Taklit, delil olmaksızın bir sözü kabul etmektir.1 Başkasını körü körüne taklit edene “mukallit” denir. Bu tür taklit, mühim bir şahsiyet zaafıdır ve gerçeğe ulaşmaya büyük bir engeldir.
Taklit, başkasına benzemeye çalışmakta da kendini gösterir. Genelde büyüklerin hal ve hareketleri taklit edilir. İyi yolda olanları taklit, iyi bir haslettir. Kötü yolda gidenleri taklit ise, büyük bir felaket…
Kur’an-ı Kerim, körü körüne takliti şiddetle reddeder. Mesela, şu ayete bakalım:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde, ‘hayır, biz atalarımızı ne üzere bulduksa ona uyarız’ dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez kimselerse, yine mi onlara uyacaklar?”2
Hamdi Yazır ayetin yorumunda şöyle der:
“Uyma sebebi, eskilik -yenilik veya atalar yolu olup olmamak değil, emr-i hakka mutabık, delil-i hakka muvafık olmaktır. Hakkın emrine uyan ve yaptığını bilen atalara uyulur. Bilakis, Hakk’ın emrini tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere, atalar dahi olsa yine uyulmaz.
Bu ayet gösteriyor ki, icmalî veya tafsilî bir hak deliline dayanmayan körü körüne taklit, Hak Dinde yasaklanmıştır.”3
Kuru kuruya ecdatla iftihar etmek de hoş bir şey değildir. Zira “ataların salahı, evladın salahını istilzam etmez.”4
“Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Ve siz onların işlediklerinden mes’ul olacak değilsiniz”5 ayeti nesep davasını reddeder. Ayette, “sizden öncekilerin iyiliği ile iftihar etmeyin. Siz de onlar gibi iyi kazançlar kazanın” mesajı vardır.”6
Nitekim “sura üfürüldüğünde, artık o gün aralarında ne soy- sop (nesep) vardır ve ne de birbirlerine bir şey sorarlar”7 ve “her nefis kendi kazancına bağlıdır”8 gibi ayetler de aynı manayı teyid eder.
Hamdi Yazır, bunu şöyle değerlendirir:
Geçmişi büsbütün atmak ve ondan tegafül ederek hep yeni şeyler aramak doğru değilse de, körü körüne maziperestlik yapmak, ‘ne olursa olsun’ deyip atalar yolunu tutmak asla doğru değildir. Özellikle ilimden, dinden nasibi olmayan, hata ve dalaletleri aşikâr ve Allah tarafından beyan olunan ataları taassupla taklit etmek, onları Allah’a denk ve emsal gibi tutmaktır, cehil ve dalalette boğulup kalmaktır…9
Beydavi, atalara uymakla ilgili âyet hakkında şu yorumu yapar:
“Ayet, nazar ve içtihada gücü yeten için taklidin yasak olmasına bir delildir. Ancak peygamberler ve müctehitlere uymak, taklit değil, Allah’ın indirdiğine tabi olmaktır.”10
Bu konuda Kurtubî de şöyle der:
“Küfür ve masiyette ataları taklit batıldır. Hak’ta taklit ise, dinin asıllarından bir asıldır.”11
Cenab-ı Hak, önceki peygamberlerden bahsederken, Hz. Peygamber’e şöyle der:
“İşte onlar Allahın yol gösterdiği kişiler. Sen de onların gittiği yoldan yürü!”12
Bu ayet, Hak’ta taklidin esasını ortaya koyar. Yani, hak yolda gidenlerin o örnek hayatları rehber alınmalıdır.
“Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre (bilenlere) sorun.”13 ayeti, bilmeyen mukallitlerin ne yapması gerektiğini bildirir.
“Ey Rabbimiz, biz efendilerimize, büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar…”14 diyerek cehennemde feryat edenleri anlatan ayet ise, kötüleri taklidin uhrevi akıbetini haber verir.
Esas olan, taklit değil, tahkiktir. Yani, inceleyip araştırarak bizzat gerçeğe ulaşmaktır. Fakat realite açısından baktığımızda herkesin araştırıcı olmasının mümkün olmadığını görürüz. Âmâlar görenlerin delaletinde yol alırlar. Hastalar, terkibini bilmese de, doktorun verdiği ilacı kullanırlar.
Körü körüne taklit, dinen mezmumdur.15 “Bu anlayış, yalnız başına ayakta duramayan ve daima tabi olacağı birilerini arayan, sorgulamayan, muhakemesiz bir toplum ortaya çıkarmıştır.”16
Batıl atalar yolunu körü körüne izleyenleri kınayan ayetin devamında, Cenab-ı Hak şöyle bildirir: “Kâfirlerin hali, çobanın sözünü anlamayan, ancak bağırıp çağırışını işiten hayvanlara benzer. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık akıl etmezler.”17
Beydavi’nin yorumuyla, “taklit içinde olan kâfirler, zihinlerini kendilerine okunana vermezler. Onlara anlatılana dikkat etmezler. Bu durumda onlar, sesi duyup ta manayı anlamayan hayvanlara benzerler.”18
Mukallit insanlar, başlarında iyi bir çoban olursa rahat ederler. Yoksa kimliksiz, şahsiyetsiz bir hayat geçirmeye mahkûm olurlar. Kendi başlarına karar veremezler. Kendi akıllarını kullanamazlar.
Mevlana, taklit konusunda şöyle der:
“Mukallit, dere yatağı gibidir ki, dâhilindeki suyu içmez. Su onun içinden geçer, su içenlere gider.” “Muhakkik, Hz. Davud gibidir. Mukallit ise, ses yankısından ibarettir.”19
Mukallidin mukabili, muhakkiktir. Muhakkik, manaya aşinadır. Her şeyin hakikatini, içyüzünü bulmaya çalışır. Dinin nasslarının hikmetlerini araştırır. Neye, niçin inandığını bilir. Müçtehit seviyesine gelmemişse, gerçi o da taklit eder. Fakat bu taklit, körü körüne değildir. Delillerini bilerek, hikmetlerini bularak hakka teslimiyetten ibarettir.
Taklidi reddeden bir dinin mensupları arasında, körü körüne taklit hastalığının olmaması gerekir. Fakat her nasılsa, özellikle cehaletin hâkim olduğu çevrelerde, Müslümanlarda da bu tür taklit görülmektedir. “Ağam bilir.” “Şeyhim söylüyorsa doğrudur.” “Liderim söylemişse doğru demiştir.” şeklindeki yaklaşımlar, gerçeklerin örtülmesini netice verir. Zira İslâm’da peygamber dışında hiçbir şahsın masumiyeti söz konusu değildir. Her insan yanılabilir ve hata edebilir. Gerçekten büyük olan zatlar, hiçbir zaman kendilerin hatalardan uzak görme ve gösterme cihetine gitmezler. Bir kusur işlediğinde veya farkına varmadan yanıldığı ortaya çıktığında bunlar hemen tevbe ile hakka yönelirler. Yanlışta ısrar yanlışını yapmazlar.
Bu konuda, Said Nursi şu hatırlatmada bulunur:
“Hiçbir müfsit ‘ben müfsidim’ demez, daima suret-i haktan görünür. Yahut batılı hak görür Evet, kimse demez ‘ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor.”20
Taklit konusunda, ilgisine binaen kısaca taassuptan da söz etmek yerinde olacaktır.
“Taassup, bir kimsenin kendi inancından ve kendince hakikat kabul ettiği görüş ve kanaatten başka olan inanç- görüş ve kanaatlere ve bunları taşıyanlara karşı düşmanlık beslemesi ve onları boğup susturmaya kalkışmasıdır.”21
Taassup, bir nevi fanatizmdir. Fanatik kişi, kendisinin hakikatin tek temsilcisi ve vasıtası olduğuna inanır. Fanatizmi karakterize eden en önemli özellik, “müsamahasızlıktır.”22 “Taassup, taklitten neş’et eder.”23 Günümüzde, özellikle siyasette ve futbolda taassubun en ileri boyutlarını görmek mümkündür. “Siyasi taassup, şahsın hayat ve cemiyet hakkında kendi görüşlerini mutlak surette hak ve başkalarınkini batıl telakki etmesinden ileri gelen cahilane bir düşmanlıktır.”24
Dinde hassas, ama aklî muhakemede noksan bazı dindar kişilerin zaman zaman fanatizme varan davranışları olmuş ve olmaktadır. Fakat Müslümanlar içinde çok az bir azınlığı temsil eden bu tür kimselerden dolayı umum Müslümanları taassupla, fanatiklikle suçlamak büyük bir zulümdür. Böyle olmakla beraber her nedense bu kelime, din düşmanları veya dinde lakayt insanlar tarafından dindar kişilere bir yafta şeklinde kullanılır olmuştur. Hâlbuki Necati Öner’in de dikkat çektiği gibi, dindarlıkla taassubu karıştırmamak lazımdır. Koyu dindar, mutaassıp olmayabileceği gibi, dindar olmayan bir kişi taassup içinde olabilir. Mesela, ideolojik taassup… İdeolojiler devlet yönetimi ile ilgili olduğu için, ideolojilerdeki taassup, hürriyetler için en büyük tehlikedir. Diktatörlüklerin temelini, ideoloji taassubu teşkil eder.25
Konuyu, Garaudy’nin taklit zindanındakilere şu seslenişiyle bitirelim:
“Uzaktan kumandalı robotlar! Sökün protezlerinizi sökün! Dışarda hâlâ gerçek insanlar, insan gibi konuşan insanlar varken, hapishanelerinizden dışarı çıkın!”26
1Abdülkerim Zeydan, el-Veciz, Mektebetu’l- İslami, İst. 1979, s. 347
2Bakara, 170
3Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 586
4Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VI, 4066
5Bakara, 141
6Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 508
7Mü’minun, 101
8Tur, 21
9Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 585
10Beydâvî, I, 100
11Kurtubî, II, 142
12En’am, 90
13Nahl, 43
14Ahzab, 67
15Muhammed Şevkani, Fethu’l- Kadir, Daru İhyai’t- Türasi’l- Arabi, Beyrut, ts., I, 167; Duman, s. 47-48
16Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Esra Yay. Konya, 1995, s. 55-56
17Bakara, 171
18Beydâvî, I, 100
19Rûmi, VI, 171-172
20Nursi, Asar-ı Bediiyye, s. 376
21Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yay. İst. 1977, s. 153
22Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1993, s. 193
23Muhammed Ebu Zehra, Tarihu’l-Mezahibi’l-İslamiye, Daru’l- Fikri’l- Arabi, I, 7
24Başgil, s. 160
25Öner, s. 78
26Garaudy, Entegrizm (Integrismes), Ter. Kamil Bilgin Çileçöp, Pınar Yay. İst. 1992, s. 141
