Subjektif bir karakter arzeden vahiy olayı, diğer insanlarca tecrübe edilmediğinden, bazılarınca reddedilme cihetine gidilmiştir. Dolayısıyla, vahyin onu kabul edenler açısından değeri olacağı aşikârdır. Kur’an’da müttaki mü’minler hakkında “onlar gayba iman ederler”1 denilmesi düşündürücüdür. “Ben iman ederim ki, su akar, ateş yakar” denilmez. Çünkü bunlar tecrübe ve müşahede sahasında bulunurlar. Ancak, “ben iman ederim ki, Allah, melekler, ahiret, cennet, cehennem vardır” denilir. Çünkü bunlar müşahede edilen şeylerden değildir.”2
Vahiyle bize bildirilen gerçekleri şu üç bölümde değerlendirebiliriz:
1. Allah
2. Âlem
3. İnsan
Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ı bize zat, sıfat, isim ve fiilleriyle tanıtır. İnananlar açısından bu son derece mühim bir husustur. Çünkü Cenab-ı Hakk’ı gerçekte olduğu gibi tanımak, ancak kendisinin kendini tanıttığı şekilde mümkündür.
Keza, yaşadığımız âlemi gerçekte olduğu gibi tanımamız çok zordur. Zira hem makro, hem de mikro âlemlere yeni yeni açılmaktayız. Milyarlarca galaksi ve bu galaksilerde yer alan trilyonlarca yıldızın sırlarını çözmek, insan için mümkün görülmemektedir. Kur’an-ı Kerim, bütün âlemlerle ilgili genel yorumlar yapar. Kâinatı sayfa sayfa önümüze getirir. “Yaratılış sayfası, insanın dünyayı gönderiliş sayfası, kıyamet sayfası, ahiret sayfası…” şeklinde kâinat kitabını bize okutur, külli ve şümullü bir bakış kazandırır. Düalist bir hayat felsefesiyle, bizi tek hayatlı olmaktan kurtarır. Ömrümüzün ebediliğini müjdeler.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim, bizi bize tanıtır. İnsanın görevinden, ailenin saadetinden, toplumun huzurundan söz açar. Şu dünyada da elimizden tutar, “saadet-i dareynin” yani dünya ve ahiretin mutluluk esaslarını bize bildirir.
Dolayısıyla, vahiy bize hiçbir zaman müstağni kalamayacağımız esaslar getirir. Varlığın muammasını, kâinatın tılsımını çözer. Âlemleri tanıttırır görevlerimizi anlatır. Bizi içinden çıkamadığımız sorulardan kurtarır. İnsanları mutlu ve huzurlu yapar.
Gazali, el-Munkız mined- Dalal isimli eserinde duyuların ve aklın sınırlı ve yanılabilir olmalarını anlattıktan sonra nübüvvete dikkat çeker. Duyular ve aklın kendi sahalarında bize bilgi getirmeleri gibi, vahyin de yeni bir hayata bizi muhatap yaptığını söyler. Ancak, nasıl duyular aklın idrak ettiğini anlayamazsa, akıl dahi nübüvvetin bildirdiklerini idrak edemez. Kör bir insan, görenlerden işiterek renklerden haberdar olur. “Akla nisbetle duyular ne ise, nübüvvete nisbetle de akıl odur.” 3
Peygamberler, kalp doktorlarıdır. Akla düşen görev, nübüvvet gözüyle idrak edilenleri kendisinin idrak edemeyeceğini anlayıp, âmâların rehberlere, hastaların doktorlara teslimiyeti tarzında bizi nübüvvete teslim etmesidir.4
1Bakara, 3
2Taylan, s. 288
3Gazali, el- Munkız mine’d- Dalal, s. 51-52
4Gazali, el- Munkız mine’d- Dalal, s. 56
