Kur’an, ehl-i Kitabın kendi âlim ve ruhbanlarını, Rab edindiklerini bildirir:
“Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler.”1
Hristiyanlıktan İslâm’a geçen Adiy Bin Hatem, âyetle alakalı olarak “Ya Rasulullah, biz onları Rab edinmiyorduk” deyince Rasulullah, şu açıklamayı yapar:
“Onlar, Allah’ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını helâl yapıyor, siz de onlara uyuyordunuz. İşte bu, onları Rab edinmektir.”2 Yoksa herhangi birini Rab edinmek için illa ona “Rab” namını vermek şart değildir.3
Mesela bağışlama ve cennete alma yetkisi sadece Allah’ındır. Ama Hristiyanlarda Papa ve onun vekili olan papazlar âdeta bu yetkiyi gasbetmişler, rahatlıkla kullanır olmuşlardır. Meselenin Müslümanlara bakan yönü de çok büyük bir önem arzeder. Çünkü en azından bazı Müslümanlar kalben bağlı bulundukları din büyüklerini farkına varmadan rab konumuna yükseltebilmektedir. Bazı tarikat ehlinin “şeyhim beni kurtarır” demeleri böyle bir yanılgıdır. Bağlı olduğu şeyh gerçekten kâmil bir mürşitse elbette ona çok faydaları olur, kurtulmasına da vesile olabilir. Ama hiç Allah’ı hatıra getirmeden doğrudan şeyhte böyle bir yetki olduğunu zannetmek büyük bir yanılgıdır.
Hakkında doğrudan bir âyet veya bir hadis olmayan meselelerde müçtehitlerin “şu helâldir” veya “bu haramdır” demeleri -haşa- kendilerini bir rab görme olayı değildir. Çünkü olaylar sınırsız, nasslar ise sınırlı olduğundan böyle durumlarda meselenin hükmünü vermek de bir vazifedir. Üstelik bunu yapan, sevabını da alacaktır.
1 Tevbe, 31
2 Fahreddin Râzî, Mefatihu’l-Gayb (Tefsiru Kebir), Daru İhyai’t- Türasi’l-Arabî, XVI, 37
3 Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2512