İnsan, en hassas cihazlarla donatılmış canlı bir makine gibidir. Bu hassas cihazların merkezinde kalp yer alır. Kalp, “bütün ruhî ve fikrî tavırların odak noktasıdır.”1 Kalbin bu merkezî konumu, hem fiziki boyutumuz, hem de metafizik boyutumuz için geçerlidir. Kardiyoloji ilminin araştırma sahasına giren maddi kalbimiz, hayatın devamını sağlar. Hadisin ifadesiyle, “iyi olduğunda bütün beden iyi olur. Bozulduğunda, bütün ceset bozulur.”2
Merak, sevgi, endişe, korku gibi manevi duygularımızın merkezi ise, manevi kalbimizdir. Bu manevi kalp, Rabbani bir latifedir,3 ilmin mahallidir, her türlü gerçeğin yansımasına kabiliyetli bir aynadır.4 Bütün hissiyat ve idrakimizin madenidir.5 İlim ve marifetin zarfı ve kabıdır. 6 Ayrıca bu kalp,
-Allah’a müteveccih bir telefon,7
-İnsan makinesinin merkezi ve zembereği,8
-Binler âlemin manevi haritası,9
-Kâinatın hadsiz hakikatlerinin medarı, çekirdeği,10
-Manevi hayatın menbaı ve makinesi,11
-Gayb âlemlerine karşı bir penceredir.12
-İmanın mahallidir.13
Bu gibi özellikler taşıyan kalbi, Cenab-ı Hak metheder ve şöyle bildirir:
“Beni ne gökler içine aldı, ne de yer. Fakat mü’min kulumun kalbine yerleştim.”14
Bu hadis-i kudside, insan kalbinin Allah’a parlak bir ayna olduğu ifade edilmiştir. Yani, gökler ve yer kâmil manada Allah’a muhatap olamazlar. Fakat ehl-i iman, kalbiyle Allah’a muhatap olur. O kalp ile Allah’a inanırlar, o kalp ile Allah’ı severler, o kalp ile hallerini Allah’a arzederler.
İnsan kalbi son derece duyarlıdır ve hareketlidir. Kalbe “kalp” denilmesi de zaten bu noktadandır, Zira kalp, çevirmek anlamındadır.15 İnsanın kalbi “bir ağacın dalından sarkıtılan ince bir ipin ucundaki tüye” benzetilmiştir.16
İnsan kalbinin Rahman’ın iki parmağı arasında olduğunu bildiren hadis de kalbin hassasiyetiyle alakadardır.17
Gerçekten de insan kalbi hem Rahmanî esintilere, hem de şeytanî vesveselere karşı son derece duyarlıdır. O kalpte nebiler için vahiy, veliler için ilham tecelli ettiği gibi, fasıklar için de devamlı şeytanî vesvese rüzgârları eser.
Keza kalp, şu görülen âlemdeki olaylardan da etkilenir. Gördüğü güzel bir manzara, duyduğu hoş bir ses o kalbi coşturduğu gibi, bir faciayı görmek o kalbi feryat ettirir. Acı bir haber duymak onu ağlatır. Hatta hayal ettiği şeyler bile, o insan kalbinde kabz veya bast (daralma ve genişleme) hallerine sebebiyet verir.
İnsanın bu hassas kalbi, imanın nuruyla nurlanır ve Allah’ı zikirle şeffafiyet kazanır. Bu tür kalpler, “kalb-i selim” unvanı alırlar.
Selim kalpler, gerçeğe mukabil ve ona ulaşan ve gerçeğin kendilerinde temessül ettiği “küçücük birer marifet arşı” ve “hakikat güneşine karşı açılan birer pencere” olurlar. 18
Kur’an şöyle bildirir:
“O gün ne mal fayda verir, ne evlat! Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer).”19
Selim kalp, kalbin bozulmamış fıtri şeklidir. Nasıl ki ağzının tadı bozulmuş biri tatların farkına varmaz, gözü rahatsız olan biri net göremez, burnu nezleli biri kokuları hissedemez. Benzeri bir şekilde kalbi asli halini kaybetmiş biri gerçekleri göremez, duyamaz, hissedemez. Selim kalp sahibi birinin duygulandığı bir ortamda böyle biri duygulanmaz, ağladığı yerde ağlamaz, coştuğu yerde coşamaz.
Selim kalbe sahip olan kimselerin kalpleri son derece duyarlıdır. Mesela şu ayette anlatılan durum ancak selim kalbe sahip olanlarda görülür:
“Gerçek mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.”20
Allah adı anıldığında kalpte bir ürperti meydana gelmesi gerçek imanın bir göstergesi sayılmıştır. Her şeyin bir hakikati olduğu gibi imanın dahi bir hakikati vardır. Leylaya âşık olan Mecnun ne zaman Leylanın adını duysa kalbinde bir ürperti hisseder. Onun gibi, Hak aşığı olan gerçek bir mü’min “Allah” adını duyduğunda kalbi ürperir, onu tatlı bir heyecan sarar.
Kur’an-ı Kerimin yüzden fazla ayetinde kalpten bahis vardır. Bu ayetlerde bahsedilen kalp, şüphesiz çam kozalağı şeklindeki et parçası değildir.21 Bu ayetlerde ele alınan, insanın manevi hayatının merkezini teşkil eden manevi kalptir. Mesela, “Allah onların kalplerini mühürledi”22 ayetine bakalım. O kâfirlerin maddi kalpleri sağlam olabilir. Bu ayetle bildirilen ise, manevi mühürdür, gerçeği anlamamalarıdır.23 Beydavi’nin yorumuyla, “gerçekte bir mühür, bir perde yok. Artık o kalplere hak girmiyor; gözleriyle, afak ve enfüste tecelli eden ayetleri göremiyorlar.”24
Bir de şu ayete bakalım: “Onların (münafıkların) kalplerinde bir maraz vardır.”25
Burada bahsedilen maraz; şek, nifak, inkâr, tekzib,26 cehalet, haset, bozuk inanç, günah sevgisi… gibi hastalıklardır.27
Özellikle tasavvuf erbabı, kalpten çok bahsetmişlerdir. İslamî ilimlerde bir otorite olan Gazali de, eserlerinde kalpten uzun uzun bahseder. Gazali, İhyau Ulûmid-Din isimli eserinin üçüncü cildinin baş kısmını kalbin hayret verici hallerine tahsis etmiştir. “Acaibu’l-kalb” başlığı altında Gazali’nin ele aldığı bu hallerden bir kısmını nakletmekte yarar görüyoruz:
Bir havuz yukarıdan gelen nehirlerle dolduğu gibi, kazılmak suretiyle kendi içinden de su çıkabilir. Bu ikinci metotla elde edilen su, daha safi, daha bol olacaktır. İnsanın kalbi havuz, ilim de su gibidir. Duyular nehirlere benzerler. İnsan; göz, kulak, akıl gibi duyularıyla ilim elde ettiği gibi, bu duyuların halvet ve uzletle seddedilmesiyle, kalbin dâhilinden nebean eden bir ilme de ulaşabilir.28
Gazali, daha sonra boş bir kalpten ilim nebeanını şöyle anlatır: Eşyanın hakikati, Levh-i Mahfuz’da ve melaike-i mukarrabin’in (seçkin meleklerin) kalplerinde yazılmıştır. Mühendisin, bir binanın önce bir kâğıda krokisini çizip, sonra buna göre vücuda çıkarması gibi, gökleri ve yeri yaratan Cenab-ı Hak, âlem kitabını başından sonuna Levh-i Mahfuz’da yazmış ve sonra buna göre vücut sahasına çıkarmıştır.29
Gazali, bir de şu misali verir: Bir hükümdar, Rum ve Çinli sanatkârlar arasında bir müsabaka tertip eder. Bir odanın ortasına perde çektirerek, her iki tarafın duvarda san’at eserlerini göstermelerini ister. Rum san’atkarlar, kendilerine ayrılan bölümü rengârenk san’atlarla süslerler. Çinli san’atkarlar ise, kendilerine ayrılan bölümü cilalamakla meşgul olurlar. Belirlenen vakitte aradaki perde kaldırılınca, Rum san’atkarların o rengârenk san’atı, karşı duvara yansır, aslından daha güzel bir görüntü meydana getirir. Yarışmayı Çinli san’atkarlar kazanır.30
İşte, parlak ve şeffaf bir kalbe Levh-i Mahfuzdan veya mukarreb meleklerin ilhamından yansımalar olur. Vahiy, bu yansımaların en yüksek seviyeli olanıdır. İlham da yine kalbe bir yansıma olayıdır.
Eşyanın aynaya yansımasına bazı engeller olabilir. Gazali, bunları şöyle sıralar:
1. Aynanın parlak olmayışı.
2. Pas tutması.
3. Surete yönelmemek.
4. Aynayla suret arasında perde olması.
5. Suretin nerede olduğunu bilmediğinden, onunla karşı karşıya gelmemek.31
Onun gibi, kalb aynasına gerçeklerin yansımasına da bazı engeller vardır. Bunlar.
1. Çocukluk gibi zâti bir noksanlık.
2. Günahlarla kalp aynasının şeffaflığını kaybetmesi.
3. Geçim derdi, şehvet gibi sebeplerle kalbin başka şeylere yönelmesi
4. Taklit gibi arada perde olması.
5. Gerçeğe nasıl ulaşacağını bilmemek.32
Kalp, bütün eşyadaki gerçeklerin tecellisine kabiliyetli bir aynadır. Zikrolunan engeller, bu tecelliye perde olurlar. Nasıl ki, aynayla suret arasındaki perde, bazan el ile bazen de rüzgârın esmesiyle ortadan kalkar. Onun gibi, bazen lütuf rüzgârları eser ve kalp gözünden perdeler açılır. Levh-i Mahfuzda yazılı bazı şeyler, o kalpte tecelli eder. Bu bazan uykuda olur; kişi ilerde olacak bazı şeyleri görür. Perdenin tümüyle kaldırılması ise, ölümledir. Keza, yakaza halinde Allah’tan gizli bir lütufla perdenin kaldırıldığı olur. O zaman, gayb perdesi maverasında kalplerde, ilmin garaibinden bazı şeyler, bazan berk-ı hatif gibi ani olarak, bazan da bir derece devamlı bir şekilde parıltılar meydana gelir.33
Genelde duyular ve akılla gerçeğe yönelen insanlara, Gazali’nin anlattıkları hayli garip gelecektir. Hâlbuki Gazali’nin ifadesiyle “kalbin hayret verici halleri, duyuların idrakinden hariçtedir.”34 Günümüzde hayli ilerleyen Parapsikoloji çalışmaları, kalbin bu hallerinin daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Uzaktaki bir insana mesaj iletmeyi ifade eden telepati, uzaktaki eşyaya tesiri bildiren telekinezi gibi tabirler, artık günümüz insanının günlük hayatına girmeye başlamışlardır.
Hassas bir kalp, uzaktaki bir olayı hissedebilir veya uzağa mesaj iletebilirse, aynı kalbe İlahi ilham esintilerinin gelmesi çok görülmemelidir. Okuma yazması olmayan bir şair, Halk Edebiyatı profesörünün söyleyemediği mana yüklü şiirleri, bir tür ilhamla söyleyebiliyor, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar ilâhî vahye muhatap binlerce insanın gelmesi garip karşılanmamalıdır (aleyhimüs selam). Kur’an buna şöyle dikkat çeker:
“İnsanlar içinde birine ‘insanları uyar ve iman edenleri Rableri katında yüksek derecelerle müjdele!’ diye vahyetmemiz, şaşılacak bir şey mi oldu ki, kâfirler ‘bu, apaçık bir sihirbazdır’ dediler.”35
Ahmed Emin’in kitabına aldığı bir olayla, konuyu noktalamak istiyoruz:
Meşhur sofilerden Ebu Said İbn Ebi’l- Hayr (ö. 440 h), İbn Sina ile (ö. 428 h) bir araya gelir, sohbet ederler. Ayrıldıklarında Ebu Said’e İbn Sina’dan sorulur. “Benim (keşfen) gördüğümü O (ilmen) biliyor” der, İbn Sina’ya Ebu Said’den sorulduğunda “benim bildiğimi o görüyor.” cevabını verir.36
1S. Kılıç, “Akıl İle Kalbin Uzlaşmasından İnsanın Ebedi Mutluluğuna Doğru”, 48
2Muhammed İsmail Buhari, Camiu’s-Sahih (Sahihu’l-Buhari) Çağrı Yay. İst. 1981, İman, 39; İbn Mace, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1981, Fiten, 14
3Gazali, İhyau Ulumi’d- Din, Daru’l- Marife, Beyrut. ts., III, 3
4Gazali, age. III, 13
5Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 210
6Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 214
7Nursi, Sözler, s. 121
8Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 456
9Nursî, age. s. 443
10Nursî, age. s. 443
11Nursi, İşaratu’l- İ’caz, (Arapça) Mihrab Yay. Almanya, s. 90
12Nursi, Asar-ı Bediiyye, İttihad Yayıncılık, İst. 2002, s. 74
13Nursi, İşaratu’l-İ’caz, s. 78
14Aclûni, II, 195; Âlûsî, XVI, 209
15İbn Manzur, 1, 685-687; İsfehani, 681-682; Kurtubî, 1, 131
16İbn Mace, Mukaddime, 10
17Tirmizi, Daavat, 89
18Bkz. Nursi, Şualar, s. 122
19 Şuara, 88-89
20 Enfal, 2
21Alûsî, XVI, 209; Taftezani, Şerhu’l-Makasıd, II, 330
22Bakara, 7
23Kurtubî, I, 130
24Beydâvî, 1, 22
25Bakara, 10
26Kurtubî, 1, 138
27Beydâvî, 1, 26
28Gazali, İhya, III, 20
29Gazali, İhya, III, 20-21
30Gazali, İhya, III, 22
31Gazali, İhya, III, 13
32Gazali, İhya, III, 13-14
33Gazali, İhya, III, 18-19
34Gazali, İhya, III, 20
35Yunus, 2
36Ahmed Emin, Zuhru’l-İslam, Kahire, Mektebetu’n- Nehda, 1966, II, 61
