Veliler ve Gayb

Veliler, gayba yönelik antenleri hassas kimselerdir.

Veliler, Allah’ın sevgili kullarıdır. “Allah dostu” denilen bu insanlar “gayb bilgisi” açısından alelâde insanlardan farklıdırlar. Evliya menkıbelerini anlatan kitaplar bu farklılığın örnekleriyle doludur. Misal olarak şu menkıbeye bakalım:

Hayru’n- Nessâc anlatıyor:

Bir gün evimde otururken ‘Cüneyd-i Bağdadî kapıda durmaktadır’ diye içime bir fikir doğdu. Bu düşünceyi kalbimden attım. Fakat aynı düşünce tekrar içime doğdu. Dışarı çıktım. Baktım ki, Cüneyd kapıda beklemekte… Cüneyd bana dedi: ‘İlk defa hatırladığında neden dışarı çıkmadın?’”1

Velinin kalbine gelen ilham, âdeta özgün bir mors alfabesidir. Bir kısım şeyler o kalbe dikte edilir. O da bunlardan bir kısım manalar çıkarır. “Falan şu anda kapıya geldi” şeklinde söyleyebilir ve söylediği de çıkar. Veya o veli, muhatabın zihninden geçen sorulara birer birer cevap verebilir. Bu mana, halk arasında da yaygın bir kanaat halindedir: “Allah dostu” denilen zatların, insanın içini okuduğunu söylerler. Bu bağlamda “Müminin ferase­tinden korkun. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar”2 hadisini tezekkür edebiliriz.

Bir velinin insanın içinden geçenleri söylemesine şu noktadan bakılabilir:

Kalp, etrafa bazı titreşimler neşrettiği gibi, beyin de bazı titreşimler neşreder. Bunlar, insanın içinden geçen düşünceleri etrafa yansıtırlar, ya da içten geçen düşüncelere göre dalgalanır, şekillenirler. Tıpkı radyo ve TV dalgaları gibi, bunları tesbît eden bir göz olursa, karşıdaki insanın düşüncelerini o söylemeden görüp öğrenebilir. İşte, insanda bilkuvve mevcut olan görünmez göz (basiret), bu görünmez titreşimleri tesbît gücüne sahiptir. Böyle basiret gözü açık olan kimse, karşısındakinin içinden geçen düşünceleri sezebilir, anlayabilir.3

Doktorlar, bazı tahlil ve alametlerden hareketle insanın hastalığını ortaya çıkarırlar. “Allah’ın doktorları” hükmünde olan evliyaullahın da bir insandaki manevî hastalığı daha o kişi söylemeden anlamaları mümkündür.4

Tasavvuf büyüklerinden Mevlâna Celâleddîn Rumî, tasavvufî eseri olan Mesnevî’de, evliyaullahın kerametleri ve gaybî birtakım sırlara mazhariyetiyle ilgili ilginç yaklaşımlarda bulunmaktadır. Mesela: “Şüphesiz şeytan ve onun güruhu, sizin onları göremediğiniz taraflardan sizi görürler”5 ayetine dikkat çekerek şöyle der:

Mademki şeytanlar bile yaratılışlarındaki o kabalık ve kötülükleriyle bizim sırrımıza vakıftırlar, kalbimize hırsızcasına girebilirler… Öyleyse, dünyada münevver ruhlu insanlar, birtakım gizli hallerden niçin haberdar olmasınlar? Felekler üstüne çadır kurmuş ruhlar, insan kalbine vâkıf olmak hususunda, şeytanlardan aşağı mı olurlar?”6

Çoğu kere bu gibi kerameti duyan kişilerde bir tereddüt, bir şüphe belirir, “Acaba gerçekten olmuş mudur? Yoksa hayalî bir hikâye midir?” şeklinde bir bocalama yaşanır. Bunun temelinde, o gibi hallerin diğer insanlarca tecrübe edilmemiş olması yatmaktadır. Fakat bu durumun, o tür harika halleri inkâra sebebiyet vermemesi gerekir. “Sen çolak, topal, kör ve sağır isen, yüksek ve büyük ruhları da kendine kıyas ederek senin gibi sanma!” diyen Mevlâna, bunu veciz bir şekilde ifade etmiştir.7

O’nun şu ifadeleri ise, kendisinin bir keşfi durumundadır:

Ben zerreler gördüm ki, hepsinin ağzı açık, lokma bekliyorlar.

Onların yediklerini söyleyecek olursam bahis uzar.”8

Mesnevî’yi şerheden Tahiru’l-Mevlevî, bunu şöyle açıklar:

Malumdur ki zerre ‘en küçük bir cisim’ demektir. Hz. Mevlâna, böyle yemek için ağzı açık cisimler gördüğünü söylüyor. ‘Onların ne yediklerini söyleyecek olursam bahis uzar’ diyor. Bazıları bu beyitten Mevlâna’nın mikropları görmüş olduğunu istidlal ediyorlar. Cenab-ı Pîr’in, 13. asırda ve Pastör’den altı asır evvel mikropları keşfeylediğini iddia ediyorlar. Cenab-ı Pîr, evliyaullahın en büyüklerinden olduğu için, böyle bir keşifte bulunması uzak görülemez. Hususuyla, onları, ‘yemek için ağızları açık zerreler’ diye tarif etmesi tamamıyla mikropların haline uygundur. ‘Onların ne yediğini söyleyecek olursam bahis uzar’ demesi de, edilen istidlali kuvvetlendiriyor. Çünkü 19. asırda Pastör’ün ‘göze görünmez birtakım mahlûklar var ki, insanı yiyorlar, hastalıkların ve ölümlerin sebebi oluyorlar’ demesine, o asrın hekimleri bile inanmamışken, 13. asırda herkese bunu kabul ettirmek mümkün değildi.”9

Mevlâna’nın bu beyitlerde mikropları görmüş olabileceğine katılmakla beraber, şunu da belirtmek isteriz:

Şayet Mevlâna, keşfen mikropları görmüşse, bunları ilâhî hilkatin ince birer sanatı olarak görmüş, bu müşahedesini marifetullahta bir adım daha ileriye gitmeğe vesile yapmıştır. Çünkü kevnî sırlar ilâhî sırlara ulaşmaya bir merdivendir. San’attaki harikaların farkına varmak, san’atkarını takdire sebebiyet verdiği gibi, her tarafı antika sanatlarla dolu olan şu âlem sergisindeki tabloların mükemmeliyetinin farkına varmak, insanı marifetullahın sırlarına erdirir.

1 Abdülkerim Kuşeyrî , Risale (Kuşeyrî Risalesi), İst., Dergah Yayınları, 1981. Haz: Süleyman Uludağ, s. 403

2 Aclûnî, Keşfu’l – Hafa, I, 41

3 Bkz. Ateş, İslam Tasavvufu, Ank. Elif Matbaası, 1972, s. 127

4 Rûmî, Mesnevî, XII, 475-476

5 A’raf, 27

6 Rûmî, Mesnevî, XII, 468-471

7 Rûmî, Mesnevî, XII, 473

8 Rûmî, Mesnevî, IX, 10

9 Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, IX, 10

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir