Peygamber içimizden biridir,
ama herhangi biri değildir.
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen”1 ve “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım”2 taltifine mazhar olan Hz. Peygamber, elbette gayb bilgisi yönünden de en seçkin bir konumdadır.
Bazıları, “De ki: Ben size ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilmem”3 ayetinden hareketle, “Hz. Peygamber gaybtan haber vermemiştir. “İlerde şöyle olacak, böyle olacak…” tarzında O’na nisbet edilen şeyler, zamanla bazıları tarafından uydurulmuştur” iddiasındadırlar.4 Hâlbuki Kur’an’ı dikkatle okusalar böyle bir iddiaya girişmeyeceklerdi. Zira Hz. Peygamber kendiliğinden gaybı bilmez. Fakat Allah O’na bildirir, O’da ümmetine haber verir.
Tefsiri asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulan Kâdı Beydâvî, “gaybı da bilmem” ayetini “bana vahyedilmedikçe ve kendisine bir delil bırakılmayınca” kaydını söyleyerek tefsir eder.5
Sözün burasında, Hz. Peygamberin birbirinden farklılık arzeden iki şahsiyetine dikkat çekmekte yarar görüyoruz:
1-Beşerî yönü.
2-Risalet yönü.
Hz. Peygamber bir beşer olarak gaybı bilemez. Nitekim Allah Ona şöyle demesini emreder:
“Şayet gaybı bilseydim çokça hayır işlerdim ve bana bir kötülük de dokunmazdı.”6
Bi’r-i Maune ve Reci faciaları bunun bir delilidir. Bu iki olayda Hz. Peygamber, “Bize İslamı anlatacak kişiler gönder” diyen kabilelerin istediğini yerine getirirken, ashabından yetmiş kadar insanın suikasta kurban gideceğini bilmemiştir.7
Bu noktada, Hz. Aişe’nin şu hatırlatması da mühimdir:
“Kim, ‘Peygamber yarın ne olacağını insanlara haber verir’ derse, Allah’a iftira etmiş olur.”8
Hz. Peygamber, beşeri yönü itibariyle bizim gibi bir insandır. O da yer, içer, sıcaktan soğuktan etkilenir. Yarın ne olacak, ilerde neler olacak bilemez. Risalet yönüyle ise, vahye mazhardır. Allah’tan gelen mesajlara bir alıcı durumundadır. Beşeriyet itibariyle “zelle” denilen bir yanılması olsa, vahiyle yönlendirilen bir konumdadır. Mesela, Tebük savaşına katılmamak için kendisinden izin isteyen münafıklara izin vermiştir. Gelen ayetlerde kendisine şöyle hitap edilir: ” Allah seni affetsin, niye onlara izin verdin…”9
Peygamberin beşerî yönünün en belirgin örneklerinden birisi, şu olayda kendini göstermektedir:
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Medine ahalisinin hurmaları aşıladığını görür. “Sanırım yapmasanız daha iyi olur” der. Bunun üzerine aşılamayı bırakırlar; ama verim düşer. Durum Rasulullaha söylenince şöyle der:
“Ben ancak bir beşerim. Dininizden bir şey size söylediğimde onu yapın. Kendi re’yimle bir şey emredersem, bilin ki ben de bir insanım. Siz, dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz”10
Yeri gelmişken şunu da belirtmek gerekir: Peygamberin bir beşer olması, O’nun için bir noksanlık değil, aksine bir kemâldir. Bir beşer değil de, bir melek olsaydı, insanlara önder olamazdı, rehberlik edemezdi. Mesela, peygamberimizin yanına gelen davacı – davalılara gayb bilgisiyle hüküm verseydi bizlere örnek olamazdı. Hâlbuki şöyle demekte ve bizlere rehberlik yapmaktadır:
“Siz bana davacı – davalı olarak gelirsiniz. Olur ki, bazınız davasını daha güzel anlatır. Ben de onun lehine hüküm veririm. Kime bu şekilde kardeşinin hakkından verirsem bilsin ki, ona ateşten bir parça vermiş olurum.”11
Sahabiler, Hz. Peygamberin beşeriyet ve risalet yönlerini ayırt edebiliyorlardı. Mesela, Bedir savaşı öncesi Rasulullah orduyu bir yere yerleştirdiğinde sahabilerden Hubab Bin Münzir “Ya Rasulullah, eğer buraya yerleşmemiz Allah’tan sana gelen bir vahiyle değilse, suları tutup düşmana göre avantajlı bir durumda olmamız daha uygundur” der. Hz. Peygamber uygun görür, Hubab’ın görüşüne göre hareket edilir.12
Görüldüğü üzere, hem Rasulullah, hem de ashabı O’nun beşerî yönüyle risalet yönünü birbirinden ayırt etmektedir.
Rasulullah risalet yönüyle bir takım gaybî sırlara mazhardır. Bunun en büyük delili başta Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim’de bunun çok örneklerine rastlamaktayız. Mesela Hudeybiye barışı dönüşünde nazil olan Fetih Suresinde, sefere katılmayan münafıkların ne gibi mazeret uyduracakları peygambere haber verilmişti:
“Geride kalanlar sana ‘mallarımız ve çocuklarımız bizi alıkoydu. Bizim için istiğfar et’ diyecekler. Onlar, dilleriyle kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlar.”13
Benzeri bir durum Tebük seferine katılmayanlarla ilgili olarak ifade edilir:
“(Seferden geri kalan münafıklar) onlara döndüğünüzde size özür beyan edecekler. De ki: Özür beyan etmeyin. Size inanmayacağız. Allah bize, durumlarınızdan haber verdi.”14
Keza, Hz. Peygambere münafıkların bir takım halleri vahiyle bildirilmektedir:
“Onlar ‘baş üstüne’ derler. Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir grup, geceleyin (gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar.”15
“İnsanlardan bir kısmı vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider. Kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. Dönüp gitti mi (senden ayrılıp bir iş başına geçti mi) yeryüzünde fesat çıkarmaya, harsı (mahsulü) ve nesli helak etmeye çalışır.”16
İnsanların ürünlerini, yani gelir kaynaklarını kurutmaya, canlıların nesillerini bozmaya çalışırlar. Bitkilerin genetiğiyle oynarlar, GDO lu hale getirirler. Bunlar işbaşına geçti mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekonomik ve sosyal düzeni bozmaya gayret gösterirler.
Mescid-i Dırar olayı da, Hz. Peygambere gelen gaybî bilgiyi teyid etmektedir. Şöyle ki:
Ebu Amir, Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce Hristiyanlığı din olarak seçen ve ruhban olarak yaşayan birisidir. Rasulullah Medine’ye geldiğinde kendisinin reislik ve saltanatı sona erdiğinden peygambere düşman kesilir, müşriklerle beraber hareket eder. Huneyn mağlubiyetinden sonra Şam’a kaçar. Oradan Medine münafıklarına “Elinizden geldiğince silahlanın. Benim için de bir ma’bed yapın. Ben Rum Kayserine gidiyorum. Oradan büyük bir ordu ile gelip Muhammed ve arkadaşlarını sürüp çıkaracağım” diye haber gönderir. Münafıklar da, böyle bir mescidi yapıp açılışına Peygamberi davet ederler. Rasulullah gelmeye hazırlanırken, gelen ayetler durumu kendisine haber verir:17
“Onlar o kimselerdir ki,
-zarar vermek,
-küfrü yaymak,
-mü’minler arasına ayrılık sokmak
-ve daha önceden Allah ve Rasulü aleyhinde savaşmış olana yataklık etmek için bir mescid edindiler.
‘İyilikten başka bir şey murat etmedik’ diye yemin de ederler. Ama Allah şahittir ki, bunlar gerçekten yalancıdırlar. Orada asla namaz kılma!”18
Şu ayet, Hz. Peygamberin ilahî vahiyle bir kısım gaybî bilgiye mazhariyetinin en açık delillerindendir:
“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir sır söylemişti. Fakat eşi, bunu başkasına haber verdi. Allah bunu peygamberine bildirdi. Peygamber, bir kısmını söyleyip bir kısmından vaz geçmişti. Peygamber durumu haber verince eşi ‘bunu sana kim haber verdi’ dedi. Peygamber, ‘Alim Habîr (her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah) haber verdi’ dedi.”19
Mümtehine suresinin iniş sebebi de Rasulullah’ın gaybdan talimat aldığının bir misalidir. Şöyle ki:
“Ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanınızı dostlar edinmeyin” diye başlayan sure, Hâtıb Bin Ebi Beltea dolayısıyla inmiştir. Şöyle ki:
Bedir gazilerinden olan Hâtıb, Medine’den Mekke’ye gelen Sâre ismindeki kadına bir mektup verir. Mektupta, Hz. Peygamberin Mekke’yi fethe hazırlandığını haber vermektedir. Kadın Mekke’ye doğru yol alırken, Hz. Cebrail durumu Rasulullah’a bildirir. Rasulullah, bir kısım ashabını çağırır. “Filan yerde Mekke’ye giden bir kadın bulacaksınız. Üzerinde Hâtıb’ın bir mektubu var. Mektubu getirin, kadını ise bırakın yoluna devam etsin” der. Giderler, kadını bulurlar. Kadın önce inkâr ederse de, sonunda saçında sakladığı mektubu vermek zorunda kalır.
Rasulullah, Hâtıb’ı çağırtıp “niye böyle yaptığını” sorar. Hâtıb der: “Ya Rasulullah, İslam’a girdikten sonra küfre dönmüş değilim. Yalnız Mekkeli muhacirlerin her birinin Mekke’de aşiretini koruyacak kimsesi var. Benimse yok. Kimsesi olmayan birisiyim. Ailem de onların arasında. Onlara yardımcı olmak istedim. Bildim ki Allah Mekkelilerin cezasını verecek. Mektubum ise, onlardan bu cezayı gidermeyecek.”20
1 Enbiya, 107
2 Muhammed Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut, 1351 h. II, 164
3 Enam, 50
4 Mehmed Hatiboğlu, Hz. Peygamberin Vefâtından Emevîlerin Sonuna Kadar Siyâsî- İçtimâî Hâdiselerle Hadîs Münâsebeti, (Basılmamış Doçentlik tezi), Ankara Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi Kütüphânesi, Ank. 1967.
5 Beydâvî, I, 380
6 Araf, 188
7 Buhârî, Meğazî, 28; İbn Hişam, Sire, III, 178-195
8 Buhârî, Tevhid, 4; Taberî, XX, 5
9 Tevbe, 43
10 Müslim, Fedail, 140-141
11 Buhari, Şehadat, 27
12 İbn Hişam, II,272
13 Fetih, 11
14 Tevbe, 94
15 Nisa, 81
16 Bakara, 204-205
17 Vâhidî, Esbabu’n-nüzul, s.264
18 Tevbe, 107-108
19 Tahrîm, 3
20 Vâhidî, s. 441-442; Buhârî, Tefsîr, 60/1
