İnsanlar güneşi söndüremezler,
Kur’an güneşini de…
Peygamberini koruyacağını taahhüt eden Allah, ezelî kelâmı olan Kur’an’ı da koruyacağını şu ayetle ilan eder:
“Şüphesiz ki Zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz.”1
“Zikr”, Kur’an’ın isimlerinden biri olup burada Kur’anı ifade eder.2 Bir öğüt olan Kur’an, bugüne kadar İlâhî koruma altında gelmiştir. Bu korumanın nasıl tecelli ettiğini daha iyi anlamak için, onun günümüze kadarki geliş seyrine ana hatlarıyla bakmakta yarar görüyoruz:
Hz. Peygamber, kendisine vahiy geldiğinde, gelen vahyi yazdırıp, “Bu ayeti şu sureye koyun” şeklinde talimat vermektedir. Ayrıca, her sene, o güne kadar gelen ayetleri Hz. Cebrail’e arzetmiştir (el-arza). Vefatı senesinde bu arz, iki defa yapılmıştır.3
Hz. Ebu Bekir döneminde Kur’an mushaf haline getirilmiş, Hz. Osman döneminde ise, nüshaları çoğaltılarak belli başlı İslâm merkezlerine gönderilmiştir.4
Daha sonraki devirlerde ise; hem yazılmak, hem de ezberlenmek suretiyle tebdîl ve tağyîrden, ziyade ve noksandan korunarak günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Diğer semavî kitaplar için böyle bir teminat olmadığından, onlar tebdil ve tağyirden kurtulamamışlardır.5
Her asırda sayıları milyonları bulan hafızlar, Kur’an’ın lafzının korunmasının canlı şahitleridir. Hatta bu hafızlar içinde beş yaşında çocuklar bile çıkması, bu ilâhî korumanın bir görünümü durumundadır. Farz-ı muhal olarak, bugün yeryüzünde bir tek Kur’an nüshası kalmasa, tek bir harfini değiştirmeden yazdırabilecek yüzbinlerce hafız vardır.
Kur’an’ın lafzen korunduğunun en büyük delili, dünyanın her tarafındaki Kur’an nüshalarının aynı oluşudur. Hristiyanların dört İncili olduğu gibi, Müslümanların dört Kur’an’ı yoktur.
Kur’an’ın i’câzı, onun herhangi bir değişikliğe uğratılmasına engeldir. Beşer kelâmından farklı oluşu, onu ebedî bir mu’cize kılmıştır.6 O’nun i’cazı, bir şehri kuşatan sur ve istihkâm gibi onu muhafaza etmiştir.7
Kur’an’ın tahrifine, değiştirilmesine bir sed olan i’cazı, O’nun çeşitli özelliklerinden meydana gelir. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
– Belağatı,
– Beyan ve fesahatı,
– Nazmı,
– Üslubundaki farklılık,
– Okuyanı ve dinleyeni usandırmayışı,
– Geçmiş ve gelecekten verdiği gaybî haberler,
– İhtiva ettiği ilimler.8
Nasıl ki her tarafı aydınlatan güneşin ışığı, bizim yaktığımız mumlardan, lambalardan, elektrikten farklıdır ve üzerinde “semavîlik” mührü vardır. Onun gibi, semâvî olan Kur’an’ın da beyanında ve üslubunda “İlâhîlik” damgası mevcuttur. Bu, bu güne kadar hiç bir beşerin taklide muvaffak olamadığı bir damgadır.
Bir derece açıkladığımız gibi, Kur’an’ın korunmasını taahhüt eden baştaki ayet, gaybdan bir haberdir. Verilen bu haber aynen çıkmıştır.9 Bu vaat, Rasulullah zamanında mücerret bir iddia idi. Bu kadar asırlar geçtikten ve bu kadar çeşitli olaylardan sonra Kur’an’ın korunması vaadi, onun Rabbânî menşe’li oluşuna şehâdet eden bir mu’cizedir.10
Cenab-ı Hak, bu korumayı bir başka ayette şu şekilde bildiriyor:
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlayacaktır. Velev kâfirler hoşlanmasalar da…”11
Müfessir Kurtubî ayette geçen “Allah’ın nuru” ifadesinin “Kur’an, İslâm, Hz. Peygamber ve Allah’ın delilleri” şeklinde dört çeşit açıklamasını yapıp beşinci olarak şunları söyler: Bunun anlamı, “nasıl ki güneşin nurunu söndürmek isteyen bunu başaramazsa, hakkı iptal etmek isteyen de başaramaz” anlamında bir meseldir.12
Evet, tarih boyunca bu nuru söndürmek isteyenler kendileri söndüler. Onu yok etmek isteyenlerin kendileri yok oldular.
14 asırlık İslâm tarihi boyunca Müslümanlar çok büyük fitneler yaşadılar. Kur’an, bütün bu fitneler içinden tebdil ve tahriften korunmuş olarak çıktı. Günümüzde olduğu gibi, Müslümanlara öyle zamanlar geldi ki, kendilerini himayeden aciz kaldılar. İnançlarını savunamadılar. Sistemlerini devam ettiremediler. Topraklarını, mallarını, namuslarını, ahlaklarını koruyamadılar. Hatta akıl ve idraklerine sahip çıkamadılar. Din düşmanları, onların bütün iyi özelliklerini kötü özelliklerle değiştirdiler. Fakat bir şeyi değiştiremediler: Kur’an’ı… Bunu istemiyor değillerdi. Bilakis, en şiddetli bir arzuyla buna çalışıyorlardı. Zahirî şartlar, bu emellerine uygun görünmekle beraber, bu korunmuş Kitab’a bir şey yapamadılar. Hem de Kur’an’a bağlı olanların, onu koruyamadığı, onu arkalarına attıkları bir zamanda…13
1 Hicr, 9
2 Hâzin, III, 89; Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3042; Sâbunî, II, 166
3 Zerkeşî, Burhan fî Ulumi’l- Kur’an, Beyrut, Daru’l- Marife, 1972, I, 232
4 Zerkeşî, age. I, 233-235; Hâzin, I, 6
5 Zemahşerî, II, 572; Hâzin, III, 89
6 Hâzin, III, 90; Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3042-3043
7 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3042-3043; Zemahşerî, II, 572
8 Süyutî, Itkan, II, 121
9 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3043; Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, IV, 2127
10 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, IV, 2129
11 Saff, 8
12 Kurtubî, XVIII, 85
13 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, IV, 2127-2129
