Risale-i Nur bir camia meydana getirmiştir,
ama bu tefsirde her camianın hakkı vardır.
Bu kısımda, bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nurda gayb meselesinin ne şekilde ele alındığı incelenecektir. Risale-i Nur, 1876-1960 yılları arasında yaşayan Bediüzzaman Said Nursi’nin yazdığı bir eserdir. Elliden fazla dile tercüme edilen bu tefsir, küresel bir ilgiye de mazhar olmuştur. Eserde gaybla alakalı hayli dikkat çekici değerlendirmeler olması, bizi çalışmamızın bu bölümünü yapmaya sevketmiştir.
2000 yılında akademik çalışmalar çerçevesinde Ürdünün başkenti Amman’da iki buçuk ay kaldım. Ürdün İlahiyatta öğretim üyeleri ve öğrencilerle muhatap olduğumda şunu farkettim: Türkiye denildiğinde ilmî şahsiyet olarak neredeyse sadece Bediüzzamanı tanıyorlar.
Aynı durumu daha sonra üç yıl bulunduğum Hollanda, Almanya, Fransa, Avusturya gibi Avrupa ülkelerinde; keza değişik vesilelerle bulunduğum Yemen, Mısır, Sudan, Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinde; ayrıca akademik tebliğlerim vesilesiyle ziyaret ettiğim Hindistan gibi gayr-i Müslim ülkelerde bizzat farkettim.
Bediüzzamanın maneviyattaki seyr-i sülukunu, “akıl – kalb ittifakı” şeklinde formüle edebiliriz. Bediüzzaman, bu ikisinin ittifakı ve birbirine destek olması ile en yüksek gerçeklere muhatap olmaya çalışır. Sadece akılla gidenler, vehim ve şüphelere maruz kalır. Çünkü akıl yıldız böceğine benzer. Yıldız böceği gecenin karanlığında azıcık ışığıyla ne derece etrafı tam olarak görebilir? Ama gündüzün ışığında her şey net olarak görülmektedir. İşte, ilâhî vahiy güneşe benzer. Vahiy güneşinin ışığıyla âleme bakanlar, onu gerçekte olduğu şekilde görebilirler.
Benzeri bir çalışma Muhyiddin İbn Arabî ve Alûsî gibi zatların tasavvufî tefsirleri için de yapılabilir.
