Bize göre gayb sayılan bazı alanlar,
cinler için gayb olmayabilir.
Kur’an’ın gaybe dair verdiği hakikatlerden biri de, cinlerdir. Kur’an’ın 72. suresinin ismi, “Cin suresi”dir. Gerek bu surede, gerekse Kur’an’ın muhtelif yerlerinde cinlerden bahisler vardır. Onlar da insanlar gibi ibadetle mükelleftirler: “Ben cinni ve insi ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”1 ayeti bu gerçeği dile getirir.
“Gayba iman” şerefinden mahrum olan maddeci felsefe mensupları, eskiden beri cinleri kabule yanaşmazlar. Görmediklerinden inkâra saparlar. Hâlbuki “bir şeyin bilinmemesi onun yokluğunu gerektirmez.”2
Aynı şekilde, bir şeyin görülmemesi de o şeyin yok olduğunu göstermez. İnsanoğlu kâinattaki bütün varlıkları tek tek tanıyıp da, onlar arasında cinlere rastlayamamış değildir. Hâlbuki her geçen gün yeni yeni canlıların, varlıkların farkına varılmaktadır.3 Bir kaç yüzyıla kadar mikroplar âlemi bilinmezken, bugün büyük bir âlem olarak karşımızda durmaktadır.4 Havadaki sesler, görüntüler, çeşitli ışınlar gözle görülemezken alıcı cihazlarla tespit edilebilmektedir. Çevremiz, birbirinden farklı pek çok dalgalarla doludur. Fakat bunların yeni yeni farkına varılmaktadır.
“Cin” kelimesinin etimolojisinde “duyulardan örtülü olmak, gözlerden gizli bulunmak” anlamı vardır. Göze görülmemelerinden ve duyularla hissedilmemelerinden dolayı cinlere bu isim verilmiştir.5 Kelimenin diğer türevlerinde de bu gizliliği görmek mümkündür. Mesela:
Kalbe, insandan gizli olduğu için cenan; kalkana insanı gizlediği için cünne; nimetleri insandan gizli olduğu için saadet diyarına cennet; gizli bir afetle aklın zail olmasına cinnet; kendisine cinlerin musallat olduğu kişiye “cinlenmiş” anlamında mecnun denilmiştir.6
Cinler, maddeden mücerret manevî varlıklar olmayıp gözümüze görülmeyen varlıklardır.7 Kur’an’ın “Allah cinleri dumansız, saf ateşten yarattı”8 ayeti onların yaratılış maddesini bildirmektedir. Günümüz ifadesiyle buna “ışın” veya “mikro dalga” diyenler de vardır.
Fakat şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, onların saf ateşten yaratılması, bir ateş parçası olmaları anlamına gelmez. Nitekim insan, topraktan yaratıldığı halde bir toprak parçası değildir. Hayat ve şuur sahibidir. Binlerce duygu ve hissiyatla donatılmıştır.9 Cinler de mükellef olduklarına göre, hem akıl sahibi, hem de birtakım duygu ve hislerin sahibidir.
İnsanlardan Müslüman ve kâfir olduğu gibi, onlardan da hem Müslüman, hem de kâfir vardır. “Bizden Müslüman olanlar da var, zalim olanlar da”10 ayeti bu gerçeği, cinlerin dilinden haber vermektedir. İblisle ilgili olarak “O cinden idi. Rabbinin emrinden çıktı”11 denilmesi, onun da cinlerden olduğunu gösterir.
Ayetlerden anlaşıldığına göre, cinler ve şeytanlar semavî birtakım haberler alabilmek için semadaki bazı dinleme yerlerine çıkıp kulak hırsızlığı yaparlar.12 Ancak “şihab” denilen “ilâhî roketlerle ”13 veya diğer bir ifade ile “semâvî mermilerle” tardedilirler.14
Kur’ân inmezden önce kâhinlere bu türden yarım yamalak haber getiren cinler ve şeytanlar, Kur’an’ın nüzulüyle beraber bu tür haberlerden alıkonulmuştur.15 Cinlerin bu gibi haberler için semavata çıkmaları, koca semâ ülkesini baştanbaşa katedip haber getirmeleri anlamına gelmez. Bilakis, atmosferi de içine alan sema memleketinin karakolları hükmünde bazı mevkilere gitmelerini ifade eder.16
Şu ayet, yine cinlerin lisanından, insanların cinlerle olan ilişkisini dile getirir:
“İnsanlardan birtakım kimseler, cinlerden bazılarına sığınarak onların azgınlıklarını artırıyorlardı.”17
Ayetin bu ifadesi, Arapların şu âdetine işaret eder: Onlardan biri sefere çıkıp, geceyi ıssız bir vadide geçirme durumunda kaldığında korku içinde “Kavminin sefihlerinden bu vadinin efendisine sığınırım” derdi. Cinler bunu duyduklarında kibirlenir, “Cin ve inse efendi olduk” derlerdi.18
Kur’an’ın evrensellik özelliğinden hareketle baktığımızda, üstteki ayetin ruhlara tapan ilkel kabile dinlerinden (animizm) günümüzdeki ruh çağırma olaylarına kadar şümulü olduğunu görürüz. Çünkü cinlere sığınan veya onlardan gaybî haber bekleyenler sadece ıssız vadide korku içinde geceyi geçiren cahiliye Arab’ı değildir.19 Günümüzde “ruh çağırma seansları” tertipleyip, fincanlı masa etrafında heyecan içinde bekleşen ve gelen meçhul misafirin her söylediğini en ufak bir tenkit süzgecinden geçirmeden sanki bir “vahiymiş” gibi kabul etmeye hazır olanlar da az değildir.
Şimdi, “Cinler vasıtasıyla gaybî bilgi edinilebilir mi?” sorusuna, bazı esaslara dikkat çekerek bakmaya çalışacağız:
– Cinler, mutlak manada gaybı bilen varlıklar değillerdir. Sebe suresinde anlatılan Hz. Süleyman’ın ölümü olayı, bunu açıkça göstermektedir. Şöyle ki: Hz. Süleyman’ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. şeyler yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
“Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu ölümünü onlara farkettirdi. Süleyman yere düşünce cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi o meşakkatli işe devam edip durmazlardı.”20
Rivayetlere göre, Hz. Süleyman, asasına dayanarak uzun müddet ibadet ederdi. Vefat ettiğinde de, asasına dayalıydı. O esnada Beytü’l- Makdis’in yapımında çalışan cinler O’nun ölümünün farkına varmayarak işlerine devam ederler. Hz. Süleyman’ın vefat ettiğini, ancak bir ağaç kurdunun asasını kemirip de yere düşmesiyle anlarlar.21
– Cinler bize nisbetle bazı şeyleri bilebilirler. Fakat bu, onların gaybî sırlara aşina oldukları anlamına gelmez. Meydana gelmiş bir olayla ilgili bilgilerinin bulunması, ya da gidip bunu öğrenip haber getirmeleri mümkündür.22 Mesela, bazı cinler meydana gelmiş bir hırsızlık olayını görmüş olabilir ve haber getirebilirler. Fakat bu haber, katiyet ifade etmez. “Ey iman edenler! Fasıkın biri size bir haber getirirse, onu araştırın. Yoksa cahillik edip bir topluluğa kötülük eder, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz”23 ayetinin hükmü, elbette onlar için de geçerlidir. İnsanları birbirine düşürmek için bazı doğruları yem olarak kullanıp, yanlış gaybî haberlerini doğru gibi kabul ettirebilirler.
– Cinlerin, yapılarından gelen bir özellik olarak geleceğe ait bazı şeyleri bilmeleri mümkündür. Fakat bu bilgi, ayrıntılı bir bilgi olmayıp, çoğu kere de yalan çıkmaktadır.24
– Ruh çağırma seanslarında kendini “ruh” olarak takdim eden meçhul misafir cindir.25 Şu ayet, bu konuda bize rehberlik etmektedir:
“Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi? Onlar, nerede bir yalancı, günahkâr varsa ona inerler. Onlar şeytanlara kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.”26
Ruhtan gaybî bilgi aldığını sananlar, ayetin işaret ettiği gibi şeytanlardan bilgi almaktadırlar.27 “Ruhlardan alınan gaybî bilgileri” ihtiva eden eserlere bakıldığında, bunların ciddiye alınacak bilgiler olmadığı görülecektir.
Ayrıca, bu tarz bir gayb bilgisi teminine çalışmak, ciddi birtakım mahzurları da beraberinde getirmektedir. Mesela, celseye gelen gaybî misafir, eğer kötü niyetli birisi ise, kendini söz gelimi Mevlâna’nın ruhu gibi takdim edip, İslam’a zıt çok şeyleri orada bulunanlara kabul ettirebilir.28
Demek ki, cinler gaybı bilen varlıklar değildir. Onlardan gelen “nisbî gaybe” dair birtakım haberlerin, doğru olma ihtimali bulunmakla beraber, yalan yanlış olması da mümkündür. Ayrıca, ruh çağırma celselerinin misafiri cinler ve şeytanlardır. Bu yolla “nisbî gaybe” ait bazı şeyler bilinebilse de, pek çok İslâm dışı şeylerin oradakilere telkin edilmesi uzak bir ihtimal değildir.
İnsanımızın bu tarz gaybî bilgilere değil, semadan Hz. Peygamber’e gönderilen ilâhî mesajı bilmeye ihtiyaçları vardır.
1 Zariyât, 56
2 Abduh, IX, 165
3 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, VI, 3722
4 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VIII, 5390
5 İsfahanî, s. 138-139; İbn Manzur, XXIII, 92
6 İsfehanî, s. 138-139
7 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VIII, 5390
8 Rahman, 15
9 Ateş, İnsan ve İnsanüstü, İst. Dergâh Yayınları 1985. s. 46
10 Cin, 14
11 Kehf, 50
12 Hicr 16-18, Saffat 6-10, Cin 8-9 ve Mülk 5.
13 Celal Yıldırım, Asrın Kur’an Tefsiri, İzm. Anadolu Yayınları ts. VI, 3203
14 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3051
15 Ebu Abdullah Muhammed Bin Ahmed Kurtubî, Cami li Ahkami’l- Kur’an (Tefsi-ru’l-Kurtubî), Mısır 1938. XV, 67; Taberî, XIV, 14
16 Nursî, Lem’alar, s. 283
17 Cin, 6
18 Zemahşerî, IV, 624;Taberî, XXIX, 108; İbn Kesir, IV, 428; Cemâluddîn Ebu Muhammed Abdulmelik İbn Hişam, Sîre, Matbûâtu Mustafa el-Bânî, Mısır, 1936.I, 218
19 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, VI, 3728
20 Sebe, 14
21 İbn Kesir, III, 529-530.
22 Bedreddîn Muhammed Bin Abdullah Şiblî, Cinlerin Esrarı, Ferşad Yayınları, Ter: Muhammed Ferşad, s. 290-291
23 Hucurat, 6
24 Ateş, İnsan ve İnsanüstü, s. 49-50
25 Ateş, İnsan ve İnsanüstü, s. 49
26 Şuara, 221-223
27 Taberî, XIX, 126; Zemahşerî, III,342
28 Nursî, Emirdağ Lahikası II, s. 155
