Bir gün okulumuzun asistanlarından biriyle sohbet ederken şöyle demişti: “Hocam, öğrenciler derslerinizden genelde memnunlar. Ancak ders esnasında hayli hatıra ve öykü anlattığınızı duydum. Bu, dersin ciddiyetine zarar vermiyor mu?”
Dedim: “Allah da öyle yapmış, Kur’anın üçte birini kıssalara ayırmış. Peygamber de öyle yapmış, mesajını örneklerle süslemiş. Ders esnasında öykü anlatmam vakti doldurmak babından değil, teorik olarak evvelinde söylediklerimi örneklerle zihinlerde nakşetmek içindir. Doktoranı bitirdiğinde artık sen de ders anlatacaksın, sana tavsiyem senin de dersleri böyle işlemendir. Zira kelamdan maksat, meramımızı karşıya aktarmaktır. Bunun da en kolay ve güzel yolu, hatıralarla ve öykülerle anlatmaktır.”
Teorik bilgilerin muhatapları çok da fazla değildir, ama hemen herkes öykü ve hatıralara kolayca muhatap olur. Öykü ve hatıralar, beynin her iki lobunu harekete geçirdiğinden anlatılanlar hayal sinemasında seyredilir, vicdana ve kalbe nüfuz eder. Böylece insanın derununda derin izler bırakır, onun manen kıvam bulmasını sağlar.
Hollanda’daki görevim esnasında dinleyici olarak katıldığım bir konferansta sayın konuşmacı ele aldığı meseleleri kapalı ve anlaşılması zor soyut ifadelerle anlatmıştı. Soru cevap bölümünde kendisine şu ilginç soru yöneltildi: “Anlaşılmamak için özel bir gayret mi sarfediyorsunuz?”
Hâlbuki insan anlaşılmak için özel bir gayret sabretmelidir. Tüketici hakları olduğu gibi dinleyici hakları da vardır. Koyunun yavrusuna verdiği süt misali hazmı kolay ve anlaşılır bir şekilde anlatmak, irşad makamında olanların en önemli sorumluluklarından biridir. Bunun da yolu hatıra ve öykülerle anlatmaktan geçer.
