Kur’anî vahiy gün ortasındaki aydınlıksa,
ilham günün ilk ışıkları gibidir.
Vahiyle ilham arasındaki farkları bilmek, ilhamın değerini ve keyfiyetini anlamamıza yardım edecektir. Şöyle ki:
1- İlham, mutasavvıflarca ve bazı kişilerce bir delil sayılabilir. Ancak o, çoğunluğu bağlayan bir hüccet değildir.1
2- Vahyin kaynağı kesin olarak ilâhî olmakla birlikte, ilhamın kaynağı her zaman ilâhî olmayabilir.2 Onun için, vahiy katî olup, ilham zannîdir. Çünkü vahiy melek vasıtasıyla gelir. Melekte hata ihtimali yoktur. Fakat kalbin akıl ve nefisle alakası olduğundan, bunlardan etkilenir. Bundan dolayı, o meyanda yanılmalar olabilir.3
3- Vahiyde mündemiç olan risalet, bütün beşeriyete aittir. Hâlbuki ilham, yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur.4 Vahiy, bütün âlemi aydınlatan bir güneş, ilham ise sadece ilhama mazhar kişiyi aydınlatan bir lamba gibidir.
4- Vahye mazhar olan peygamber, aldığı vahyi insanlara tebliğle mükelleftir. Hâlbuki bir veli, kalbine gelen ilhamı tebliğe memur değildir. Hatta çoğu kere gizlemesi daha efdal olmaktadır.
5- Vahiy gölgesizdir, safidir, peygamberlere hastır. İlham ise, gölgelidir. Renkler karışır. İnsandan başka, melekler ve hayvanların da mazhar olduğu bir keyfiyettir.5
Evliyaya gelen ilhamla ilgili bu değerlendirmelerden sonra, bir gaybî bilgi türü olarak, ilhamın başka yönlerine geçebiliriz:
İlhamın başka bir yönü
Allah’ın veli kulları ilhama mazhar oldukları gibi, hassas ruhlu sanatkârlar, şairler, kendi sahasında fani olmuş ilim adamları da ilhama mazhar olmaktadır. Bunlar, hayatın günlük akışı içinde başkalarının göremediğini görürler, sezemediğini sezerler, hissedemediğini hissederler.
Bir başka ifadeyle, bilginin bambaşka bir boyutunda yer alan kimi sezgiler ve dimağlar, bize göre verimsiz gibi gelen bir zeminden diriltici sular, ilâhî temaslar elde edebilirler.6
Bu, insanlığın ta derinliklerinde, keşfedilmeyi bekleyen ortak ve maşerî bir istidattır. Hatta belli bir meseleyi, uzun bir müddet çok uğraşmamıza rağmen çözemezken, bir gün aniden onun çözümünü içimizde buluruz. Bütün bilgi basamaklarını atlayarak bizi ani bir şekilde sonuca ulaştıran bu kabiliyetimiz hadsden (sezgiden) başka bir şey değildir.7
Her insanda bilkuvve mevcut olan böyle bir sezgi, şair ve sanatkârlarda, ilim adamlarında çok daha hassastır. Bugün beşeriyetin istifade ettiği ilim ve teknoloji ürünleri, çoğu kere böyle sezgilerin neticesidir. Bunları, sadece zekânın eseri görmek yanlış olacaktır. Dâhi insanlar, kendilerinde bulunan gözlem ve anlama gücünden başka, sezgileri ve yaratıcı muhayyileleri ile başkaları için gizli olanı sezer, görünüşte ayrı olan olaylar arasındaki ilişkileri anlar, gizli bir hazinenin varlığını tahmin ederler.8
“Mülhem keşşaflar” diyebileceğimiz bu kişiler, kendi sahalarında âdeta fâni olmuşlardır. Bütün dünyalarında araştırdıkları mesele vardır. Her şeye o zaviyeden bakarlar:
Bir müzisyenin dünyası notalardan meydana gelmiştir.
Bir ressamın dünyası, renkler ve şekiller dünyasıdır.
Mesleğinde fâni olmuş bir kimyacının nazarında âlem büyük bir laboratuvardır.
Bir şairin dünyası, kelimelerin armonisinden örülüdür…
Bunlar ve benzerleri, kendi branşlarının gemisinde, sisle örtülü sırlar okyanusunda ilerlerken, zaman zaman ilerdeki kayaları hayal meyal görür gibi olurlar. Ardından tekrar bir sis etrafı kaplar. Bazen de bir rüzgâr eser, bütün sis bulutlarını dağıtır. Önlerindeki kayaları ve ilerdeki kıyıları onlara açık ve net olarak gösterir.
Böylece kayalardan aşarlar, kıyılardan geçerler, gerçeğin yeni ufuklarına doğru yol alırlar.
Genel hatlarıyla şair ve sanatkârların ve ilim adamlarının nasıl ilhama mazhar olduklarını ifadeden sonra, bir şairin ilhamına örnek vermek istiyoruz:
Enis Behiç Koryürek, hecenin beş şairinden biri. 1949 da vefat eden bu zat, önceleri ruha inanmazken 1946 da evinde yapılan ruh çağırma seansıyla çok büyük değişikliğe uğrar. Bu ruh çağırma seansları iki yıl boyunca devam eder.9 Celsenin misafiri, 1734 de Trabzon’da vefat eden Çedikçi Süleyman isminde bir tasavvuf ehlidir. Bu meçhul misafir, Enis Behiç’e eski devrin üslubuyla irticalen birtakım şiirler yazdırır, hadisler verir, âyetler ezberletir, Farsça kıtalar söyler, bazı kehanetlerde bulunur.10
Enis Behiç bu celselerin neticesinde ortaya çıkan “Varidat-ı Süleymaniye” isimli eserde şöyle demektedir:
“İşte ben onunla tanıştım, dost oldum. Hem de nasıl? O ‘ben’ oldu, ben ‘o’ oldum.”11
“Çünkü o sözler… Edası, musikisi, manası benim tarzımdan bambaşka olan, fakat bu başkalıkla beraber yine benden bir koku, benden bir gölge taşıyan o sözler… Evet, ömrümde hiç düşünmediğim ve söylemesini aklımdan hiç geçirmediğim o sözler içimden, benim içerimin daha içerisinden birden bire fışkırıp çağlayan bir su gibi, emeksiz, engelsiz akıyor, akıyordu… Bu âdeta bir ‘irtical’ mucizesiydi. Bu çağlayan önceleri tek tek harflerin ardı ardına doğmasıyla yazı şeklinde ve sonraları ise, doğrudan doğruya kendi ağzımdan seslenen esrarlı bir ‘kelâm’ halinde taşıp dökülüyordu.”12
Bu esrarlı misafir, önceleri Enis Behiç’e tek tek harfleri söylerken, ileriki günlerde doğrudan doğruya onun diliyle konuşur. Ayrılırken, “Huu… Eyvallah. Nura varasız, nur alasız, nur olasız. Biz gideriz, siz kalasız. Huu… Eyvallah” sözleriyle onlara veda eder.13
Verdiğimiz bu örnekle ilgili “Gelen gerçekten Çedikçi Süleyman Çelebi’nin ruhu mudur? Yoksa cin midir? Veya Enis Behiç’e mi öyle görülmüştür?” şeklindeki teferruat konulara girmek istemiyoruz. Göstermek istediğimiz şu ki, şiirde fani olmuş birisi, günün birinde çok farklı bir şiir boyutuna geçebilmiştir. Enis Behiç’in hem eski şiirleri, hem de “Varidat-ı Süleymaniye’si” elimizdedir. Aralarında büyük bir mesafe mevcuttur.
Kendisine ilham gelen bir şair şiirde yeni bir ufka açıldığı gibi, kendini sanatına adamış mülhem sanatkârlar, kendini ilmî keşiflere adamış mülhem keşşaflar da bir gün kendilerini yepyeni bir iklimde bulabilmektedir.
Mülhem keşşaflardan birine Piri Reisi verebiliriz. 1513 de çizdiği dünya haritası hala gizemini korumaktadır. Bu harita, günümüzün gelişmiş verileriyle karşılaştırıldığında kusursuz bir harita olarak görülmektedir. Yanlı ve kusurlu olarak çizilmiş olan kendinden önceki haritalardan yararlanmadığı görülen Piri Reisin haritasında Cebel-i Tarık boğazı için uydu fotoğrafları ile yapılan karşılaştırmalar sonucunda tam kusursuz olduğu anlaşılmıştır. Aynı durumun Amerika ve Antarktika kıtaları için de geçerli olduğu ortaya çıkmış ve Antarktikanın keşfinden çok önce bu çizimin nasıl yapılabildiği izah edilememiştir. Bildiğimiz nazari ilimlerde gözlem yapma ve deney çalışmaları yanında sezgilerin de önemli katkısıyla başarılı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Burada sezgiyi peygamberler için vahiy, salih kimseler için ilham, mü’minler için basiret ve diğer insanlar için de farkındalık olarak değerlendirmek mümkündür.
Kevnî sırlara dalmak isteyenlere kâinat sırları açıldığı gibi, ilâhî sırlara ermek isteyenlere de marifet nurları saçılır.
1 Gölcük, s. 291
2 Gölcük, s. 291
3 Serhendî, 41. Mektub, s. 147
4 Mcdonald, “İlham” md. İslam Ansiklopedisi, V/2-297
5 Nursî, Şualar, s. 124-125
6 Kılıç, “Nun Harfi İçin Ek Bilgiler” Dergah Dergisi c. 3. (Nisan 1992) s. 22
7 Açıkgenç, s. 208
8 Carrel, s. 148
9 İsmail ve H. Hüseyin Korkmaz, İlimler ve Yorumlar, İst. Türdav 1980. s. 420-422
10 Onbulak, s. 4
11 Enis Behiç Koryürek, Varidat-ı Süleymaniye, İst. Pulhan Matbaası, 1956. s. 6
12 Koryürek, age. s. 7
13 Koryürek, age. s. 28
