Belağat, kısaca “etkili söz söyleme sanatı” olarak ifade edilebilir. Klasik belağat kitaplarında “fasih bir sözün muktezay-ı hale mutabık olarak ifadesidir” şeklinde tarif edilmiştir.1
Tarifte geçen fesahat, lafızla alakalı olup, lafzın akıcılığını ifade eder. Mesela Kur’ân- ı Kerim’de “bulut” anlamında “müzne” ve “sehab” kelimeleri kullanılmış, fakat kulağa hoş gelmeyen aynı anlamdaki “buaq” kelimesi terkedilmiştir.2 Keza, okumayı zorlaştıran art arda tamlamalar yapılmamıştır.
Lafızdaki güzelliği bülbülün sesine benzetebiliriz. Bu ses insanı neşelendirir. Hâlbuki karganın sesi ise nefret uyandırır.3 Şırıl şırıl akan sular neler söyler bilmeyiz, ama akıştaki o tatlılık bizi mesteder, hayran bırakır.
Belağatta birinci umde lafzın fesahatidir. Beliğ bir ifade fasih lafızlardan meydana gelir. Fakat o ifadenin etkili olabilmesi için lafzın ötesinde başka bir şeye daha ihtiyaç vardır: Duruma uygun olması.
Muhatabın kabule hazır veya inkârcı olması birer haldir. Kabule hazır olan birine te’kitsiz anlatmak yeterlidir. Ama inkârcı birine te’kitli ve delilli bir şekilde anlatmak gerekir. Keza muhatabın zeki veya kıt anlayışlı olması da birer haldir. Zeki insana veciz, kıt anlayışlıya ayrıntılı olarak anlatılır.4
Edip zatlar kuyumcuya benzer. Nasıl ki kuyumcu bir zinet eşyası yapmak istediğinde, evvela inci ve cevherleri seçer. İkinci olarak onların birbiriyle uygun olanlarını yan yana dizer. Onun gibi, edip dahi fasih kelimeleri seçer ve onları birbirinden ürkmeyecek şekilde dizer.5
Belağat, başlıca şu üç bölüme ayrılır:
1. Meanî
2. Beyan
3. Bedi’
Bunlardan Meanî, sözün yerinde kullanılmasını, muhatabın haline uygun söylenmesini sağlar. Mesela, çocukla konuşurken çocuklaşmak, âlimle ilmî konuşmak, sözü kabule müheyya olanlara nasihat etmek, inatçı kimselere delilli söz söylemek gibi durumlar Meanî ile ilgilidir. Belağatı terzilik san’atına benzetirsek, Meanî, terzinin muhatabına göre elbise dikmesidir. Çocuğa bir büyük elbisesi dikilmesi uygun olmadığı gibi, büyüğe bir çocuk elbisesi dikilmesi de münasip değildir. İyi bir terzi, elbiseyi tam vücuda göre keser, biçer. O elbise, ne bol gelir, ne de dar. Beliğ kişi de tam muhatabına uygun söz söyler, onun seviyesinden hitap eder.
“Ettalâku merratân” (Boşamak iki kere olur…)6 ayettir ama, nikah meclisinde okunmaz” vecizesi, sözün yerinde kullanılmasını çok güzel bir şekilde yansıtır.7
Muallim Naci şöyle der: Bir ordu komutanı, askere hitaben irad edeceği nutku cezaletli lafızlardan teşkil etmeye çalışır. Çünkü kışla, nazikçe söz söylenecek bir yer değildir. Bunun tam aksi olarak bir âşık, gönlünü cezbetmeye çalıştığı maşukasına ince, nazik lafızlarla söz söylemek ister. Zira sevgilinin kulağı, şiddetli kelimelerin hücumuna dayanamaz.8
Beyan, mananın farklı üsluplarla, çeşitli yollarla ifade edilmesidir. Bir terzi elbiseyi farklı tarzlarda ve modellerde dikebildiği gibi, beliğ bir kişi de, aynı manayı çeşitli şekillerde anlatabilir. Mesela, “Ahmed’in uykusu var” ifadesi, “Ahmed’in gözünden uyku akıyor” şeklinde bir mecazla; veya “Ahmet herhalde dün gece beşik sallamış” şeklinde bir kinayeyle anlatılabilir. Hepsi de Ahmed’in uykusu olduğunu gösterir. Bizim bu çalışmada ele alacağımız teşbih ve temsiller, beyan ilminin sahasına girmektedir.
Bedi’ ise, lafız ve mananın süslenmesidir. Bu, terzinin, müşterisinin endamına göre diktiği elbiseyi daha güzel göstermek için yer yer süslemesine benzer. Mesela, “ak akçe, kara gün içindir” sözü, “beyaz akçe siyah gün içindir” şeklinde söylense aynı manayı ifade etmekle beraber, gücünden ve güzelliğinden çok şey kaybeder. Cemil Meriç’in “kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.”9 ifadesi, “sözlük, bir milletin namusu gibidir” şeklinde söylense, yağı alınmış ayrana döner.
Bir kelamın bedii sanatlar ile süslenmesi ancak beliğ ifadelerde bir kıymet taşır. Cevdet Paşa’nın dediği gibi, belağatı olmayan kelamı söz sanatlarıyla süslemek, bir çirkine son derece kıymetli süsleri takmak gibidir.10
Kelamda iki türlü güzellik aranır:
1. Hüsn-i zâtî. (Zâtî güzellik)
2. Hüsn-i arazî (Arizî güzellik)
Bunlardan zâti güzellik Meânî ve Beyan ilimleriyle, ârızî güzellik ise Bedî’ ile gerçekleşir. Söz bir dilbere benzetilirse, Meanî ile Beyan endamın düzgünlüğüne, hareketlerinin inceliğine; Bedi’ ise, dış süslere benzer.11
1 Hatib Kazvînî, Telhıs, 1308 h. s. 9; Ahmed Cevdet Paşa, Belağat-ı Osmaniye, İst. 1310 h. s. 12; Tahir Mevlevi, Edebiyat Luğatı, Enderun Kitabevi, İst. 1973, s. 25; Nusrettin Bolelli, Belağat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1993 s. 20
2 Ali Carim, ve Mustafa Emin, Belağatu’l-Vadıha, Mektebetü’l- İslâmiye, İst. s. 5
3 Carim, s. 5
4 Bkz. Cevdet Paşa, s. 24-25
5 Cevdet Paşa, s. 23- 24
6 Bakara, 229
7 Mevlevi, s. 103
8 Muallim Naci, Istılahat-ı Edebiye, Hazırlayanlar: Alemdar Yalçın – A. Kadir Hayber, Akabe Yay. Ankara, s. 18
9 Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay. İst. 1985 s. 77
10 Cevdet Paşa, s. 28
11 Cevdet Paşa, s. 28; Mevlevi, s. 26
