Aynı dünyada yaşayan, aynı olaylara muhatap olan insanların, âlem ve olaylar hakkında farklı hükümler verdiklerini görürüz. Kimi, sofistler gibi bu âlemin varlığını bile şüpheyle karşılar, kimi, ampiristler gibi sadece deney yoluyla isbat edilenleri kabul eder. Kimi, doğruluğu fazilet olarak bilir, kimi yalanı marifet zanneder. Kimi, ezeli bir Allah’a inanır, kimi maddenin ezeliyeti cihetine gider…
“Her hizip kendi görüşlerinden memnundur”1 ayetinin ifade ettiği gibi, bütün farklı fırkalar kendilerini gerçeği bulmuş olarak kabul ederler.2
Ölçü ve tartı için sabit kıstaslara ihtiyaç olduğu gibi, gerçek için de sabit bir kıstasa ihtiyaç vardır.3 Yoksa herkes kendi gittiği yola “hak”, kendi bulduğu neticeye “gerçek”, kendi söylediği söze “doğru”, kendi beğendiği şeye “güzel” hükmünü verebilir. Dolayısıyla, “ölçüleri yanlış olanların bütün ölçümleri yanlış olacaktır.”4
Gerçeğin “hükümde isabet” yani bir şey hakkında vakıa mutabık, nefsü’l-emre muvafık hüküm verilmesi olduğunu hatırlayacak olursak, böyle bir kıstasa ne derece muhtaç olduğumuz daha iyi anlaşılır.
Hz. Ali şöyle der: “Hakkı (gerçeği) insanlarla tanıma, sen gerçeği öğren, ehl-i hakkı ona göre tanı.”5
İnsanlar genelde gerçeğin şu veya bu ucunda bulunurlar. Yani, ya ifratta veya tefrittedirler. Hâlbuki “emrolunduğun gibi dosdoğru ol”6 ayetinin hükmüyle, insana yaraşan istikamettir. İstikamet, ifrat ve tefrit ortasını ifade eder. Âyet; ilim, amel ve ahlakla ilgili her şeyi içine alan câmi bir kelamdır. Sırat için kullanılan “kıldan ince kılıçtan keskin” hükmü, sırat-ı müstakim için de geçerlidir.7
“İstikamet itidaldir. İnhiraf etmeden doğru yolda gitmektir… Ne aşırı gitmek, ne de geri kalmaktır.”8
Mesela, Allah’ı tanımakta, kimi İlahî sıfatları reddetmiş (muattıla), kimi de bu sıfatları insanların sıfatlarına benzetmiştir (müşebbihe). Keza, insandaki şehvet, gadab gibi kuvvetlerin ifrat ve tefritten uzaklığı gerekli olmakla beraber son derece zordur. Bunun zorluğunu ifade babında Hz. Peygamber, “beni Hud Suresi ve kardeşleri ihtiyarlattı”9 demiştir. Bir zat rüyasında Hz. Peygamber’e bu sözünden sorar. Hz. Peygamber, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” âyeti beni ihtiyarlattı” diye cevap verir.10
İbn Abbas, Rasulullah’a bundan daha şedit ve zor gelen bir ayet inmediğini söyler. Öyle ki, sahabeler, “ya Rasulallah, yaşlandığını görüyoruz” derler. Hz. Peygamber, “Hud Suresi beni ihtiyarlattı” buyurur.11
İstikametin zorluğuna bir delil, bu ayetten hemen sonra “zulmedenlere meyletmeyiniz. Yoksa ateş size de dokunur”12 nehyinin gelmesidir. Onlara edna bir meyil bile tehlikeli sayılmıştır. Hamdi Yazır bu konuda şöyle der:
“Hakka (gerçeğe) ulaşmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta tam bir istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur… İstikamet noktasını tayin etmek, muhtelif noktaların alakasından sıyrılıp sarsılmadan ve dosdoğru o noktaya yürümek, ulaştıktan sonra aynı istikamette hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek elbette kolay şeyler değillerdir. Hz. Peygamberi yaşlandıran, istikamet emrinin kendine taalluk eden kısmından ziyade, ümmetine taalluk eden kısmıdır. Zira Rasulullah’a istikameti emreden ayetin devamı ‘ve seninle tevbe edenler de’ ifadesiyle, ümmetini de bu hükme dâhil etmektedir.13
Ağırlık ölçüsünün kilo, uzunluk ölçüsünün metre olması gibi, farklı alanlara ait gerçeklerin de farklı kriterleri olması kaçınılmazdır. Mesela, kimya ile ilgili gerçekler, laboratuarlarda deney yolu ile ortaya konulur. Toplumsal gerçekler, gözlem ile elde edilir. Tarihi gerçeklere belge ile ulaşılır. Dini gerçeklere de Kitap ve Sünnetle vasıl olunur. Cenab-ı Hak, bunu şöyle bildirir:
“Bir meselede çekiştiğinizde, onu Allah’a ve Rasulüne arzedin.”14
Müfessirlerin beyanına göre, bir meseleyi Allah’a arzetmek Kur’an’a müracaat ve Rasulüne arzetmek ise, O’nun sünnetine bakmaktır.15
Cenab-ı Hakk’ın gerçekleri göstermesi, özellikle “Hâdi” ismiyle alakadardır. “Hâdi” yol gösteren anlamındadır. Cenab-ı Hakk’ın yol göstermesiyle ilgili şu ayetlere bakabiliriz:
“De ki: Allah’a ortak koştuğunuz şeriklerinizden, hakka (gerçeğe) hidayet eden var mı? De ki: Allah, hakka hidayet eder. Hakka ileten mi tabi olunmaya daha layıktır, yoksa kendisine hidayet olunmadıkça yol bulamayan mı? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?”16
“İşte onlar (o peygamberler) Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü.”17
“Şüphesiz bu Kur’an, en doğruya hidayet eder.”18
“Sizi sarsmasın diye yeryüzüne dağlar koydu. Yol bulup gitmeniz için nehirler, yollar yarattı. Daha birçok alametler (var etti). Yıldızla da onlar yol bulurlar.”19
“Allah’ın hiçbir insanla, bir vahiyle veya perde arkasından veya bir elçi gönderip te kendi izniyle dilediğini vahyetmesi dışında konuşması yoktur.”20
Bunlar ve benzeri ayetlerden öyle anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın insanlara yol göstermesi, başlıca şu şekillerde olmaktadır:
1. Peygamberler göndererek.
2. Kitaplar indirerek.
3. Tekvini ayetlerle.
4. Hususi ilhamlarla.
1-Peygamberler, rehber insanlardır. Allah onlar aracılığıyla insanlardan taleplerinin neler olduğunu bildirir, helal ve haramları onlara öğretir. Ayrıca, önlerine model insanlar sunar.
2-Allah’ın indirdiği kitaplar, bir nevi eşyanın kullanım kılavuzları gibidir. İnsanlar bu ilahi kitaplar sayesinde yaratılış gayelerini, bu âlemde görevlerinin neler olduklarını, olayların yorumlanmasını… öğrenirler.
Kur’an, Allah’ın indirdiği son ilahi kelamdır. Bu evrensel mesajda, Kur’an’ın rehberliğini gösteren şu gibi isimleri de yer almaktadır:
–Ümmü’l Kitap.21 Yani ana kitap. Diğer kitaplar, bu ümmü’l-Kitab’a uymaları ölçüsünde bir değer kazanırlar.
–Furkan.22 Yani, Hak ile batılı, hidayet ve dalaleti birbirinden ayıran.23 Gerçek ile gerçek olmayan, Allah’ın kitabındaki esaslarla birbirinden temyiz edilir.
–Nur.24 Kur’an, gerçekler âleminin nurudur. Karanlık içinde farkedilmeyen eşya, güneşin nuruyla görüldüğü gibi, gerçekler dahi Kur’an nuruyla ayan-beyan olarak tezahür ederler.
–Hidayet (yol gösterici). 25 Bilmedikleri bir ülkeye seyahate çıkan insanlar, ancak rehber vasıtasıyla yol bulabilirler. Onun gibi, adem zulumatından şu varlık sahrasına atılan ve ebede doğru yol alan insanlar, ancak Kur’an ayetlerinin rehberliğinde selametle ilerleyebilirler.
Peygamberlerin ve ilahi kitapların rehberliği, mü’minleri kaostan, keşmekeşten, tereddütten kurtarır. Mesela,
-Âlem yaratılmış mıdır, yoksa ezeli midir?
-Şu âlem gerçek bir âlem midir, yoksa gölgeler dünyası mıdır?
-Bilgimiz sınırlı mıdır, yoksa sınırsız mı?
-Öldükten sonra hayat var mıdır? Varsa nasıldır?
-Uzayda hayat var mıdır?
-Helal ve haramda ölçü nedir? Hangi şeyler helal, hangi şeyler haramdır?
-Güzelin, güzelliğin kriteri nedir, şeklindeki nice sorular, ayet ve hadislere müracaatla halledilecektir.
3-Tekvini ayetler, kâinat kitabının ayetleridir. Kur’anın ayetleri olduğu gibi kâinat kitabının da ayetleri vardır. Allah mesajlarını her iki kitapla insanlara sunmaktadır. Mesela güneş, bu kitapta büyük bir âyet olarak maddi dünyamızı aydınlattığı gibi, Allah’ı tanıma noktasında manevi dünyamıza da ışıklar saçmaktadır.
4-Hususi ilhamlar, Allah’ın yol göstermesinin hemen her insana bakan özel kısmıdır. İnsan şu hayat yolunda tereddütte, ne yapacağını bilmez bir halde kaldığı nice durumda ilahi yönlendirme ile gerçeğe ve doğru olana iletilir.
İşte, yaratılışında mevcut bir merakla her şeyin gerçeğini, hakikatini araştıran insan, bu gerçekleri büyük ölçüde Kitap ve Sünnette bulur. Tekvini ayetlerin yönlendirmesinden istifade eder, bu arada zaman zaman da hususi ilhamlara mazhar olur.
Bütün bunlardan istifade, kendisine verilen akıl vasıtasıyla olmaktadır. Ancak, akıl tek başına evrenin sırlarını keşfetmeye ve eşyanın sırlarını bulmaya yetmemektedir. Bunun için bu insanın “Vahyin rehberliğinde bir akla” ihtiyacı vardır. Böylece insan, beşerin kolektif bilgi birikimini nass’lar ışığında yoruma tabi tutar; cesediyle yerde dururken aklıyla, kalbiyle, imanıyla hakikatin semalarında seyeran eder.
1Mü’minun, 53 ve Rum, 32
2Ebu’l-Fadl Âlûsî, Ruhu’l-Meani, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1985, XVIII, 42
3Bkz. Kutub, I, 216- 217
4Şimşek, Özdeyişler, s. 14
5Ebu Hamid Gazali, el- Munkız mine’d- Dalal, Müessesetu Kütübi’s – Sikafiyye, Beyrut, 1991, s. 33
6Hud, 112
7Âlûsî, XXII, 152; Kadı Beydâvî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, Daru’l- Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1988, 1,472
8Kutub, IV, 1931
9Muhammed Aclûni, Keşfu’l-Hafa, Daru İhyai’t- Türasi’l- Arabi, Beyrut, 1351 h, II, 15; Tirmizi, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1981, Tefsir, 56/6 da “Beni Hud ve Vakıa suresi ihtiyarlattı” şeklinde geçer.
10Râzî, XVIII, 71
11Ebu Abdullah Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an, Daru’l- Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1993, IX, 71
12Hud, 113
13Bkz. ay.
14Nisa, 59
15Râzî, X, 143; İbn Kesir, II, 304; Celaleddin Süyûtî, Dürrü’l- Mensur, Daru’l – Mektebi’l- İlmiyye, Beyrut, 1990, II, 318; Kurtubî, V, 168-169; Beydâvî, I, 221; İbn Kayyim Cevziye, İ’lamu’l- Muvakkiin an Rabbi’l – Âlemin, Daru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991, 1, 39; Muhammed Ali Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Yay. İst. 1987, I, 285.
16Yunus, 35
17En’am, 90
18İsra, 9
19 Nahl, 15
20Şûra, 51
21Ra’d, 39
22Furkan, 1
23İbn Kesir, 1,130
24Maide, 15
25Bakara, 3
