Denilir ki “herkes kendi aynasının müşahedesine tabidir.” Siyah gözlükle bakan biri her şeyi siyah görür, kırmızı gözlükle bakan kırmızı, yeşil gözlükle bakan da yeşil görür. Onun gibi, iman veya inkâr birer gözlük gibidir. İman gözlüğüyle bakan ölümü güzel görür, ona tebessümle bakar, inkâr gözlüğüyle bakan ise ondan cidden korkar, hatırlamak bile istemez.
Cahit Sıtkı Tarancı, şiirlerinde ölüm tema’sına sık sık temas eder. Ancak ifadelerinde daha çok karamsarlık hâkimdir. Kendisi meşhur “Yaş otuz beş” şiirinde ölüm olayını şöyle tasvir eder:
Yaş otuz beş, yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar…
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan?
Hangi resmime baksam ben, ben değilim.
Nerede o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim.
Yalandır, kaygısız olduğum yalan!
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız,
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir…
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış,
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar,
Her yıl biraz daha benimsediğim,
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nereden çıktı bu cenaze? Ölen kim?!
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun, uyanmadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında,
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
