise münafık, pirincin içindeki beyaz taşa benzer.

Kur’ân-ı Kerim’de münafıklarla ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetler, münafıkların genel portresini çizer, onları ismen değil, vasfen teşhir ederler. Bu portreye bakıldığında, her devrin münafıklarını görmek mümkündür. Biz burada, onlarla ilgili ayetlerden konumuzu ilgilendirenlere bakmaya çalışacağız:

1-Duvara Dayalı Keresteler

“Onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider. Söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar, dayanmış keresteler gibidir…”4

Ayet, münafıkları dayanmış kerestelere benzetir. Kerestede ne ruh, ne gölge, ne meyve vardır. Münafıklar da, iman ve hayırdan bomboş birer kerestedir.5 Keza, kereste akletmez, anlamaz. Münafıklar da, gerçek manada akletmekten uzak kimselerdir.6

Hamdi Yazır, âyet ışığında onları şöyle tasvir eder:

Oturdukları yerde, dayanmış ahşap keresteler gibi dışları düzgün, endamları süzgün, hareketsizce kurulur, otururlar. Lakin içleri irfan ve şuurdan, neşv ü nema kabiliyetinden mahrum, metanet ve salabetten hâli, boş, kuru tahtalara, direklere benzerler, öyle ruhsuzdurlar. İstifade edilmesi lazım gelen sözler kulaklarına girmez, ondan istifade etmezler.7

2-Yemin Kalkanı

Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler.”8

Münafık, menfaatinin takipçisidir. Kendi çıkarı için her türlü yola başvurur. Mesela, yalan söylemekten ve yalan yere yemin etmekten hiç çekinmez. Ayette yalan yere yeminle kendilerini korumaya çalışmaları bir kalkana benzetilmiştir.

Onları bu tarz harekete sevkeden durum, öldürülmek ve esir edilmek korkusu veya kendilerine kâfirlerle ilgili hükümlerin uygulanması endişesidir.9

3-Ne Oraya Ne Buraya

İnsanlardan kimi Allah’a kenarından kıyısından ibadet eder. Kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur, başına bir fitne gelirse yüzüstü dönüverir. Dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte apaçık hüsran budur.”10

Ayet, Allah’a tam bir güven ve yakinle ibadet etmeyen müzebzeblerin durumunu bildiren bir temsildir.11 Bu cihetle, ayette durumu anlatılan kimseleri itikatta münafık değil, amelde münafık alarak görmek herhalde daha isabetli olacaktır.

Ayetin çizdiği tablo şudur: Savaş esnasında bazıları ordunun durumuna göre tavır sergiler. Zafer veya ganimeti hissettiğinde yerinde sebat eder, fakat mağlubiyet hissederse de kaçar.12 İşte, bazılarının Allah’a ibadeti bunun gibidir. İşleri iyi giderse bir problem yoktur. Fakat dininden dolayı az bir sıkıntıyla karşılaşsa, dönüvermekte tereddüt etmez. Allah’ın emrini yerine getirmekte bir miktar sıkıntıya maruz kalmak veya o emrin gereğini yapmamak alternatifleri karşısında, emr-i ilahiyi terketmeyi tercih eder.

Alûsî’nin de dikkat çektiği gibi, Allah’tan keramet, insanlardan övgü ve dünya malı bekleyenler de ayetin şümulünde değerlendirilebilir. Böyleleri, bu türden bir şey görse ibadete şevkle devam eder. Görmese, gevşer veya terkeder.13

4-Zararlı Alışveriş

“İşte bunlar hidayete bedel dalaleti satın almış kimselerdir. Onların ticareti kâr etmedi. Doğru yolu da bulamadılar.14

Bakara suresinin başında 8-20. ayetler münafıklardan bahseder. Bu ayet öncesinde onların başlıca özelliklerine dikkat çekilmiş, bu ayetle de hidayet bedeline dalaleti satın almalarının zararlı bir ticaret olduğu bildirilmiştir.

Ayet bir istiaredir. Burada bir alışveriş söz konusudur. Satın almada bir bedel verilir, karşılığında bir şey alınır. İşte bunlar, hidayeti vermiş dalaleti satın almış kimselerdir. Dolayısıyla ticaretleri zararlı bir alışveriş olmuştur.15

Hidayet ve dalalet birbirine zıt kavramlardır. Hidayet yola varmak, dalalet yola hiç varmamak veya yoldan sapmaktır. “Bunların hidayeti verip dalaleti satın almaları zarar üzerine zarardır. Dalaleti almakla hüsrana düştükleri gibi, hidayet gibi büyük bir nimetten de mahrum kalmışlardır.”16

Ayetin, Doğru yolu da bulamadılar.” kısmı onların cehaletine işaret eder. Çünkü ticaretten maksat, sermayeyi muhafaza ile beraber kazançtır. Bunlar ise, sermayeleri olan fıtrat-ı selime ve aklı zayi etmişlerdir.17

Kur’ân’ın ilk muhatapları ticaretin acı tatlı hallerini yaz-kış yapmış oldukları ticaret yolculuklarıyla tatmışlardı. Ayetin, münafıkların hüsranını böyle bir ticaret üslubuyla anlatımından şu mana da kendini hissettirir: İnsanlar dünyaya daimi kalmak için değil, sermayeleri olan kabiliyetleriyle ticaret için gönderilmişlerdir. Ta ki, birer çekirdek hükmünde olan kabiliyetlerini sünbüllendirsinler, sonra meyvelerini toplasınlar.18

İşte münafıklar bu ticaretin gereğini yapamamış; sermayeleriyle bir şeyler kazanmadıkları gibi, onu bütün bütün zayi etmişlerdir.

5-Sönen Ateş

Onların meseli, şu kimsenin meseline benzer ki, bir ateş yakmak istedi. Ateş, o kişinin çevresinde olan şeyleri aydınlattığında, Allah onların nurunu giderdi de, kendilerini zulümat (karanlıklar) içinde bıraktı. Artık bunlar görmezler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık bunlar dönmezler.”19

Kur’ân-ı Kerim bu temsille münafıkların durumunu gözler önüne serer. İfadeler öyle canlı, tasvir öyle hareketlidir ki, muhatap okumak yerine âdeta onları seyretmektedir.20

Hz. Peygamber Medine’ye gelince iman edenlerden bir kısmı, sonra münafık olmuşlardı. Ayet onların ve emsalinin hallerini temsil yoluyla anlatmaktadır.21 Bu münafıklar, zahirî imanlarıyla canlarını, mallarını, evlatlarını korudular. Keza ganimetten de yararlandılar. Kendilerine Müslüman muamelesi yapıldı. İşte, şu dünya hayatından azıcık faydalanmaları ayette “nur” ile ifade edilmiştir.22

Kur’ân’ın ilk muhatapları, temsilde anlatılan manzaraya alışkındı. Güneşin zulmü sebebiyle gecenin zulmetine sığınıyorlar, gece yol alıyorlardı. Bazen semayı bulutun kaplamasıyla hiçbir şey göremiyorlar, bu sebeple ateş yakıyorlardı.23

Temsili ana hatlarıyla şöyle ifade etmek mümkündür: Sahrada yolunu kaybetmiş bir kafile, kendilerine bir ateş yaktılar. Fakat muhafaza etmediler. O da söndü, karanlıkta kaldılar. Hiçbir şey görülmediğinden her şey onlar hakkında yok hükmünde oldu. Gecenin sessizliği sebebiyle sanki sağır oldular. Gecenin karanlığı ve kendi ışıklarının sönmesi sebebiyle sanki kör oldular. Kendilerine muhatap ve yardımcı olmadığından feryat edip yardım isteyemiyorlardı; bu yüzden sanki dilsiz oldular. Dönüş mümkün olmadığından, ruhsuz ceset gibi kalakaldılar.24

Temsildeki ateşi yakan kimse, münafığa; çevrenin aydınlanması iman izharına, ateşin sönmesi iman etmiş görünerek elde ettiği faydaların kesilmesine işaret eter.25

Temsilde geçen “zulümat”, zulmetin çoğuludur. Karanlık anlamındaki bu kelime, nurun olmayışını ifade eder.26 Ayette çoğul ve nekra (elif-lamsız) gelişi, karanlığın şiddetini bildirir. Peşinden “artık bunlar görmezler” ifadesi, bunu te’kid eder.27 Temsildekilere bakan cihetiyle, onların pek çok karanlıklar içinde olduğunu anlatır. Mesela, gecenin siyahlığı ve bulutların zulmeti, onların ruhlarında ümitsizlik ve korku karanlığı meydana getirir. Mekân itibariyle, yalnızlık ve dehşet karanlığı, zaman itibariyle sükûn ve sükût zulmeti yaşarlar.28

Münafıklara bakan cihetiyle ise, onların dünya ve ahirette karşılaştıkları ve karşılaşacakları karanlıklara bakar. Mesela, kalplerindeki küfür bir zulmettir. Kıyamet gününde nurlarının gitmesi bir zulmettir.29 Keza, her an nifaklarının ortaya çıkma ihtimaliyle yaşamaları, ruhlarında daimi bir zulmettir. Müslümanların gittikçe kuvvetlendiğini görmeleri bir başka zulmettir.

Ayette geçen “zulümat” ifadesi; şüphe, cehalet, küfür için kullanılmıştır. Şek ve şüphe makulattan, yani akılla idrak edilen şeylerdendir. Gecenin karanlığında kişi bir şey göremediği gibi, ilmî gerçekleri idrake mani olan şüphe ve cehaletle de bir şey göremez.30

Ayette, ateşin çevreyi aydınlatmasının hemen peşine “Allah onların nurunu giderdi” denilmesi nice münafığın şu dünyada nifakı ortaya çıkmadan yaşayıp gitmesi realitesine ters düşmez. Zira münafık iç âleminde zaten zulümat içindedir.

Onların nurunun giderilmesinin en haşmetli manzarası ise, mahşer meydanında yaşanacaktır. Şöyle ki:

O gün (kıyamette hesap vaktinde) sen erkek ve kadın mü’minleri nurları önlerinde ve arkalarında koşuyor bir halde görürsün… O gün münafık erkekler ve kadınlar, iman edenlere şöyle derler: Bize yönelin / bakın da sizin nurunuzdan bir parça alalım. Onlara ‘arkanıza dönün de nur arayın!’ denilir. Böylece aralarına tek kapısı olan bir sur çekilir. Kapının iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır. (Münafıklar) onlara ‘(dünyada) sizinle beraber değil miydik?’ diye seslenirler. (Mü’minler ise) şöyle cevap verirler: Evet, (görünüşte bizimle idiniz). Lakin siz kendinizi fitneye attınız. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz. İşkillendiniz. O kuruntular sizi aldattı. Sonunda Allah’ın emri (ölüm) geldi. O aldatıcı şeytan, Allah hakkında sizi aldattı…”31

Görüldüğü üzere, ayet münafıkların mahşerdeki perişan halini bir tablo olarak sunmaktadır. Artık nurları yoktur. Dünyada mü’min görülmeleri sebebiyle, orada mü’minlerin nurundan istifade etmek isteyecekler, fakat bir şey bulamayacaklardır.

Tahlilinde bulunduğumuz temsilde, nurun yanında nar yani ateş de vardır. Hamdi Yazır, temsilin bu kısmını şöyle açıklar:

Bu davet, bir taraftan müjde, diğer taraftan uyarmayı muhtevidir. Bu davet, cennetin mukabilinde bir de cehennem ateşi gösteriyor, ‘Bu ateşten kaçın, şu cennete koşun’ diyor. Münafıkların da müjdelere ağızları sulanıyor, inzar (uyarı)dan da başları dönüyor. Ağızdan ‘amenna’ diyorlar, hidayet buraya kadar geliyor. Lakin kalplerine iman girmiyor. Çünkü iz’an nurları sönmüş. Fenalığa ceza veren adil bir Allah’a inanmak istemiyorlar.”32

Ayette “Allah onların nurunu giderdi” denilip “narını giderdi” denilmemesi ince bir nükte ifade eder. Şöyle ki: Ateşte hem aydınlatma (nur), hem yakma özeliği vardır. Allah, onların nurunu gidermiş, dolayısıyla geriye bu münafıklara ancak yakıcı ateş kalmıştır.33

Ayetin “sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” kısmına gelince: Bu münafıkların her ne kadar bu duyuları sağlamsa da, fonksiyonlarını icra etmemektedirler. Kulaklarıyla, kendilerine okunan ayetleri dinlemiyorlar. Dilleriyle onları konuşmuyorlar. Gözleriyle, afak ve enfüste nasbedilen tevhid delillerine nazar etmiyorlar.34 Bundan dolayı da, içinde bulundukları küfürden dönemiyorlar. “Ceza, amelin cinsindendir” hükmünce bunlar ahirette kendi durumlarına uygun bir şekilde haşredileceklerdir.35 Kur’ân bunu şöyle bildirir:

Biz onları kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz.”36

Açıklamaya çalıştığımız bu temsil, bir cihetle de Hz. Peygamberin davet ve hidayeti karşısında münafıkların durumunu anlatır.37 Şöyle ki: Hz. Peygamber şöyle der:

Benimle insanların hali şuna benzer: Bir adam ateş yakmış. Ateş, o kişinin çevresinde olanları aydınlattığında kelebekler ve emsali ateşe koşan canlılar o ateşe düşmeye başlar. O adam onları çekip kurtarmaya çalışır. Onlar ise illa ateşe düşmek isterler. İşte ben, sizi ateşe düşmekten kurtarmaya çalışıyorum.”38

Bu hadisin ışığında baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkar: İnsanlık küfür, cehalet, gaflet gibi karanlıklar içinde yaşarken son peygamber gönderilir. Bu karanlıkları aydınlatacak bir ateş yakar. Fakat bir kısım insanlar, ateşin nurundan istifade yerine, narında yanmayı tercih ederler.

6-Sağanağa Tutulanlar

Veya (onların hali), semadan sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Onda karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek var. Ölüm korkusuyla, yıldırımlara karşı parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Her ne zaman onları aydınlatsa ışığında yürürler. Karanlık yapınca da dikilip kalırlar. Şayet Allah dilese, işitmelerini ve gözlerini alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.”39

Bu temsil, münafıkların içinde bulunduğu şaşkınlık, ızdırap, telaş ve endişeyi resmetmektedir.40

Bir önceki temsilin peşinde ikinci bir temsil getirilişi, münafıkların iki kısım olduğuna işaret eder:

1- Ami, aşağı tabaka.

2- Mütekebbir, mağrur tabaka.

Birinci temsil tâbi durumda olan birinci kısma, ikinci temsil nifakta ileri ikinci kısma bakar.41

Buradaki temsilin çizdiği tabloyu şöyle ifade edebiliriz:

Karanlık bir gecede çölde yol alırken sağanak halinde yağmura tutulan bir grup var. Yağmurun taneleri sanki birer mermi gibi kendilerine isabet ediyor. Sema bunlarla dolu. Sanki sema, onları helake azmetmiş. Gök gürültüsüyle onlara bağırıyor. Bunlar, dehşetlerinden parmak uçları yerine parmaklarını kulaklarına koyuyorlar. Arada şimşek çakıyor. Fakat bu şimşek neredeyse onların gözünü kapıverecek. Onun ışığında birkaç adım atıyorlar. Fakat hemen peşine her tarafa karanlık çöküyor. Bunlar, mecalsiz bir vaziyette oldukları yerde dikilip kalıyorlar.42

İşte, münafıklar vücut sahrasında yol alırken, halleri temsilde anlatılan kimselerin halini andırmaktadır. Münafık inançsız olduğundan âlemin bütün eczasını kendisine düşman telakki eder. Her şeyin bela ve musibetleriyle kendisini tehdit ettiğini, olaylarıyla kendisine bağırdığını zanneder. Sanki bütün enva’ ona düşmanlıkta ittifak etmiştir. Onun bu hali istinat ve istimdat noktalarının olmayışından kaynaklanmaktadır.43

Hamdi Yazır, temsilin muhtevasını şöyle ifade eder:

Semanın her tarafından bardaktan dökülür gibi boşanmış kuvvetli bir yağmur yağıyor. Onda türlü karanlıklar var. Gece karanlığı, kara sayyib bulutu dünyayı kaplamış. Yağmurun kesafeti de bunlara munzam olmuş, insanın içini sıkıyor mu sıkıyor. Göz, gönül kararıyor mu kararıyor. Binaenaleyh, zulmetler katmerlenmiş. İç dış zifiri karanlık. Bundan başka dehşetli bir gök gürültüsü, titretici bir patlayışı, gürleyişi var ki, beyinlerde çatlıyor, afakta gürlüyor. Bir de şimşek, şimşek çakışı, çakıp şakıdıkça, parlayıp yıldıradıkça bir ümit parıltısı gibi karanlıkları yarıyor, yürekleri ağıza getiren bir helecan veriyor. Bunlara tutulanlar, o ateşli kamçılardan, o dehşetli şerarelerden, yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Bunu da ölüm korkusuyla, ölümden sakınmak için yapıyorlar. Lakin kulak tıkamak neye yarar? Korkunun ecele faidesi ne? Allah bütün kâfirleri her taraflarından, içlerinden dışlarından, dünyalarından ahiretlerinden kuşatmıştır.”44

Ayette “semadan bir yağmur” denilmesi de dikkat çekici bir husustur. Zira yağmurun semadan geldiği aşikârdır. Bununla, yağmurun semanın her tarafından geldiği anlatılmıştır.45

Şimdi, temsilde yer alan unsurların hakikatine bakalım:

Kuvvetli yağmur, İslam dinine,

Zulümat (karanlıklar) kâfirlerin şüphelerine,

Ra’d ve berk (gök gürültüsü ve şimşek) dindeki vaat ve vaide,

Yıldırımlar, Müslümanlardan münafıklara gelen korku, bela ve fitnelere işaret eder.46

Keza, şimşeğin ışığında birkaç adım atmaları İslam’dan istifade ettikleri miktara, dikilip kalmaları ise kendilerine bir şüphe geldiğinde duraklamalarına bakar.47 Yani, münafığın iç âleminde zaman zaman bir ışık parlar, İslam’ın hak olduğuna inanacak gibi olur. Fakat hemen ardından arız olan bir şüphe, imana gelmesini engeller.

Temsilde yıldırımların korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkamaları onların dehşetinin şiddetini bildirir.48 Münafıklar da, Kur’ân’ın haber verdiği dünyevi ve uhrevi azap saikaları karşısında kulak tıkamakla kurtulmak isterler. Hâlbuki yıldırımın gürültüsüne karşı kulak tıkamak, ondan isabet almaya engel değildir. Duymazdan gelmek neticeyi değiştirmez.

Yağmur, haddi zatında bir rahmettir. Fakat temsilde anlatıldığı şekliyle dehşet verir. Onun gibi, iman samimi olunca faydalı, nifak karışınca zararlıdır.49

Hamdi Yazır temsilde ifade edilen “ra’d ve berk” yani gök gürültüsü ve şimşeğin atıf vav’ıyla beraber zikredilmesini şöyle değerlendirir: Bilmeyenler gök gürültüsünü şimşekten sonra, yıldırımı da bu gürültü ile beraber gelir zannederler. Hâlbuki yıldırım şimşekle düşer. Esasen gök gürültüsü de onunla beraber patlamıştır. Daha esasında gök gürültüsü, o yıldırımı çıkaran sarsıntıda, sadmede darbedilir… Ses ağır gelir, sonra işitilir ve geldiği zaman ‘size geçmiş olsun, biiznillah yıldırımı düşürdüm. Siz kurtuldunuz’ der.50

Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim temsiller getirirken bile, böyle ince ilmî işaretlere yer vermekte; çok cihetlerle mucize olduğunu göstermektedir.

1 Kılıç, Kur’ân’a Göre Nifak, Furkan Yay. İst. 1982, s. 27

2 İbn Manzur, X, 358

3 Müslim, Münafikın, 17; Nesei, İman, 31

4 Münafıkun, 4

5 İbn Kayyim, İ’lam, I, 146

6 Râzî, XXX, 15. Ayrıca bkz. Kurtubi, XVIII, 82; Ebussuud, VIII, 252; Alûsî, XXVIII, 111

7 Yazır, VII, 5001

8 Münafikun, 2

9 Silmî, s. 369

10 Hacc, 11

11 Sabunî, II, 282

12 Zemahşeri, III, 7; Râzî, XXIII, 13; Ebussuud, VI, 97; Alûsî, XVII, 124

13 Alûsî, XVII, 159

14 Bakara, 16

15 Zemahşeri, I, 190-191; Râzî, II, 72; Ebussuud, I, 48

16 Nursî, İşaratu’l- İ’caz, s. 108

17 Beydâvî, I, 30

18 Nursî, İşaratu’l-İ’caz, s. 107

19 Bakara, 17-18

20 Bkz. Ebu Zehra, s. 255- 256

21 Râzî, II, 73; İbn Kayyim, İ’lam, I, 117; Melik Hasen Bahş, Esraru’t- Tenevvü’ fi Teşbihati’l – Kur’âni’l – Kerim, Daru’l- Müctema’, Medine 1993, s. 218- 219

22 Râzî, II, 73

23 Bkz. Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 124-125

24 Nursî, age s. 123

25 Zemahşeri, I, 208; Nesefi, I, 25

26 İsfehani, s. 537

27 Ebussuud, I, 51

28 Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 129

29 Ebussuud, I, 51

30 Cürcani, A. Kahir, Esraru’l – Belağa, s. 51

31 Hadid, 12-14

32 Yazır, I, 247

33 İbn Kayyim, İ’lam, I, 117

34 Ebussuud, I, 51-52

35 Bursevi, I, 67

36 İsra, 97

37 Yazır, I, 247

38 Buhari, Rikak, 26

39 Bakara, 19-20

40 Bkz. Ebu Zehra, s. 256

41 Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 131

42 Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 133-134

43 Nursî, İşaratu’l – İ’caz, s. 131

44 Yazır, I, 248-249

45 Nesefi, I, 26; Zemahşeri, I, 214; Beydâvî, I, 32

46 Zemahşeri, I, 208-209; Râzî, II, 78-79; Ebussuud, I, 57; Yazır, I, 261-262

47 Beydâvî, I, 35

48 Ebussuud, I, 53

49 Râzî, II, 77

50 Yazır, I, 250-251

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir