II. BÖLÜM: GERÇEĞE ULAŞMA VASITALARI, AKIL

İnsanı gerçeklere muhatap eden en mühim meleke akıldır. Kelime olarak akıl, “devenin yularla tutulması gibi, tutmak” anlamındadır.1 Ayrıca, “bağlamak, birbirine uygun iki nesne veya iki kavram arasında bağlantı kurmak” anlamını ifade eder.2 Mesela, bir yerden duman çıktığını görünce hemen ateşe intikal etmek, buz tutan nehrin inceliğini görünce “bu beni kaldırmaz” diye hüküm vermek aklın birer fonksiyonudur.

Akıl, maddeden mücerret bir cevher, hak ile batılı ayıran bir nurdur. Bıçağın kesme aleti olması gibi, ruhun anlama aletidir. Kişi bu akılla eşyanın hakikatlerine muttali olur. Hem duyulardan gelen bilgileri değerlendirir, hem de gaybî şeylere açılır.3

Akıl, düşünme, anlama, kavrama kabiliyetidir.4 Hakk’ın hitabını fehmetmek için, bir alet, bir vasıtadır.5 İnsanı hayvanlardan ayıran seçkin bir meziyettir.6

Akıl, madeni kalp ve ruhta, şuaı dimağda bulunan manevi bir nurdur ki, insan bununla duyulara hitap etmeyen şeyleri idrak eder.7

Nuranî bir cevher olan akıl, insanın en kıymetli cihazıdır. İnsanı, ebedi saadete hazırlayan Rabbanî bir mürşid,8 ona İlahi, kutsi defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır.9

İnsan, akıl vasıtasıyla dinen mükellef olur.10 Aklı olmayandan teklif de kalkar.11 “Aklı olmayanın dini de yoktur” sözü, bu noktadan hareketle söylenmiştir. Bundan dolayı, “akıl din karşısında sorumlu tutulabilmenin ‘olmazsa olmaz’ bir şartıdır.”12

Rivayet edilir ki, Cenab-ı Hak aklı yarattığında ona “bu tarafa gel” der, akıl gelir. “Dön” der, akıl döner. Cenab-ı Hak buyurur ki: “İzzetim ve celâlime yemin ederim ki, senden daha şerefli bir mahlûk yaratmadım. Seninle alır, seninle veririm.”13

Akıldan hissesi ziyade olanlar, büyük bir nimete mazhar kılınmışlardır. Ebu Cuhayfe, Hz. Ali’ye “Yanınızda, Rasulullahın size has kıldığı bir kitap var mı?” diye sorar. Hz. Ali, şu manidar cevabı verir: “Hayır, ancak Allah’ın Kitabı ve bir de, Müslüman bir adama verilen fehim (anlama) var.”14

Ham petrolden uçak benzinine, mum ışığından güneşe ışığına kadar mertebeler olması misali, insanların akıllarında da mertebeler vardır. Uzaktan yakılan bir kibritle tutuşan uçak benzini gibi, bir kısım akıllara uzaktan bir işaret verilmesi kâfidir. Aklın bu üst mertebelerinde yer alan insanlar, başkalarının anlamadığını anlarlar, hissetmediklerini sezerler, onların bağlantı kuramadıkları şeylerde hayret verici bağlantılar kurarlar.

Nur suresinin nur ayetinde geçen “onun yağı, neredeyse bir ateş dokunmasa bile ışık verecek”15 ayeti, bir yönüyle bu tür akıllara işaret olarak görülmüştür.16 Ayetteki bu ifadeden hemen sonra gelen “nur üstüne nur” ise, bu akıllara gelen İlahi ilhamlara, tuluata işarettir. Yani, akıl hadd-i zatında İlahi bir nur olmakla beraber, bu nura ilahi ilham parıltılarının gelmesi, “nurun ala nur” olacaktır.

Göz penceresinden âlemi seyreden ruh, beyin merkezinden de gerçekleri temaşa eder. “Dil ne kadar tatma organıysa, beyin de o kadar düşünce organıdır.”17 “Aklın vazifesi gerçekleri kavramaktır.”18

Beynin fonksiyonuna “tefekkür” adı verilir. Tefekkür, aklın çalışması, fikir üretmesidir. Akıl bir makineye benzetilirse, tefekkür bu makinenin çalışması ve üretimde bulunmasıdır.19

“Aklın başlıca iki çeşit seyri vardır:

1. Fikir.

2. Hads (sezgi.)

Fikir, aklın ağır, tedrici ve zamanla kayıtlı olan düşünme seyridir. Hads ise, aklın bir lahzada, bir hamlede matluba ulaşıverecek derecede seri olan ani seyridir.”20

Keza, “fikir, görgüleri ve bilgileri bir tertibe koyup bildiğinden bilmediğini anlamak, ahiri evvele bağlamaktır.21

Hads ise, bir şeyin birden açılması, dolaysız kavrama, bir anda yakalamadır,22 şimşek gibi bir sür’at-i intikaldir.23 Gecenin karanlığında çakan şimşeğin birden etrafı aydınlatması gibi, hads şimşeği dahi, birden insanın idrak âlemlerini aydınlatıverir.

Fikir, hadse bir altyapı oluşturur. Mesela, ilmî bir keşif için yoğun bir tefekkür içine giren ilim adamları, günün birinde meselelerini iç âlemlerinde halledilmiş, çözülmüş bulurlar. Bu, fikre terettüp eden bir hads parıltısıdır.

İki tahta parçası birbirine sürtülünce belli bir noktadan sonra, tahtadan alev çıkar. Keza, bir mercekle kâğıda güneşin harareti odaklandığında, bir zaman sonra kâğıt yanmaya başlar. Onun gibi, tefekkürde yoğunlaşan insanlar, bazan kendilerini çok farklı bir idrak boyutunda bulabilirler.24

1İsfehani, s. 578

2Keklik, Felsefenin İlkeleri, s. 156

3Bkz. Cürcani, s. 152

4Bedia Akarsu, Felsefi Terimler Sözlüğü, İnkılap Kit. İst. 1988, s. 183

5Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2720

6İbn Manzur. V, 459

7Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 566

8Said Nursi, Sözler, Sözler Yay. İst. 1987, s. 25

9Nursi, Şualar, Envar Neş. İst. 1988, s. 16

10Taftezani, Şerhu’l-Makasıd, Âlemü’l- Kütüb, Beyrut, 1989, II, 32

11Şatıbi, Ebu İshak, el- Muvafakat fi Usuli’ş- Şeria, Beyrut, ts, III, 19

12Sadık Kılıç, “Akıl İle Kalbin Uzlaşmasından İnsanın Ebedi Mutluluğuna Doğru”, s. 47

13İsfehani, s. 578; Aclûni, II, 138

14Âlûsî, VI, 191

15Nur, 35

16Bkz. Beydâvî, II, 124- 125

17Adıvar, s. 226, John Tolund’dan naklen.

18M. Zeki Duman, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, Fecr Yay. Ankara, 1996, s. 44

19Keklik, Felsefenin İlkeleri, s. 157-158

20Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 566-567

21Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VII, 4868

22Akarsu, s. 158

23Nursi, Mesnevi-i Nuriye, (Arapça) ts. s. 358

24Frithjof Schuon, İslamın Metafizik Boyutları (Dimensions of Islam), Ter. Mahmut Kanık, İz Yay. İst. 1996, s. 194

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir