Cenab-ı Hak, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıftır. İlim irade, kudret, sem, basar ve kelam sıfatları bunlardan bazılarıdır. Kur’ân ayetlerinde, bu sıfatlar hakkında hayli temsiller getirilmiştir.
1-İlim Sıfatı
Cenab-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan bir ilmi vardır. “O her şeyi bilendir”,1 “O, kalplerde olanları bilendir”2 gibi yüzlerce ayet Allahın ilminden bahseder. Onun ilminin her şeyi içine alması, Kur’ân’da temsillerle de anlatılmıştır. Mesela, Hz. Lokman oğluna öğütler verirken şunları da söyler:
“Yavrum, haberin olsun ki yaptığın (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, bir kaya içinde veya göklerde veya yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir (mizanına koyar.) Çünkü Allah Latiftir, Habirdir (ilmi gizli şeylere de ulaşır, her şeyden haberdardır).”3
Bu sözler, İlahî ilmin her şeyi kuşattığını anlatmaktadır.4
Şu âyet de ilahi ilmi ifadede muhteşem bir derinliğe sahiptir:
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıkları içinde hiçbir tane yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yaş ve kuru ne varsa, hepsi bir kitab-ı mübindedir.”5
Ayet, Allah’ın ilminin şümulünü anlatır.6 Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “bu ayetin evvela gaybtan şuhuda, makulden mahsusa, sonra derece derece mahsustan makule, şuhuddan gaybe giden öyle bedi’ bir tertibi vardır ki, bunun ne izahı biter, ne acaibi tükenir.”7
Cenab-ı Hak, “gaybın anahtarları O’nun yanındadır, Onları ancak O bilir” diyerek önce tamamen mücerret (soyut), aklî bir hüküm bildirmiştir. Sonra bu aklî meseleyi, “düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıkları içinde hiçbir tane yoktur ki, Allah onu bilmesin” diyerek temsil yoluyla gözle görülür hale getirmiştir. “Yaş ve kuru ne varsa hepsi bir kitab-ı mübin’dedir” diyerek ise, gözle görülen şeylerden hareketle genel bir hükmü bildirmiştir.
Sadece akla hitap eden “makulatın” muhatabı azdır. Kur’ân bütün insanların istifadesi için indirildiğinden, bu misalde olduğu gibi, makulatı mahsusat takip etmiş, yani aklen anlaşılan soyut meseleler, misallerle gözle görülür hale getirilmiştir.8
Ayette geçen “kitab-ı mübin” ifadesi
– İlm-i İlahi
-Levh-i Mahfuz
şeklinde açıklanmıştır.9 Yani, her şey Allah’ın ilminde vardır. Keza, ilm-i ilahinin bir tecelligahı olan Levh-i Mahfuzda da yazılmıştır.
Ayetteki “Yaş ve kuru ne varsa” ifadesi bütün eşyayı içine alır.10
Ayette geçen “düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıkları içinde hiçbir dane yoktur ki, Allah onu bilmesin” ifadesi, Cenab-ı Hakkın cüziyyatı da bildiğine delalet eder.”11
Tarihte islam coğrafyasında bazı felsefeciler Allah’ın ilmini kabul etmekle beraber “Onun ilmi külli şeylere taalluk eder, cüzi şeylere taalluk etmez” demişlerdir. Âyet, böylelerine bir cevap gibidir.
Hamdi Yazır, ayetin genel muhtevası içinde şu ince manaya da dikkat çeker: Kara ve deniz olaylarından sonra sukut (yere düşme) olaylarının yaprak ve tane ile temsil olunması, bütün semavi yıldız hareketlerinin birer yaprak ve tane gibi sukut kanunlarına tabi bulunduğuna bir delaleti haizdir.12
Ayete geçen “gaybın anahtarları” gayba bir istiare olarak değerlendirilmiştir. Çünkü kapalı hazinelere anahtarlarla ulaşılır. Gaybın anahtarlarının Allah katında olduğu ifade edilerek, O’ndan başkasının mugayyebata (gaybi şeylere) ulaşamayacağı anlatılmıştır.13
2. İrade Sıfatı
Bütün mahlûkat ilahi irade ile vücuda gelir. O’nun dilediği olur, dilemediği olmaz. İlahî iradenin nüfuzu “kün feyekun” “ol der ve olur” mazmunu ile ifade edilmiştir. Mesela şu ayete bakalım: “O’nun emri, bir şeyi murat edince sadece ‘ol’ demektir, o olur.”14
“Kün” emrinden bahseden ayetlerde, irade ve kudretin beraber taallukundan bahis vardır. Allah dilemekte ve dilediği şey, dilediği şekilde vücuda gelmektedir. Müfessirlerin beyanına göre “ol” emri yaratmadaki sür’ati ifade için bir mecazdır. Yani, aslında ortada böyle bir “ol” emri tarzında bir konuşma yoktur. Bununla, itaatkâr bir memurun verilen emre hemen itaat etmesi gibi, Allah’ın nafiz irade ve kudretine karşı varlıkların itaati ifade edilmiştir.15
“Kaf-Nun” (kün) tezgâhından vücuda getirilen varlıklar, daima ilahî iradeye itaat halindedirler. Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “Yürü!” derse yürürler. “Dön!” derse dönerler. “Dur!” derse dururlar. “Parla!” derse parlarlar. “Sön!” derse sönerler.16
3. Kudret Sıfatı
Allahın ilminde miktarları belirlenmiş olan eşya, Onun dilemesi ve kudretini taalluk ettirmesiyle vücut bulur. Bu ince mana, Kur’anda temsillerle zihinlere daha menus, daha me’luf kılınmıştır. Mesela;
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim indimizde (yanımızda) olmasın. Fakat biz onu, ancak malum bir miktar ile indiririz.”17
Ayetin metninde geçen “hazain” kelimesi hızane’nin çoğuludur. Hızane ise, kıymetli şeylerin hıfzedildiği yer demektir. Nasıl ki sultanın hazinesi olur, insanlara o hazineden verir. Onun gibi, Cenab-ı Hakkın hasra gelmez makduratı (kudretin taallukuyla vücuda getirdiği şeyler) böyle bir üslubla ifade edilmiştir.18
Bazıları, ayetin manasını yağmur olarak açıklamışlarsa da, Râzî böyle bir sınırlamayı “tahakküm-ü mahz” (isbatsız bir dava) olarak değerlendirir. Çünkü “hiçbir şey yoktur ki” ifadesi bütün her şeyi içine alır.19 Bu durumda ayetin yağmurla tefsiri, olsa olsa misal kabilinden bir yorum olabilir. Yani, her şeyin hazineleri Allah katında olduğu gibi, yağmurun hazineleri de Allah katındadır. O yağmuru belli bir miktarla indirir.
Râzî’ye göre ayetin “hiçbir şey yoktur ki” kısmı, İlahî kudretin sonsuzluğuna, “Fakat biz onu ancak malum bir miktar ile indiririz” kısmı ise, vücuda gelenlerin sınırlı olduğuna işaret eder. Çünkü her varlık belli sıfatlarla vücuda gelir. Hâlbuki her varlığın çok daha farklı sıfatlarla yaratılması imkân dâhilinde idi. İşte, bu imkân dairesindeki sıfatlar Allah’ın ilminde bulunmaktadır.20
Mesela bu insan, boyunun minare kadar olması gibi şimdiki ölçülerden çok daha farklı olabilirdi. Allah bütün bu olası durumları bilir, ama tercihini bu ölçülerde yaratmak olarak yapmıştır.
Ayette “bizim indimizde” denilmesinden hareketle ayetin muhtevasının Cenab-ı Hakk’ın ilmine mesel olduğunu söyleyen olmuşsa da, eşyanın kudret hazinelerinde olması harici vücut itibariyle değil, ilmî vücut itibariyle olduğu nazara verilerek, böyle bir te’vile hacet olmadığı ifade edilmiştir.21
“Göklerin ve yerin mekalidi (kilitleri) O’nundur…”22
Ayet ile, yer ve gök hazinelerinin Allah’a ait olduğu ve onlarda dilediği gibi tasarruf ettiği anlatılmaktadır.23 Veya Cenab-ı Hakk’ın kudretinin gökleri ve yeri himaye ettiği anlatılmaktadır. Çünkü hazinelere, o hazinelerin anahtarı elinde olandan başkası giremez ve tasarrufta bulunamaz.24
-Her biri bir koca ağacın veya bir parlak çiçeğin cihazlarını ve mukadderatının proğramını taşıyan küçücük mahzencikler olan çekirdekler ve tohumların Cenab-ı Hakkın “uyan!” emriyle ve irade anahtarıyla açılması,
-Zemin hazinesinin yağmur anahtarıyla açılması,
-Hayvanların, kuşların nutfelerden yaratılmaları,
-İnsanın bir nevi mahzenleri durumunda olan kalp, dimağ mide gibi azalarının açılması ayetin şümulüne birer misal olabilir. Bunlardan hareketle, kâinatta küllî ve cüz’î, maddî ve manevî bütün hazine ve depoların, Cenab-ı Hakk’ın hikmet, irade, rahmet ve meşiet eliyle açıldığını anlamak daha kolay olacaktır.25
“Yoksa Aziz, Vehbab olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mı?”26
Ayet, Peygamberin daveti karşısında inatla mukabele eden kâfirlerden bahsetmektedir. Ayetin devamında “Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü onların mı?” ifadesinin gelmesi, bu rahmet hazineleri cümlesinden olmak üzere gökleri ve yeri nazara vermektedir.27 Yani gökler ve yer, Cenab-ı Hakk’ın rahmet hazinelerinden çıkarıp bütün şuur sahiplerine gösterdiği iki pırlanta gibidir. O rahmet hazinelerinde daha nice pırlantalar vardır. Nitekim Cennetten bahseden bir hadis-i kudside “orada salih kullar için hazırlananları ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insan kalbine hutur etmiştir.”28 ifadesiyle bu pırlantalara işaret edilmiştir.
“Hiçbir dabbe (hareket halinde canlı) yoktur ki, (Allah) onun nasiyesini tutmuş olmasın.”29
Ayet, her canlının Allah’ın kahr ve hükmü altında olduğunu, O’nun kabzasında bulunduğunu anlatan bir temsildir.30
Nasiye, başın alın bölgesinde saçın bitim yerine denir. “Falanın nasiyesi (perçemi) falanın elindedir” denildiğinde, o şahsın diğerine itaati, boyun eğmesi anlatılır. Çünkü bir insanın nasiyesinden tutunca ona hükmedersin. Demek ki, her canlı Cenab-ı Hakk’ın kahır ve kudreti altındadır. O’nun kaza ve kaderine boyun eğmiştir.31
“Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Hâlbuki bütün arz kıyamet günü O’nun bir kabzası, gökler de yemininde (elinde) dürülmüşlerdir.”32
Ayet temsil yoluyla Cenab-ı Hakkın azametine, vehimlerin hayret ettiği büyük fiillerin Allah’a nisbetle küçük kaldığına uyarıda bulunmakta ve âlemi tahrip etmenin O’na en kolay şey olduğuna delalet etmektedir.33
Ayette geçen “kabza” ifadesi İlahî kudretin bütün mahlûkatı kuşatmasını anlatır. “Yemin” kelimesi ise, sağ el, kudret, mülk anlamlarında kullanılmaktadır.34 Avuç anlamındaki kabza ifadesi Türkçede “bir sıkım” diye de ifade edilebilir. Bu ifade, kıyametin tazyikini anlatmada daha açıktır.35
Zemahşeri ayetin yorumunda şöyle der: “Ortada ne bir el, ne bir avuç yoktur. Bu ifadelerle Cenab-ı Hakkın azameti anlatılmıştır. Çünkü fehimlerin, zihinlerin hayrette kaldığı, vehimlerin künhüne vakıf olamadığı büyük fiiller, Allah’a son derece kolaydır.”36
4. Sem ve Basar Sıfatı
“Kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikâyetini arzeden o kadının sözünü Allah işitti. Allah ikinizin muhaverenizi dinliyordu. Allah, işitendir, görendir.”37
Ayet, asr-ı saadeten bir tabloyla, Cenab-ı Hakk’ın her şeyi işiten ve gören olduğuna güzel bir temsil sunmaktadır. Şöyle ki: Sahabeden Evs Bin Samit hanımına zıhar yaparak, yani onu annesine benzeterek boşar. Karısı Havle binti Salebe ise ayrılmak istememektedir. Hz. Peygambere gelir, yaşlılığını, kimsesiz olduğunu, çocuklarının küçüklüğünü, muhtaç durumda olduğunu yana yakıla anlatır. Hz. Peygamber ise, zıharla ilgili henüz bir hüküm gelmediğinden mevcut örfe göre boş olduğunu bildirir. Kadın, bunun üzerine halini Allah’a şikâyet eder. Cenab-ı Hak zıharla ilgili hükümler indirir. Keffaret ile tekrar karı-koca olarak yaşama imkânı bulurlar.38
“Bir damla denize delalet eder” fehvasınca, bu küçük olay Cenab-ı Hakk’ın her sesi işittiğini, her şeyi gördüğünü herkesin anlayabileceği bir olayı misal göstererek anlatmaktadır.
5. Kelam Sıfatı
Muhit bir ilim, nafiz bir irade, şümullü bir kudret sahibi olan Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatı da kelamdır. Yani, Cenab-ı Hak, kendine layık bir kelamla mahlûkatıyla konuşur. En seçkin insanlar olan peygamberlere vahiyle, diğer seçkin kimselere, meleklere, hayvanlara onların mahiyetlerine uygun bir tarzda hususi ilhamlarla konuşur. Şu İlahi beyan İlahi kelamın kelimelerinin bitmez tükenmez olduğunu temsilî bir üslupla ifade etmektedir:
“Eğer yerdeki bütün ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa Allah’ın kelimeleri tükenmez. Şüphesiz Allah Azizdir, Hakim’dir (izzet ve hikmet sahibidir).”39
Ayet-i Kerime, “bize Tevrat verildi, her hikmet onda var” diyen Yahudilere veya “bu vahiy bir kelamdır, biter” diyen müşriklere cevap olarak inmiştir.40
Ayette geçen “kelimat” (kelimeler) ifadesi Arapçada azlık bildiren bir çoğul kalıbıyla gelmiştir. Böyle ifade edilmek suretiyle “bütün bunlar azına yetmezse, çoğuna nasıl yetsin?” manası te’kiden bildirilmiştir.41
“Allah’ın kelimeleri (kelamı) bitmez” manası mücerret bir ifadedir. “Eğer yerdeki bütün ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha katılarak mürekkeb olsa…” ifadesi, bu mücerret manayı zihne yaklaştırmış, âdeta gözle görülür bir hale getirmiştir.
1 Mesela, bkz. Bakara, 29, 282; Nisa, 176; Maide, 97
2 Mesela, bkz. Âl-i İmran, 119, 154; Maide, 7; Enfal, 43…
3 Lokman, 16
4 Kurtubi, XIV, 45, Ebussuud, VII, 72; Sabunî, II, 494
5 En’am, 59
6 Kutub, Kur’ânda Edebi Tasvir, s. 339
7 Yazır, III, 1948
8 Râzî, XIII, 9-10
9 Râzî, XIII, 11; Alûsî, VII, 172
10 Alûsî, VII, 172
11 Alûsî, VII, 173
12 Yazır, III, 1948
13 Zemahşeri, II, 24; Ebussuud, III, 143; Alûsî, VII, 170
14 Yasin, 82. Ayrıca bkz. Bakara, 117; Âl-i İmran, 47, 59; En’am, 73; Nahl, 40; Meryem, 35; Mü’min, 68
15 Zemahşeri, III, 332; Beydâvî, II, 28; Alûsî, XXVIII, 57
16 Yazır, III, 2191
17 Hicr, 21
18 Alûsî, XIV, 30
19 Râzî, XIX, 174
20 Râzî, XIX, 174
21 Alûsî, XIV, 30
22 Zümer, 63
23 Yazır, VI, 4134
24 Beydâvî, II, 330; Ebussuud, VII, 261
25 Bkz. Nursî, Şualar, Envar Neş. İst. 1988, s. 604
26 Sad, 9
27 Râzî, XXVI, 180
28 Buhari, Bed’ül-Halk, 8; Müslim, İman, 312; Tirmizi, Tefsir, 32/56; İbn Mace, Zühd, 39
29 Hud, 56
30 Zemahşeri, II, 277; Sabunî, II, 25
31 Râzî, XVIII,13
32 Zümer, 67
33 Beydâvî, II, 331; Alûsî, XXIV, 26
34 Kurtubi, XV, 181
35 Yazır, VI, 4137
36 Zemahşeri, III, 408-409
37 Mücadele, 1
38 Râzî, XXIX, 249; İbn Kesir, VIII, 60-63
39 Lokman, 27
40 Zemahşeri, III, 236; Alûsî, XXI, 100-101
41 Alûsî, XXI, 101
