BİLGİNİN DEĞERİ

“Bilgi vasıtalarımızla ulaştığımız şeyler, acaba gerçek bilgiyi yansıtıyorlar mı? Yoksa birer zan, birer teoriden mi ibarettirler?” şeklindeki sorular, bilginin değeri konusuna girer. Bazı felsefi ekoller, bildiğimiz şeylerin gerçekliğine inanırken, bazıları da aşırı bir şüphe ile en bedihi şeylerde bile tereddüt gösterirler. Sofistler, Septikler bu son grupta yer alır.

Orta bir yoldan giderek, “insan bilgisi hiçbir zaman sadece hakikat olan saf bir bilgi değildir. İnsan bilgisi, aslında hakikat ile hatanın bir karmasıdır demek mümkündür.”1

İslam âlimleri, “eşyanın hakikatleri sabittir.”2 esasını kabul ederler. “Yani, görmekte olduğumuz şeyler, şahsi inanç bakımından değil, harici vücut ve hüviyet bakımından bir gerçek olarak vardır. Eşyanın hakikati, evham ve hayalden ibaret değildir.”3 Bizler şu anda rüyalar âleminde değil, gerçek bir âlemde yaşamaktayız.

Ali Fuat Başgil, “eşyanın hakikatleri sabittir” ifadesini elektrik ve vicdanı örnek vererek şöyle yorumlar: “Bizim ilmimiz eşyanın hakikatlerine değil, araz ve evsafına aittir. Eşyanın künhünü ve hakikatini yalnız onları yaratan bilir.”4

Sofistler ve Septik felsefe mensupları her şeye şüpheyle bakmışlar, eşya hakkında hüküm vermekten kaçınmışlardır. Bunlara İslâm âleminde “indiyye, la edriye, hısbaniyye, raybiye” gibi isimler verilir.5 Şüphenin de belli bir yeri olduğunu kabul etmekle beraber, bedihiyatta bile şüphe edilmesi, çok aşırı bir tutumdur.

Bedihiyyat, besbelli şeyler, aklın bunlara yönelmesiyle hemen meydana gelen, ilk nazarda hemen hâsıl olan bilgilerdir. “Bir ikinin yarısıdır.” “Küll, cüz’ünden büyüktür” gibi bilgiler bu türdendir.6

Bedihiyat hakkında Berkeley şöyle der: “Bu gördüğüm dokunduğum şeylerden şüphe edersem, kendi varlığımdan da ederim. Ben derim ki: Kendi varlığımı ne kadar sağlam biliyorsam, cisimlerin varlığını da o kadar sağlam bilirim.”7

Şimdi de biraz şüpheciler cephesine bakalım, onların yorumlarını dinleyelim:

Sofistler, relativisttir. Onlara göre, herkesin benimseyebileceği bir doğru ve bir ölçü yoktur.8

Ekol mensuplarından Pyron şöyle der: Her sav için birbirinin karşıtı olan ve güç itibarıyla birbirine eşit bulunan iki delil ileri sürülebilir. Bundan dolayı da, hiçbir şey için belli bir şey diyemeyiz. Yapılacak şey, her türlü yargıdan kaçınmaktır. Bir de, duyular olsun, akıl olsun bize nesneleri oldukları gibi değil, göründükleri gibi gösterirler.”9

Gorgias ise şöyle der: “Bir şey yoktur. Bir şey olsa da bilemezdik. Bilseydik de başkalarına bildiremezdik.”10

Şüphecilerden Karneades, duyu aldanmalarına şöyle örnek verir: “Aynı kule, uzaktan yuvarlak, yakından dört köşeli görünür. Aynı gemi, üzerindekine duruyor, kıyıdakine gidiyor görünür.”11

Yine Karneades’e göre, “akılla da hiçbir zaman son, şartsız, mutlak geçerliliği olan bir şeye varamayız. Bilgimizin bu iki kaynağı, yalnız başlarına bu işi başaramıyorlarsa, beraber olduklarında, yani ‘iki aldatıcı’ bir araya geldiğinde yine bir şey yapamazlar.”12

Karneades böyle derken, Stoa ekolünün şu tenkidi, kayda değer bir ifadedir:

“Sen, ‘doğru bilinemez’ diyorsun ama hiç olmazsa bu ‘doğru bilinemez’ sözünün doğru ve bilinen bir şey olması gerekir.”13

Philon’un öğrencisi Filistinli Antiokhus, şüpheciliğin her şeyden şüphe etmesini lüzumsuz bulur. Ona göre, insanın normal şartlar içinde apaçık (bedihi) algıları vardır. Bunlardan şüphe edersek, kökleri bu çeşit algılarda bulunan bütün genel tasavvur veya kavramlar da yıkılır. Böylece insanın bütün pratik, sanatsal ve bilimsel davranışları, kısaca bütün hayatı çıkmaza girer. Yeni bilgilerimize sağlam, apaçık bir temel gerekir. Çünkü doğrunun ne olduğu bilinmeden, doğru olması muhtemel olanın ne olduğu bilinemez. Her şeye şüpheyle, ihtimalle bakmakta, o aranan güvenirlik, sağlamlık yoktur.14

David Hume, şüpheciliğe şöyle yaklaşır: Suya daldırılmış bir küreğin kırık görünmesi, çeşitli uzaklıklara göre objelerin farklı görüntüleri gibi septiklerin verdikleri örnekler, yalnız duyulara körü körüne boyun eğmemeyi, aksine bu duyuları kendi alanlarının sınırları içerisinde değerlendirmeyi isbat eder.15

Sofistlerin, “âlemde her şey nisbidir. Bundan dolayı sabit hakikat olamaz” görüşleri, gerçeği yansıtmamaktadır. Bunu isbat için gösterdikleri nisbilik delilleri, ancak nisbî bir tür bilginin varlığını isbatlar. Yoksa her türlü bilginin nisbî olduğunu ispatlayamaz.16

1Mengüşoğlu, s. 54

2Taftezani, Şerhu’l- Akaid, s. 19

3Ali Arslan Aydın, İslam İnançları ve Felsefesi, Çağrı Yay. İst. 1979, s. 111

4Başgil, 61-62

5Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, s. 231-233

6Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yay. İst. 1981, s. 71

7Paul Janet ve Gabriel Seailles, Metalib- Mezahib (Histoire de la Philosophie), Ter. Hamdi Yazır, Eser Neş. İst. 1978, s. 54

8Gökberk, s. 47

9Gökberk, s. 95-96

10Akarsu, s. 161

11Gökberk, s. 111

12Gökberk, s. 112

13Gökberk, s. 112

14Gökberk, s. 117

15Hume, s. 229

16Alparslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, İnsan Yay. İst. 1992, s. 27

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir