Görmemiz sınırlı, bilmemiz de…
“Ben kendimi, sahilde oynayan ve parlak, güzel çakıl taşları arayan bir çocuğa benzetiyorum. Öte tarafta, büyük hakikat okyanusu keşfedilmemiş olarak duruyor” diyen Newton, büyük bir gerçeği dile getirir.1 Her geçen gün dev adımlarla ilerleyen ilim, çok az şey bildiğimizi ortaya koymaktadır. Evrende var olan âdeta sayısız diyebileceğimiz varlıklar içinde bizim varlığını tespit edebildiklerimiz, okyanusta bir damla bile değildir.
Şu ayet insanın bilgi noktasındaki bu sınırlılığını ilân eder:
“Size ilimden ancak az bir şey verildi.”2
Yani, “Hiç verilmedi değil, fakat az. Bildiğiniz de az, bilişiniz de azdır. Çünkü sonradan meydana gelmiştir, nisbi bir ilimdir. Sofestailerin3 dediği gibi, ‘Hiçbir şey bilmez’ değilsiniz. Haktan bazı şeyleri bilirsiniz, ama hakikatin bütün derinliğiyle değil.”4
Temsil kabilinden zikredilmiş dahi olsa, şu kıssa beşer ilminin Allah’ın ilmi karşısındaki durumunu göstermesi açısından güzel bir misaldir:
Hz. Musa ve Hızır gemiyle yol alırlarken, bir serçe geminin kenarına gelip gagasını suya daldırır. Hızır der:
“Benim ve senin ilmin, Allah’ın ilminden, bu serçenin denizden aldığından daha fazla bir şeyi noksanlaştırmış değildir!”5
Kaldı ki, serçenin sudan aldığı miktarın suyun tamamına oranı, sonlu bir şeyin yine sonlu bir şeye oranıdır. Bütün varlıkların ilminin Allah’ın ilmine oranı ise, sonlunun sonsuza oranı gibidir ki, bu da bir “hiç” ile ifade edilebilir.6
Beşer ilminin sınırlılığı yanında, İlâhî ilmin sonsuzluğu, insanlar için ilmin imkânını ortadan kaldıran bir ümitsizlik delili olmayıp, bilakis ilimde sonsuz ilerleme imkânı sağlayan bir bilgi başlangıcını meydana getirir.7 Çünkü ilimde ilerledikçe çok şey öğrendiğini sanan insanlar, bu ayete bakıp ilimlerinin azlığını görecekler, böyle bir motivasyonla yeni ufuklara açılmaya çalışacaklardır.
İnsana ilimden az bir şey verildiğini bildiren ayetin hükmü, bin dört yüz yıl öncesindeki ilk muhatapları için hak olduğu gibi, günümüz insanı için de haktır, yarının insanı için de hak olacaktır. Çünkü âlem kitabının daha yeryüzü sayfasının tamamını okuyamadığımız gibi, o sayfada bir nokta hükmünde olan herhangi bir canlının bütün ayrıntılarını da okuyabilmiş değiliz.
Mesela, karıncalar görüyoruz, iki tanesi karşılaşınca duruyorlar. Konuşuyormuş gibi birtakım hareketlerde bulunuyorlar. Anlaştıktan sonra ayrılıp yollarına devam ediyorlar. Bunlar, gözümüzün önünde cereyan eden hallerden iken, karıncaların ne sesini işitebiliyoruz, ne de konuştuklarını anlıyoruz.8
Diğer taraftan; övünme, nefret, aşk, güzellik, dindar ruhun Allah’a yükselişi, bilgin ve sanatkârın rüyası gibi halleri ölçemiyor, ancak bunların tezahürlerini görüyoruz.9
İlerleyen bilgimiz, karşımıza yeni yeni bilinmezler, hatta yeni yeni gayblar çıkarmaktadır. İlimde derinlere daldıkça az bildiğimizi daha iyi anlıyoruz. Bu bilgiyle, ilmin çok kapalı kapıları olduğunu idrak ediyoruz. Kapalı bir kapıyı açtığımızda, onun da ardında açılmayı bekleyen yeni kapılar bulunduğunu görmek, bize ilmimizin azlığını açıkça göstermektedir.10
Mesela, mikroskobun keşfiyle, karşımıza o güne kadar farkına varmadığımız yeni bir âlem çıkmıştır. Birkaç bin defa büyüten mikroskoplarla bu mikro âlemin sakinlerine bakıldığında, basit birer varlık olarak düşünülürken, bugün milyonlarca defa büyüten elektron mikroskoplarla bakıldığında, ne kadar ince ve sanatkârane sistemlere sahip oldukları anlaşılmaktadır.
İnsanoğlu başını mikroskoptan kaldırıp, teleskoplarla gökyüzüne bakınca, ilminin azlığının makro boyutuyla karşı karşıya gelecektir. Bir kısmı dünyamızdan ve güneşten büyük trilyonlarca gök cismini hayretle görüp önce dehşete kapılacak, fakat “gayba iman” nimetine kavuşup baktığında, onları vazife başında itaatkâr birer memur görüp, uzaydaki bu muhteşem manevraları hayranlıkla seyredecektir.
Görüldüğü gibi, hem mikro planda, hem de makro planda âlemin sırlarını bütünüyle çözebilmiş değiliz. Hâlâ ayetin bildirdiği “Size ilimden ancak az bir şey verildi” sınırında durmaktayız. Öyle anlaşılıyor ki, ilerde bugünkü bilgi seviyemizin binler katına da ulaşsak, aynı sınırda durmaya devam edeceğiz.
Bilgi hakkında yapılan bu açıklamalardan sonra, şimdi “gayb bilgisi” konusuna geçebiliriz. Bunun için önce “gaybın” ne olduğunu tesbîte çalışacak ve kısımlarını göreceğiz. Ardından da, peygamberler, veliler ve cinlerin gaybî bilgi durumlarına bakacağız. Ayrıca, fal yoluyla gaybtan haber alınıp alınamayacağını görecek, devamında ise hemen her gece gördüğümüz rüyaların gaybî boyutuna dikkat çekeceğiz.
1 Tuna, Uzayın Sırları, s. 41
2 İsra, 85
3 Sofestaî (Sofist): Eşyanın hakîkatını inkâr edip, onları evham ve hayallerden ibaret sananlar. Bunların bir kısmı, herşeyin hakîkatının kişinin inancına göre olduğunu söyler (İndiye). Bir kısmı da şüphesinde bile şüpheye düşer, hüküm vermekten kaçarlar (Lâ edriye), Taftezanî, s. 6
4 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3203
5 Buharî, Tefsir, 18/3; Taberî, XV, 277; İbn Kesir, III, 93; Razî, XXI, 145
6 Razî, XXI, 145; Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, IV, 2297
7 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 3204
8 Mevlevi, IV, 958
9 Carrel. s. 58
10 Tantavi Cevherî, Cevahir fi Tefsiri’l- Kur’an, Mısır, 1350 H., IX, 86
