Kâinat kitabının okuyabildiğimiz
sayfaları henüz çok çok azdır.
Kur’an’ın gaybî haberlerinden bir bölümü de, içinde yaşadığımız varlık âleminin sırlarıyla ilgilidir. Bu âlem, şifrelerle ve sırlarla dolu bir kitap halinde gözümüz önünde durmaktadır. Kur’an-ı Kerîm, pek çok ayetinde bu sırlara ve şifrelere dikkat çeker, kâinat kitabının manalarını bize bildirir. Kelam sıfatının tecellisi olan Kur’an ayetleriyle, kudret sıfatının tecellisi olan tekvînî ayetlerini ders verir. Elimizden tutar, sema ve arz sahifelerinde bizi gezdirir, nakıştan manaya geçirir, eserden müessire intikal ettirir. İrili ufaklı şu varlıkların ne vazife gördüklerini anlatır.
Kur’an’ın şu ayeti, zamanın akışı içinde pek çok kevnî sırların ortaya çıkacağını ilan eder:
“Onlara ayetlerimizi hem âfâkta, hem de kendi nefislerinde göstereceğiz. Ta ki onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?”1
Ayette geçen odak kelimelerden âfâk, ferşten arşa kadar olan insanın dışındaki büyük âlem anlamındadır. Enfüs ise, insandaki küçük âlemdir.2 Bunlara “makro ve mikro âlem” de diyebiliriz.
Göklerde ve yerde bulunan ve bunlara terettüp eden gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık, bitkiler, ağaçlar, nehirler… birer afakî ayettir. Ana rahminin karanlığındaki ceninde bulunan ince san’at, hayret verici bir şekilde azaların teşekkülü gibi durumlar ise, enfüsî ayetlerdendir.3
Ayet-i kerime, bu makro ve mikro âlemin sırlarının insanlara gösterileceğini bildirir. Realite de, bunu te’yid etmektedir. Zira Biyoloji, Jeoloji, Astronomi gibi ilimler afakî âlemi tararken, insan biyolojisinin inceliklerine vakıf olan Tıb ilmi de insan vücudundaki sırları görmeye ve göstermeye çalışmaktadır. Bu yönden baktığımızda, bahsinde bulunduğumuz ayetin kıyamet kopuncaya kadar insanların ulaşabileceği ilmî keşiflere, fennî buluşlara işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.4 Yapılan bu ilmî keşifler, ulaşılan fennî buluşlar, Kur’an’ın hak olduğuna delil olacaklardır. Çünkü Kur’an, ilâhî ayetler olan âfâk ve enfüsün sırlarının insanlara gösterileceğini açık bir şekilde haber vermektedir.
Şu ayetler de, üstteki ayetin meâlini teyîd eder:
“Yakîn sahipleri için yeryüzünde ayetler vardır.
Kendi nefislerinizde de. Yoksa görmüyor musunuz?”5
“Allah ayetlerini size gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.”6
Fahreddin Râzî’nin de dikkat çektiği gibi, Allah’ın ayetlerini göstermesi, illa yeni şeyler yaratmasıyla değil; yarattığı şeylerdeki harikaları insanlara izhar etmesiyle de olabilir.7
İnsanoğlu, yaratıldığı günden beri âlem kitabının çok az bir bölümünü okuyabilmiştir. Bu kitabın bir sayfası durumunda olan yeryüzü ve bir kelimesi durumunda olan insan, hâlâ bilinmezlerle ve meçhullerle doludur. Yapılan her fennî keşif, kapalı durumda olan başka kapılara açılmaktır.
İnsanoğlu, tarih boyunca tabiattaki bu sırları ve ilâhî kanunları bulmaya çalışmıştır. Fakat kendisi o sırları koymuş ve o kanunları yerleştirmiş değildir. Mesela, Arşimet suda hafiflediğini hissedip suyun kaldırma kuvvetinin farkına varıncaya kadar bu kanun yine vardı. Sular her zaman bu kanunla kaldırıyordu. Aynı şekilde, Newton’un başına elma düşüp de, yerçekimi kanununun farkına varmasına kadar yer yine çekiyordu.8
Keza, Edison elektriği buluncaya kadar, elektrik enerjisi tabiatta yine vardı. Elektrik üreten bazı balıklardan tut, ta şimşeğe varıncaya kadar âlem elektrikle dolu idi.
Demek ki bu zatlar, bu kanunların koyucusu değil, bulucusudurlar, mucidi değil vâcididirler.
Kim bilir, Allah’ın tabiatta koyduğu daha nice kanunlar, nice sırlar vardır. Bu sırların bulunması, o kanunların bilinmesiyle insanoğlu, Rabbinin ilim ve hikmetini, azamet ve kudretini daha yakından tanıyacak, daha derinden “Elhamdülillah” diyecektir.
Fennî sırların bulucusu olmak için, kâinat kitabının iyi bir okuyucusu olmak lâzımdır. Bu noktada Müslüman ve kâfir ayrımı yoktur. Kâinattaki gaybî manalara nüfuz etmenin yolu, Kur’ân’ın anlamını bilmekten geçtiği gibi, tabiattaki kanunları keşfetmenin yolu da, fenlerin dilini öğrenmekten geçer.
Kur’an-ı Kerîm bir fen kitabı değildir, ama zamanla farkına varılan birtakım fennî buluşlara işaret etmektedir. Çünkü “Kur’an-ı Kerîm vahye ve ilahî kaynağa dayandığından, metafizik sahaya ait net ve kesin hükümler getirmekle birlikte, aynı zamanda kevnî hadiselere ve tabiattaki varlıklara dair bilgiler vermek suretiyle de fenni ilimlere ışık tutan bir yapıya sahip bulunmaktadır.”9
İleriki sayfalarda örneklerini göreceğimiz üzere, Kur’an-ı Kerîm, yol gösterici ayetleriyle beşerî gelişmenin çok ileri derecesini gösteren fennî keşiflere de işaret etmiş, böylece onları keşfedilmezden çok önce bildirmekle gaybtan haber vermiştir.
Şüphesiz, Kur’an’ın fennî keşiflere işaret etmesi, onların tekniğini öğretmesi anlamında değildir. O, sezgi ve kavrayış gücü olanlara şimşek-vârî işaretler vermektedir.
Burada, şu noktayı da hatırdan çıkarmamak lâzımdır: Kur’an-ı Kerîm on dört asır önce gönderilmiş bir kitaptır. Bugün istifade ettiğimiz radyo, elektrik, uçak gibi fennî keşifler ise, son birkaç yüzyılın mahsulüdür. “Dünya dönüyor” dediğinden dolayı Galile’nin kilise tarafından engizisyon mahkemesine verildiğini hatırlayacak olursak, Kur’an’ın bu tür fennî keşifleri neden doğrudan bildirmeyip işaretle yetindiğini daha iyi anlarız.
Kaldı ki, Kur’an’ın asıl hedefi, insanlara Allah’ı tanıtmak ve onlara yeryüzündeki vazifelerinin neler olduğunu bildirmektir. Uzaydan, yerden, yerdeki varlıklardan bahsetmesi, hep bu hedefe yönelik mesajlar niteliğindedir.
Şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, bundan beş yüz yıl önceki bir topluluğa radyoyu anlatacak olsak herhalde “demirden bir kutudur. Dünyanın ta öbür ucunda konuşan bir adamın sesini alıp tekrarlar” derdik. Fakat biz de biliriz ki, bu ifade onların seviyelerinde, basit bir benzetmeden ibarettir; radyonun hakikatini anlatmaktan uzaktır.
Onun için, vereceğimiz örneklere bu noktaları nazara alarak bakmakta isabet olacaktır. Mesela, şu ayete bakalım:
“Onlar, üzerlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları görmediler mi? Onları tutan ancak Rahmandır. Şüphesiz o, her şeyi görendir.”10
Görüldüğü gibi, ayet kuşlara dikkat çekmektedir. İnsanlar yaratıldıkları zamandan beri kuşların uçtuğunu zaten görmektedir. Demek, farkına varamadıkları birtakım sırlar var ki, ayet işaretten anlayanlara bir kıvılcım çakmaktadır. Nitekim insanoğlu kuşların kanat yapılarını incelemesi ve aerodinamik kanunların farkına varması sonucunda, havadaki kuşlara gürültülü bir arkadaş yapabilmiştir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Allah eğer uçan varlıkları yaratmasaydı, insanlar havada uçabileceklerini hayal bile edemezlerdi.
Ayrıca, Kur’an-ı Kerîm’de, Hz. Süleyman’ın havada iki aylık bir mesafeye bir günde gidip geldiği anlatılır.11 Bu dahi, anlayanlar için benzeri bir istifadeye teşvik durumundadır.
Şu ayetler, Kur’an’da fennî sırlara ne şekilde işaret edildiğine, güzel bir örnek teşkil eder. Şöyle ki:
“İnkâr edenler görmediler mi, göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan meydana getirdik. Halâ inanmıyorlar mı?
İnsanları sarsmaması için yeryüzünde dağlar bıraktık. Gidecekleri yere ulaşsınlar diye yeryüzünde geniş yollar açtık.
Gökyüzünü de, korunmuş bir tavan kıldık. Onlar ise, semanın ayetlerinden yüz çeviriyorlar.
Geceyi, gündüzü, güneş ve ayı yaratan O’dur. Bunların her biri bir yörüngede yüzüp gider.”12
İlahî tasarrufatı azametli bir şekilde gösteren bu ayetler, bahsettikleri sahaların uzmanları için fennî gerçekleri dile getirmektedir. Bu ayetlerde, Astronomi, Biyoloji, Meteoroloji, Jeoloji sahasına giren meseleler bulunmaktadır.
Mesela, 32. ayet, semanın “korunmuş bir tavan” olduğuna dikkat çeker. Evlerin sıcaktan, soğuktan, yağmurdan koruyan tavanı olduğu gibi, bir koca bir menzil hükmünde olan dünyanın tavanı dahi, gök kubbedir. Gök kubbeyi teşkil eden atmosfer tabakası, güneşten ve uzaydan gelen bir takım zararlı ışınları, bir filtre gibi süzmekte; her gün dünya semasına giren ortalama 50.000 civarında gök taşlarını toz haline getirerek insanlığa hizmet etmektedir.13
Fennî sırların, gaybî yönüyle ilgili bu giriş ifadelerinden sonra, konunun bazı örneklerine geçebiliriz.
Konu, müstakil bir tez boyutunda olmasından14 ve bizim asıl konumuzu “bir yönüyle” ilgilendirdiğinden geniş tetkikata, derin tahlillere girmeyeceğiz. Ayetlerin mealleri ve kısa açıklamalarıyla iktifa edeceğiz.
Şu ayet-i kerîme, bir yoruma göre, semanın genişlediğini haber verir:
“Semayı biz bina ettik ve biz genişleticiyiz.”15
Küçük bir çekirdekten büyük bir ağacı; bir tek hücreden koca bir insanı yaratan yüce kudret, semayı da ilk yarattığı maddeden yayarak, genişleterek bu harika sistemleri ve âlemleri meydana getirmiştir. “Bu özelliği, Kozmoloji kitapları şişirilen bir balon üzerindeki beneklere benzetirler. Balon şiştikçe benekler birbirinden ayrılır.”16
Semanın genişlediği, galaksilerden gelen ışıkların incelip, dalga boylarında kırmızı renge doğru bir kaymanın tesbit edilmesiyle farkedilmiştir.17 Evrenin genişlediğine, galaksilerin birbirinden uzaklaştığına işaret eden bu ayet, bir Kur’an mucizesidir.18
Meselenin bir yönü de, başka bir Kur’an mucizesine işaret etmektedir. Şöyle ki: “Genişleyen kâinat” modeli tersine işletildiğinde, karşımıza hacim olarak küçülen bir kâinat çıkar. Bu sahanın araştırıcılarına göre, bundan on milyar yıl kadar önce galaksiler ve galaksiler arasındaki uzay, bitişik haldeydi. On beş milyar yıl öncesine kadar uzanıldığında, hiçbir genişlemenin olmadığı bir “zaman aralığı” buldular. Bu ilk yaratılış haline “büyük patlama” anlamında “Big bang” dediler.”19
Bu noktada karşımıza şu ayet çıkmaktadır:
“İnkâr edenler görmediler mi, göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık.”20
İnsan, bütün azalarının ilk hücresinde bitişik olduğu zamanı düşünürse, herhalde ayetin manasını daha iyi idrak edebilecektir.
Tek olmak zâtına mahsus olan Cenab-ı Hak, şu ayetleriyle her şeyin eşeyli yaratıldığına dikkat çeker:
“Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri şeylerden her şeyi çift yaratan Allah’ın şanı ne yücedir!”21
Kur’an’ın bu haberinin on dört asır evvel olduğu düşünülürse, bunun tek başıyla bir mucize olduğu görülecektir.”22
İnsan ve hayvanların çift oldukları eskiden beri bilinmekteydi. Bitkilerden de, hurma ve incir gibi bazı meyvelerin erkeği dişisi olduğu bilinmekteyse de, her meyvenin, her çiçeğin de çift olduğu yakın zamana kadar bilinmiyordu.23
Ayette geniş zaman kipiyle “daha bilmedikleri şeylerden” denilmesi pek çok çift şeylerin farkına varsak bile, yine de bilmediğimiz çift şeyler bulunacağını ifade etmektedir. Atomdaki artı eksi yüklü yapıdan24 elektriğin artı eksi yüklü yapısına, maddenin mukabili olarak zikredilen anti maddeye25 varıncaya kadar ayetin şümulü olmakla beraber, daha ilerisine de işareti vardır. Çünkü kâinattaki “her şeydeki çift oluşu” henüz bir bütün olarak görebilmiş değiliz. Demek, ilerde de yeni yeni eşeyli yapıların farkına varılacak, ama yine de insanların bilmediği başka eşeyli varlıklar kalacak.
Kur’an-ı Kerim pek çok ayetinde, her varlığın Allah’ın emri ile hareket ettiğini bildirir. Her taraftan deli dolu eser görülen rüzgârlar da, hakikatte Allah’ın emriyle eserler. Kur’an, rüzgârların bir vazifesine şöyle dikkat çeker:
“Aşılayıcı rüzgârlar gönderdik.”26
“Her şeyin çift olduğunu” beyan eden ayetin hükmünün anlaşılması, bu ayetin de daha iyi anlaşılmasına vesile olmuştur. Çünkü ağaç aşılamak eskiden beri bilinen bir şey ise de, bitkilerde rüzgârın yaptığı aşılama yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Bütün bitkilerin çiçeklerinde erkek dişi çifti bulunduğu ve erkeğin dişiyi telkihiyle meyveler meydana geldiği anlaşıldıktan sonra, rüzgârların bir aşıcı hizmetini ifa ettikleri anlaşılmıştır.27
İnsan yükseklere çıktıkça, kalbinde bir daralma ve bir sıkışma hisseder. Zira her yüz metre yükseldikçe hava basıncı bir derece düşmektedir. Basınç düştükçe nefes almak zorlaşır. Çok yüksekte uçan pilotların özel teneffüs cihazı kullanmaları şart olur.
Şu ayette, bu fennî hakikate bir işaret hissedilmektedir:
“Allah kimin hidayetini murat ederse, onun gönlünü İslâm’a açar.
Kimi de saptırmayı dilerse onu da, sanki gökyüzünde yükseliyormuş gibi göğsünü daraltıp sıkıştırır.”28
Arabistan gibi düz alanlar ve çöllerle kaplı bir yerde tecrübî olarak bilinmesi mümkün olmayan bir meseleyi, Kur’an’ın bu şekilde ifadesi gerçekten dikkat çekicidir. Üstelik ayet, “dağa tırmanan kimse gibi göğsü daralır” demeyip, semada yükselen ve kalbi daralan kimseyi örnek getirmiştir.29
Ayet-i kerîme, inkârcı kişinin ruh dünyasını, kalp âlemini tasvir ederken, günümüz ilim ehline de beyanındaki beşer ötesi özelliği göstermiştir.
Çevre konusu günümüzde bütün dünya ülkelerini ilgilendiren mühim konulardan biridir. Hatta bu isimle bakanlıklar kurulmakta, sıkça sempozyumlar ve paneller düzenlenmektedir.
Şu ayeti, bir cihetten ciddi boyutlara varan ve insanlığı kara kara düşündüren çevre kirliliğine bir işaret olarak görebiliriz:
“İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmının cezasını Allah onlara böylece tattırır.”30
Daha birkaç yüzyıla kadar, şimdiki görünümüyle bir çevre kirliliğinden bahsedilmezken; ayet-i kerîmenin insanların eliyle karada ve denizde fesadı haber vermesi, cidden düşündürücüdür.
Kara ve denizde tufan korkusu, bazı yerlerin çorak hale gelmesi, pınarların suyunun azalması31 ayetin şümulünde olduğu gibi; fıtrî nizamın bozulmasıyla, gerek tabiî çevrede, gerekse sosyal düzende uygunsuzluğun meydan alması da ayetin şümulündendir.32
Ayrıca, beşeriyet âleminde meydana gelen çetin savaşlar ve özellikle dünyanın dört bir tarafını kana bulayan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, ayetin bir açıklaması gibidir.
6- GDO lu gıdalar ve GDO lu nesiller
Şu iki ayet, bir cihetten bakıldığında günümüzün en ciddi meselelerinden biri haline gelen GDO lu gıdalarla alakalı olarak de değerlendirilebilir:
“…Onlara mutlaka emredeceğim, onlar da Allah’ın yaratışını değiştirecekler.”33
“…Dönüp gitti mi (iş başına geçti mi) yeryüzünde fesat çıkarmaya, harsı (mahsulü) ve nesli helak etmeye çalışır.”34
Birinci âyet bize ilahî huzurda İblisin verdiği sözü anlatır. Hz. Âdem yüzünden Allah’ın rahmetinden kovulan İblis, insanlarla uğraşmak için yetki ister. Bu yetki verildiğinde, insanlara neler yapacağını sıralar. Yapacağı şeylerden biri de, insanların fıtrata müdahalelerini sağlamaktır. Günümüzde ileri boyutta gördüğümüz GDO lu gıdalar, öyle görülüyor ki şeytanî bir projenin sonucudur.
İkinci âyet ise münafıklarla alakalıdır. Bunların harsı ve nesli helak etmeye çalışacağı bildirilmektedir. Mahsul anlamı verebileceğimiz hars, Osmanlının son zamanında “kültür” anlamında da kullanılan bir kelimedir. Kültür, sonradan kazanılan değerlerle ilgili bir kavramdır. Nesillerin kültürü olduğu gibi, ziraî ve hayvanî mahsullerin de kültürü vardır. Belli bir dozajda ve belli ölçüler çerçevesinde ziraî ve hayvanî mahsullere müdahale faydalı olmakta ise de, günümüzde işin büsbütün çığırından çıktığı, şeytanî fikirlere sahip kimselerin bu tür müdahalelerle nesilleri perişan ettiği gözler önündedir.
1 Fussılet, 53
2 Bursevî, III, 513
3 Bursevî, age. III, 514
4 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, V, 3130
5 Zariyat, 20-21
6 Neml, 93
7 Râzî, XXVII, 139
8 Tuna, Uzayın Sırları, s. 42
9 Kırca, s. 224
10 Mülk, 19
11 Sebe, 12
12 Enbiya, 30-33
13 Tuna, Etrafımızdaki Hava, İst. Yeni Asya Yayınları, 1981, s. 79-81
14 Mesela, Celâl Kırca “Kur’an-ı Kerîm ve Modern İlim” isimli doktora tezini bu konuya tahsîs etmiştir. Konunun geniş boyutları, bu tür eserlerden görülebilir.
15 Zariyat, 47
16 Tuna, Uzayın Sırları, s. 141
17 Tuna, age. s. 136
18 Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri, IX, 62
19 Tuna, Uzayın Sırları, s. 142-143
20 Enbiya, 30
21 Yasin, 36. Başka ayetlerde de, her şeyin çift olduğundan bahsedilmiştir. Mesela, Ra’d, 3; Zâriyât, 49; Zuhruf, 12; Rahman, 52…
22 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, VI, 3385
23 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, IV, 2956-2957
24 Sâbunî, III, 14
25 Tuna, Uzayın Sırları, 180-181
26 Hicr, 22
27 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3054
28 En’am, 125
29 Afîf Abdulfettah Tabbara, Ruhu’d-Dîni’l- İslâmî, Beyrut 1980, 20 Bsk. s. 54
30 Rum, 41
31 Râzî, XXV, 127-128
32 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VI 3833
33 Nisa, 119
34 Bakara, 205
