GERÇEĞE YÖNELMEMEK

İnsan, düşünen bir varlıktır. Bu özelliğiyle diğer canlılardan ayrılır.1 Nedense bu düşünme kapasiteli insanların çoğu, bilimsel anlamda pek düşünmezler. Selahaddin Şimşek bu gerçeği, belki biraz da mübalağalı bir şekilde şöyle ifade eder:

“Düşünüyorum, öyleyse varım, diyen filozof haklı ise nüfus sayımları boşuna yapılıyor demektir.”2

Gerçeğe ulaşmada belki de en büyük engel, gerçeğe yönelmemektir. Duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar da kör bir insan tasavvur edilemez. Onun gibi, gerçeği aramayanların, bir gün kendilerini gerçeğin ta ortasında buluvermeleri elbette düşünülemez. Mesela, herkesin ittifak ettiği en büyük bir gerçek olan ölüm olayı karşısında Epikur (ö. 270 m.ö.) şu yaklaşımda bulunur:

“Ölüm bizi korkutamaz. Çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Ölüm geldiğinde de, artık biz yokuz.”3

Deve kuşunun avcıdan kurtulmak için başını kuma sokması olayını hatırlatan bu sözler, en büyük bir gerçekten kaçışın ifadeleridir. “Madem ölüm var ve gelecek. Acaba ötesi var mıdır. Varsa nasıldır?..” diye araştırmak gerekirken, mezkur bakış açısı, gerçeğin görülmemesine sebeptir. Gerçekleri, gerçekte olduğu şekliyle görebilmek için her şeyden önce bu gerçeklere talip olmak gerekir. Talip olmayanlar bulamazlar. Bakmayanlar göremezler. Kulaklarını tıkayanlar duyamazlar.

“O Allah ki, düşünüp ibret almak yahut şükretmek isteyenler için gece ve gündüzü ardarda getirdi.”4 ayetinin izahında Hamdi Yazır şöyle der:

“…Çünkü düşünmeye ve vazife görmeye niyeti olmayan atıl kimseler için zamanın değişmesinde hiç bir mana yoktur. Onlar zamanı öldürmeye çalışırlar.”5

Beton duvarların, kesif meşguliyetlerin, şiddetli gürültünün, hızla değişen olayların arasında, insanın gerçeği bulması, gerçekten çok zor bir durumdur. Schuon’un ifadesiyle, “Makinayı yaratan insan, sonunda makinanın yaratığı ve kölesi olmuştur.”6

Cemil Meriç, günümüz insanını şöyle değerlendirir:

“Çağdaş insan, kökleri kopmuş bir ağaç. Hem kendine yabancı, hem tabiata.”7

Fransız düşünür Garaudy, insanların makinelere mahkûm olmasını ironik bir üslupla şöyle anlatır:

“Bu kitabı okumayın ve de ‘niçinsiz’ yaşamanın o yüce(!) san’atını kendisinden öğrenmek için televizyonunuzu sakın kapamayın!

Siz bu kitabı okumayın! Çünkü reklamlar, çamaşır tozundan arabaya varıncaya dek arzu ettiğiniz her bir şeyi size söyleyecektir…

Belki de ne bu kitabı, ne de size ‘niçin?’ sorusunu soran başka bir kitabı okumayacaksınız. Çünkü tüm bir yaşayış biçimi ve temposu, sizi fabrika, televizyon, basın veya süper market zincirleriyle kıskıvrak ve sımsıkı bağlayarak bundan alıkoymaktadır.”8

Kur’an-ı Kerim, Kur’an’a muhatap olup ta onu kabul etmeyenler hakkında şu hükmü verir:

“Onlar, (sanki) uzak bir yerden çağrılıyorlar.”9

Bu üslup, müfessirlerin de işaret ettiği gibi, onların Kur’an’ın davetini anlamamaları ve faydalanmamalarını bildiren bir temsildir. Uzaktan çağrılan kimse gibi, bir ses duyuyorlar, fakat ayrıntıları ve manaları anlamıyorlar.10

İşte, gündelik işlerin telaşı içinde boğulan veya bütünüyle eğlenceye dalan insanlar Kur’an’ın bildirdiği gerçeklerden uzak kalırlar. Muhatap olsalar bile anlayamazlar, gerçeklerin sunulduğu bir söz ziyafetini esneyerek dinlerler.

Şimdi Kur’an-ı Kerim’in bize sunduğu şu tabloya bakalım:

Hz. Şuayb, kavmine nasihat ediyor; onları Allah’a itaate, ölçü ve tartıda adaletli olmaya, bozgunculuktan uzak kalmaya… davet ediyor. Dikkat etmedikleri takdirde, kendilerine semavî bir felaketin geleceği uyarısında bulunuyor. Buna karşı kavminin cevabı şu:

“Ey Şuayb, biz senin söylediklerinin çoğunu iyi anlamıyoruz…”11

Anlamak için yönelmiyorlardı. Yüz çevirmişlerdi, Hz. Şuayb’tan hoşlanmıyorlardı. Veya anlıyorlar, fakat kabul etmiyorlardı. Dolayısıyla, sanki anlamamış oluyorlardı.12 Hâlbuki Hz. Şuayb, “Hatibu’l-Enbiya” idi.13 Yani, peygamberler içinde hitabetiyle mümtaz bir şahsiyetti.

Hamdi Yazır bu meselede şu dikkat çekici açıklamaları yapar:

“Hz. Şuayb’ın kavmi, herkesin hissiyatını kendi nefisleriyle ölçtüklerinden, bir insanın şahsî garaz ve dünyevî menfaatlerden sıyrılıp, “ben ancak ıslaha çalışıyorum”14 demekte samimi olmasını kafalarına sığdıramıyorlar, ihlas ve tevekkülü anlamak için kendilerinde bir misal bulamıyorlar ve özellikle tevhidi tanımadıklarından veya bir kör tabiatçı kafasıyla düşündüklerinden, beşerin isyanıyla bazı semavî âfetler arasında bir alâka bulunabileceğine ihtimal vermiyorlar; şuna buna tapmakla nizam-ı âlemin bozulacağını ve tufanlar, zelzeleler olabileceğini anlamıyorlardı.”15

Tarih boyunca gerçeğe ilgisiz pek çok insan gelmiştir. Hatta bunlar ekoller kurmuşlardır. Mesela, ilkçağ Yunan felsefesinin Kynikler okuluna (kelbiyeye) bakalım. Bunlar, uygarlık değerlerini hor görürler. Hayat tarzları her türlü kuralın dışındadır.16 “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen Diyojen, bu ekolün en renkli simalarındandır. “Bir elinde tarak, bir elinde ayna, umurunda mı dünya” şeklinde çerçevesi çizilen hayat felsefesi, bunların hayata bakışlarını yansıtır. Günümüzde de pek çok insanın böyle bir bakışla hayata baktıklarını, şu âlem kitabından bir şey okuyamadan geçip gittiklerini söyleyebiliriz.

Zevklere meftuniyet de gerçeğe yönelmeye engel olur. Hedonizm (hazcılık, lezzetiye) ekolü denilen bu felsefî akım, hayata zevk ve lezzet noktasından bakar. Bunların gayeleri, duyuların ve içgüdülerin tatminidir, zevktir. 17

Hedonist felsefenin meşhur simalarından Epikür’e göre, “hayatın amacı, yaşadığı an için acı duymamak, geçmiş durumları için hoş anıları olmak, gelecek için güven içinde bulunmaktır.”18

Bu ekolün özdeyişleri: “Aç kalmamak, susamamak, üşümemek.” Vücudun istedikleri, özledikleri bunlardır. Bu durumda olan veya ilerde bu durumda olacağını umabilen kimse, mutlulukta tanrı Zeus’la bile yarışabilir.”19

1İbn Haldun, Mukaddime, Daru İhyai’t- Türasi’l- Arabi, Beyrut, 1988, s. 429

2Şimşek, Özdeyişler, s. 13

3Gökberk, s. 88-89

4Furkan, 62

5Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3611

6Schuon, s. 204. Nihat Keklik, aynı manayı şöyle ifade eder: “Maddi imkânlar insana köle olması gerekirken ona efendi olmuşlar.” Manevi Kalkınma veya Ortanın Sağı, Cağaloğlu Yay. İst. 1967, s. 14

7Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, s. 162

8Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı (Appel aux Vivants), Ter. Cemal Aydın ve Nuri Aydoğmuş, Pınar Yay. İst. s. 28

9Fussilet, 44

10Ebussuud, İrşadu Akli’s-Selim, VIII, 17; Alûsî, XXIV, 130; Sabuni, III, 126

11Hud, 91

12Mahmud Bin Ömer Zemahşeri, Keşşaf, Daru’l- Marife, Beyrut, II, 231

13Zemahşeri, II, 231; Alûsî, XII, 123; Sabuni, II, 30; Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2810

14Hud, 88

15Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2811

16Akarsu, s. 123

17Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Akçağ Yay. Ank. 1987, s. 62

18Gökberk, s. 100

19Gökberk, s. 100

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir