GİRİŞ

Bedenimiz görülen âlemden,
ruhumuz görülmeyen âlemdendir.

İçinde yaşadığımız âlemde cansızlar, bitkiler, hayvanlar ve insan­lar iç içe ve beraberce yaşar. Cansızlar, etraflarında olup bitenlerden habersiz iken; bitkiler, hayat sebebiyle hava, su ve güneş gibi başka varlıklara ihtiyaç hissederler. Hayvanlar, kendilerine verilen hayatın yanında, o hayata takılan birtakım duygularla, bitkilere nisbetle daha zengin bir hayat mertebesindedir. Kendilerine mahsus bir takım lezzet ve elemleri vardır.

İnsan ise, şehadet ve gayba açılmış duygularıyla şu âlemdeki varlıkların en kapasitelisidir. Gözüyle renkler âlemine, kulağıyla sesler âlemine muhatap olduğu gibi, akıl ve kalbiyle, kalbe takılmış birtakım latifeleriyle de gayb âlemine muhatap olur. Gayb âlemi, gözle gördüğümüz, elle tuttuğumuz şeylerin ötesinde bir boyuttur.

Nasıl bir kitap gözle görülüp elle tutulabilen kâğıt ve harflerin yanında bir de mana unsuru ile doluysa, şu kâinat kitabı da mad­denin ötesinde bir manevî âlemi ihtiva eder. Kâinatı sadece maddeden ibaret sanmak, kitabı yalnız kâğıttan ve harflerden ibaret sanmak gibi akıl dışındadır.”1

Kur’an-ı Kerim “…Gördüklerinize yemin ede­rim, görmediklerinize de…”2 âyeti ile âlemin her iki boyutuna da dikkat çeker. Bu yemin, gerçekte bütün her şeye yemin hükmündedir. Çünkü eşya, görülen ve görülmeyenden ibarettir.3

Gördüğümüz âlem şehadet âlemi, görmediğimiz âlem ise gayb âlemidir. Bu iki ifade Kur’an’da birbirinin mukabili olarak kullanılır. Allah’ın, gaybı ve şehadeti bilen olduğunu ifade eden “âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehade” tabiri, gayb âlemi ve şehadet âlemi ifadelerine menşe olmuştur.4 Ecdadımızın lisanında bu âlemler, “tabiat ve ma bade’t- tabia” olarak kullanılmıştır. Şimdi ise aynı âlemlerden, “fizikî âlem ve metafizik (fizik ötesi) âlem” şeklinde bahsedilmektedir.

Gayb” kavramı, geniş boyutlu bir kavramdır. Bununla, duyular ve tecrübenin hudutları dışında kalan her çeşit konu akla gelmektedir.5 Allah’ın zatı, sıfat ve isimleri, melekler, ahiret, insandaki gayba karşı duyarlı birtakım hisler, insanın ve insanlığın geleceği… hep gayba ait konulardır. Ayrıca, yaşadığımız maddî âlemde her gün yeni yeni ortaya çıkan sırlar, bulunan kanunlar bir yönüyle “gayb” kavramı çerçevesinde mütalaa edilebilir. Bunlara “kevnî gayb” diyebiliriz.

Bu zaviyeden baktığımızda, içinde bulunduğumuz âlemin, “şehadet âlemi” olmanın ötesinde, bir “gayb âlemi” olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü varlık sahası insanın gördüklerinden, hatta idrak ettiklerinden çok daha fazladır. Görülenler çok az, görülmeyenler ise çok fazladır.6 Mesela, şehâdet âleminin mensuplarından olan bakteriler ve virüsler her tarafı doldurdukları halde, doğrudan gözün görme alanı içinde değillerdir.

İnsan, bu “gayb âleminin” farkına varmasıyla, yalnız gözüyle gördüklerinin hapsinde yaşamaktan ve aklıyla idrak ettiklerinin esiri olmaktan kurtulur.7

Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim” âyeti, biri ifrât, diğeri tefrît iki felsefî görüşü reddeden bir üslupla gelmiştir. Şöyle ki:

İnsanlığın düşünce tarihinde “sofistler” denen bir ekolün mensupları “mutlak gerçek yoktur” gerekçesiyle, görülenleri de inkâr ederken; “pozitivistler ve rasyonalistler” sadece görüleni kabul etmiş, metafiziğe yanaşmamışlardır. Bu ikinci grupta yer alanlar, kuru akıllarını ve sınırlı tecrübelerini hakikatin mutlak ve değişmez ölçüsü kabul edip harikaları reddetmiş, vahiy yoluyla bildirilenleri ciddiye almamışlardır.8

İslam düşünürleri, sofistlerin iddialarına “Eşyanın hakikati sabittir” esasını zikrederek cevap verirler. Yani, görmekte olduğumuz şeyler şahsî inanç bakımından değil, haricî vücut ve hüviyet bakımından bir gerçek olarak vardır. Eşyanın hakikati, evham ve hayalden ibaret değildir.9 Bizler şu anda rüya misali sanal bir dünyada değil, gerçek bir âlemde yaşamaktayız.

Sofistlerin, “Âlemde her şey nisbîdir. Bundan dolayı sabit hakikat olamaz” görüşleri, gerçeği yansıtmamaktadır. Bunu isbat için verdikleri nisbîlik delilleri, ancak nisbî bir tür bilginin varlığını isbatlar. Yoksa her türlü bilginin nisbî olduğunu isbatlayamaz.10

Her şeyi evham ve hayalden ibaret sanan bu görüşün mensupları günümüzde pek bulunmamakla beraber; maneviyatı inkâr eden, her şeyi maddede arayan, gerçeği görülenlerden ibaret sayan pek çok felsefî akım vardır ve pek çok insan, bu akımların akıntısında kaybolup gitmektedir.

Kur’an, müttakî mü’minlerin bir vasfı olarak “Onlar gayba iman ederler”11 buyurur. Bu ayet, mü’minlerin üstün özelliklerinden birini bildirir. Çünkü gayba inanmak, insanın ileriye yönelik adımlarından birini oluşturur. Onu, ancak duyuların algıladığını idrak eden bir hayvan mertebesinde bulunmaktan kurtarır, daha geniş vücut mertebelerine muhatap eder. Bu yönüyle gayba iman, insanın behîmî âlemden yükselmesinde bir yol ayrımıdır.12

Evet, gayba inanmak, bir ayrıcalıktır, bir üstünlüktür.

Gayba inanmak, maddenin dar kalıplarını bir parçalayıştır, manaya bir uzanıştır.

Gayba inanmak, şehadet âlemindeki gaybî manaları bir seziştir, bir kavrayıştır.

Gayba inanmak, şimdiki hâlin kıskacından kurtulup, geçmiş ve geleceğe bir tırmanıştır, bir yaklaşıştır.

Gayba inanmak, sonlu varlık olan insandan, sonsuz varlık olan Allah’a bir sesleniştir, bir yalvarıştır…

İşte, biz bu araştırmamızda Kur’an ayetlerinin rehberliğinde gayb âleminde âdeta gezintiler yapacak, bu âlemin sırlarından bir kısmını görmeye ve göstermeye çalışacağız.

1 Ömer Sevinçgül, Kulluğum Sultanlığımdır, Zafer Yay. İst. 1992, s. 113

2 Hâkka, 38-39

3 İsmaîl Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, İst, Matbaatu Osmaniyye h. 1306, IV, 460; Ahmed Mustafâ Merağî, Tefsiru’l -Merağî, Mısır, Şirketu Mektebe 1953, XXIX, 60

4 Hâlis Albayrak, Kur’an’da İnsan – Gayb İlişkisi, İst. Şule Yayınları 1993. s. 126

5 Nihat Keklik, Felsefenin İlkeleri, İst. Doğuş Yayınları, 1982. s. 46

6 Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, Daru’ş-Şuruk 1980. VI, 3684

7 Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, VI, 3684

8 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, t.s. VIII, 5338 -5340

9 Sa’duddîn Taftezanî, Şerhu’l-Akaid, İst. Matbaatu Amire 1317 h, s. 5; Ali Arslan Aydın, İslam İnançları ve Felsefesi, İst. Çağrı Yayınları 1979. s. 111

10 Alpaslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, İst. İnsan Yayınları 1992, s. 27

11 Bakara, 3

12 Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, I, 39-40

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir