Gerçeğe ulaşmak,
önündeki perdeleri aşmakla ve açmakla mümkündür.
Hakikatin yüzü açık değil, perdelidir. Bu engel ve perdelerin bir kısmını şöyle ifade edebiliriz:
1- Bir şeyi kendimize bakan yönüyle değerlendirmemiz (subjektiflik), bizi yanlış kanaate sevkedebilir. Kanarya, bizi sesi ile hayran bıraktığı halde, kedinin gözünde bir lokma etten başka bir şey değildir.1 Gaybî konularda tecrübesi olmayan birinin, “sadık rüya, ilham” gibi şeyleri reddetmesi bu türdendir.
2- Garazkâr bir bakış da gerçeği olduğu gibi görmemize engel olur. Hasta birinin tatlı suyu acı olarak hissetmesi gibi, böyle bir bakış da gerçeği ters yüz eder.2 Mesela, ilâhî vahyin ifadesi olan Kur’an okunurken, ona inanan bir mü’min büyük bir hayranlıkla dinlerken, inkâr eden birisi, onda hiç bir meziyet göremez.
3- Meselenin büyüklüğü, insanlığın idrak seviyesinin henüz o mertebeye yükselmeyişi de, gerçeği görmemize mani olur. Şu ayet, bu hakikatin ifadesi gibidir:
“Onlar ilmen ihata etmedikleri ve daha te’vîli gelmemiş şeyi yalanladılar.”3
Kur’an’ın gaybî haberlerinden olan kıyametin gelişi ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr, bu türden bir yalanlamadır. Hâlbuki insanın görmesi, işitmesi sınırlı olduğu gibi, aklını kullanması da sınırlıdır. Akıl, hakikatin tek ve değişmez ölçüsü değildir. Daha kendi mahiyetini tam idrak edemeyen aklın, “tam anlayamıyorum” bahanesiyle Allah’ın kudretini veya öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmesi akıllılık değildir.
Bütün âlemi, şehadetiyle gaybıyla kuşatıp, gerçeği gerçekte nasıl ise öylece görmek elbette kolay bir şey değildir. Mutlak bir hakikat, sınırlı bakışlarla tam olarak bilinemez. Mesela ömründe hiç fil görmemiş insanlara karanlıkta fili tarif etmeleri istense, elbette her biri, elleriyle fili görmeye çalışacak ve ona göre tarif edecektir. Filin hortumuna yapışan onu bir boruya benzetirken, kulağına yapışan yelpaze zannedecek, ayağını tutan ise, fili bir sütun olarak hayal edecektir. Hâlbuki bir ışık yaksalardı, her biri fili gerçekte olduğu gibi görebileceklerdi.4
İşte, fizik ve metafizik boyutuyla âlemi tarife çalışan değişik felsefî ekollerin farklı farklı beyanlarda bulunmaları, karanlıkta fili tarif etmek gibi olduğundan gerçeği olduğu gibi yansıtmamış, ancak kendi ulaştıkları idrak seviyesini aksettirmiştir.
Filin cepheden görülmesi için bir mum kâfidir. Fakat âlemi şehadetiyle ve gaybıyla, imkânıyla ve vücubuyla gerçekte olduğu gibi görebilmek için “Akıl mumu” yeterli değildir, “Vahiy güneşine” ihtiyaç vardır. Vahiy güneşinden nur almayanların gaybî konularda ileri geri konuşmaları Kur’an’ın ifadesiyle “racmen bil-gayb: gayba taş atmaktır.”5 Gerçek bilgiyi yansıtmaz. Sırf bir zandan ibarettir.6
1 Arif Etik, Mevlana’da Manevi Görüş, Konya, Ülkü Basımevi 1964. s. 30
2 Etik, a.g.e., s. 19
3 Yunus, 39
4 Bkz. Rûmî, Mesnevî, IX, 328-329
5 Kehf, 22
6 İbn Kesir, III, 78
