9- Kıyamet ve Ahiret

Geceden sonra gündüz gelir,
Dünyadan sonra da ahiret!

Kıyamet ve ahiret, Kur’an’ın geleceğe yönelik gaybî haberlerinden mühim bir kısmını teşkil eder. Bir kısım ayetleriyle ilk yaratılışı bize anlatan Kur’an, bazı ayetleriyle de dünyanın ölümünü ifade eden kıyameti ve dünyanın mukabili olan ahireti anlatır.

Küçük bir âlem hükmünde olan insan, ölüme mahkûm olduğu gibi, büyük bir insan hükmünde olan âlem de ölüme mahkûmdur. Evveli olan bir şeyin elbette bir sonu da olacaktır. Bu âlem ezelî olmadığı gibi, ebedî de değildir. “Her nefis ölümü tadıcıdır”1 ayetinin sırrıyla, bir gün gelecek kâinat da ölümü tadacaktır.

Kur’an’ın kıyamet ve ahiretten haber vermesi büyük bir önem taşır. Çünkü kıyamet ve ahiret aklın tek başına işin içinden çıkabileceği meselelerden değildir. Görünüşe göre, insanlar yaşar ve ölürler, neticede toprağa karışırlar. Dünya ise, ilmimizin ulaşmadığı zamanlardan beri vardır ve var olmaya devam edecek görünmektedir.

İşte, her an ecelin pençesine yakalanma sıkıntısı yaşayan ve ruhen ebedî bir hayatı isteyen insan için, Kur’an’ın ölüm sonrası hayatı müjdeleyen ayetleri en büyük bir haberdir.

Hz. Peygamber, Kur’an vasıtasıyla dünyanın ölümünü haber verince müşrikler bunu alay konusu yapıp “Sözünüzde sadık iseniz bu vaat ne zaman gerçekleşecek” derler. İlâhî canipten şu talimat verilir:

De ki: (Onun) bilgisi ancak Allah katındadır. Ben ancak, açık bir şekilde uyarmaktayım.”2

İnsan aceleci bir tabiata sahiptir. Kıyamet gibi büyük bir ölümü de, hemen görmek ister. Fakat Kur’an şu hatırlatmayı yapar:

Her haber için belli bir vakit vardır. Sonra bunu bileceksiniz.”3

Kur’an’ın gaybî haberleri, zamanı geldiğinde birer birer çıktığı gibi, bu en büyük haberi de zamanı geldiğinde çıkacaktır. Daha önceki bölümlerde gördüğümüz Mekke’nin fethi, müşriklerin mağlubiyeti, İslâm’ın bütün dinlere galebesi gibi geleceğe yönelik haberler gerçekleşmiştir, Kur’an’ın ahiret vaadi de gerçekleşecektir.

Kıyamet kopup ahiret hayatı geldiğinde, artık bunları inkâr eden tek kişi bile kalmaz. Fakat gözleriyle gördüklerinde inanmaları, onlara bir fayda temin etmez. Çünkü onlardan istenen “gayba iman” idi. Yani şu dünyada yaşarlarken daha gözlerinden perde kaldırılmadan bu esaslara inanmalarıydı. Yoksa kıyamet kopup, ardından hesap için Allah’ın huzurunda kendilerine “Gerçekten sen bundan gafil idin. Artık gözünden perdeyi kaldırdık. Bugün bakışın pek keskindir”4 denildiğinde iş işten geçmiş olacaktır.

Bu ilâhî vaadin ne zaman gerçekleşeceği hemen her insanın merak ettiği bir husustur. Zaman zaman medyada bununla ilgili bazı tarihler verildiği olur. Ya bir sihirbazdan veya bir medyumdan bilgi alınır. Fakat şunu söyleyelim ki, bu tür haberler ciddiyetten uzak ve gerçeği yansıtmayan haberlerdir. Allah’ın Peygamberine bile bildirmediği kıyametin kopma vaktini, böyle kişilere bildirmesi mümkün değildir. “Kıyametin ilmi Allah katındadır” ayeti bu gerçeğin bir ifadesidir.5

Şu ayet ise, daha detaylı bir şekilde meseleyi dile getirmektedir:

Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu, vaktinde ancak O ortaya çıkaracaktır. O göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.

Sen onu biliyormuşsun gibi senden soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”6

Bu ayette ve daha pek çok ayette kıyametten “saat” olarak bahsedilmektedir. “Saat” kelimesinin çağrıştırdığı manayla şunu söyleyebiliriz: Kurulmuş bir saat misali, kıyametin “saati” geldiğinde âlem vefat edecektir.

Günümüz ilim çevrelerinde “Kıyamet kopar mı, kopmaz mı?” tartışmaları yerine “Acaba, kıyamet ne zaman ve nasıl kopacak” meseleleri konuşulmaktadır. Çünkü en azından bir gün gelip güneşin enerjisinin biteceği ve böylece yeryüzünde hayatın sona ereceği, Fizik çevrelerinde kabul edilen bir gerçektir.

Üstteki ayet, kıyametin ansızın geleceğini bildirir. Sapasağlam görülen birinin aniden kalp sektesinden hayatını kaybetmesi gibi, şu yaşlı dünyamızın da ani bir sekte ile ömrünü tamamlaması, hiç de akıldan uzak değildir.

Bir kuyruklu yıldızın dünyamıza çarpması veya yörüngesinden çıkan bir yıldızın başkalarıyla çarpışıp kâinattaki dengeyi bozması, bu sekteye bir sebep olabilir.

Hz. Peygamber, kıyametin ne zaman kopacağını bildirmemekle beraber, birtakım alâmetlerinden haber vermiştir. Hadis kitaplarında “Kitabu’l- Fiten ve Eşrâtu’s- Sâa, Kitabu’l- Melâhim” bölümlerinde anlatılan bu hadislerden yaşlı bir dünyada yaşadığımız anlaşılır. Zaten, Hz. Peygamberin gönderilmesi, o alâmetlerin bir tanesidir. Çünkü ahir zaman peygamberidir. Nitekim Rasulullah, işaret ve orta parmağını açıp “Ben ve kıyamet bu ikisi gibiyiz” diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.7 Ayrıca, Kur’an’ın açık bir ifadeyle “Kıyamet yaklaştı”8 demesi, bunun en büyük bir delilidir.

Kur’an’ın bu haberinin üzerinden on dört asırlık bir zaman geçmesi, kıyametin yakınlığına zarar vermez. Çünkü dünyanın milyarlarca senelik ömrü içinde on dört asır, az bir zaman dilimi sayılır.

Kur’an’ın, özellikle son cüzünde yer alan surelerde, kıyametten tablolar çizilir. Buna göre, kıyamet koptuğunda:

-Güneş dürülüp toplanacak, yıldızlar dökülecek, dağlar yerinden ayrılacak, vahşi hayvanlar bir araya toplanacak, denizler alev alev yanacak.9

-Gök yarılacak, yıldızlar saçılacak, denizler kaynayıp birbirine karışacak, kabirlerin altı üstüne getirilecek.10

-Yeryüzü, çok şiddetli bir sarsıntıyla sarsılacak, bütün ağırlıklarını dışarıya atacak, insanlar şaşkın bir şekilde “ne oluyor bu arza” diyecekler.11

-O gün, süt emziren analar emzirmeyi unutacak. Her bir hamile, çocuğunu düşürecek. O günün şiddetinden insanlar sarhoş hale gelecekler.12

Böylece, kıyamet kopacak. Yeni bir âlem gelecek. Allah’ın mülkünde bir sayfa kapanırken, yeni bir sayfa açılacak. Kapatılan sayfada “fanîlik” mührü varken, yeni açılan sayfaya “ebedîlik damgası” vurulacak.

Kıyamet koptuğunda: “O gün arz, başka arza, semavat başka semâvata çevrilir”13 âyetinin hakikati tecelli edecek.

Bu dönüşüme iki yönden bakılabilir:

1- Elementlerin bâki kalıp, sıfatlarının başka sıfatlara çevrilmesi.

2- İlk maddenin yok olup, başka maddenin yaratılması.

Birinci bakışla ilgili olarak İbn Abbas şöyle der:

Arz, bu arzdır. Ancak sıfatları değişmiştir. Yeryüzünden dağlar uçar, denizler kaynar ve yeryüzü düzlenir. Öyle ki, bir iniş ve de bir yokuş görülmez hale gelir. Semada ise, yıldızlar saçılır, gökler yarılır, güneş dürülür, ay hasfedilir, sema bab bab açılır.”14

Elementlerin kıyametle yok olmayıp, sadece sıfatlarının değişmesi veya tamamen yok olup yeni âlemin yeni yaratılan şeylerden teşkil edilmesi görüşlerini zikreden Beydâvî, “Ayet, her ikisine de hamledilebilir” şeklinde değerlendirme yapar.15

Kanaatimizce, birinci görüş daha isabetlidir. Gerçi, Allah’ın bir âlem yok edip yeni bir âlem yaratması, kudretine hiç de zor değildir. “Kün: ol” emrine mâlik ve her şey irade ve kudretine itaat halinde olan Allah için “zor” diye bir şey yoktur. Yarattıkları ve bu yarattığı şeylerdeki akılları hayrette bırakan tasarrufları, bunun en güzel şahitleridir. Lakin Allah’ın kudretinin yanında, hikmeti de vardır. Hiçbir şeyi abes yapmaz. Ölmüş canlıların maddeleri yeni canlılarda kullanıldığı gibi, ölmüş olan âlemin maddesinin de beka âleminde kullanılması ilahî hikmete daha uygun görülmektedir.

Kıyamet koptuktan sonra “ahiret âlemi” başlayacaktır. Ahiret, beka âlemidir. Orada mikrop gibi hastalıklara ve ölüme sebebiyet veren etmenler olmaz. Ölüm meleği olan Azrailin görevi sona erer. Böylece insan orada ölümsüz olur. Ebedi hayat hem mü’min hem kâfir herkes için tahakkkuk eder. Ama bu mümin için ebedi bir saadet, kâfir için ise ebedi bir hüsran olarak gerçekleşir.

Kur’an’ın yüzlerce ayeti, ahiret âlemini bize tasvîr eder. Bu ayetlerde, öldükten sonra dirilmenin yanında, ahiretten tablolar sunulur. İstikametli bir akıl ve nurlanmış bir kalple Kur’an’ın ahiret tasvirlerine bakıldığında, insan kendini oralarda geziyor hisseder. Kur’an’ın büyüleyici beyanı, insanın hayalinin elinden tutar, beka menzillerinde seyahat ettirir. Cismi cehennemin alevleri içinde, ruhu da pişmanlık ateşiyle yanıp kavrulan cehennem ehlinin ibretli halini gösterir. Bedenen ve ruhen cennet nimetlerinden yararlanan, misli görülmedik güzellikler içinde tenezzüh eden cennet ehline gıpta ile baktırır.

Numune olmak üzere, Kur’an’da tasvir edilen bu tablolardan ikisini takdim ediyoruz:

1. Tablo:

(Hesap görülüp) iş bitirilince şeytan (cehennem ehline) dedi: Şüphesiz Allah size gerçek vaatte bulundu. Ben de size vaatte bulundum, fakat vaadimi yapmadım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben sizi sadece davet ettim, siz de icabet ettiniz. O halde beni kınamayın, kendi nefsinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni.”16

Ayetin tasvirinden hayale öyle geliyor ki: Cehennemdekiler şeytanın yakasına yapışıp “Senin yüzünden buraya girdik, sen olmasan burada olmazdık” diyorlar. O da, ayette anlatıldığı şekliyle cevap veriyor.

2. Tablo:

Bu da cennetten bir manzara… Ehl-i cennet kendi aralarında sohbet ederken “İçlerinden biri dedi: ‘(Dünyada) bir arkadaşım vardı. ‘Sen cidden inananlardan mısın? Biz ölüp (bir avuç) toprak ve (bir yığın) kemik olduğumuzda mı diriltilip cezalandırılacağız’ derdi. Siz şimdi onun halini biliyor musunuz? (Bizzat kendisi onun haline) muttali oldu ve onu cehennemin ortasında gördü. Dedi: Vallahi, az kalsın beni helâk edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı ben de cehenneme getirilenlerden olacaktım. İşte bak, biz dünyadaki ilk ölümümüzden başka ölecek değiliz. Azap görecek de değiliz. Artık çalışanlar böyle bir saadet için çalışsın!”17

Günümüzde akılları hayrette bırakan iletişim imkânlarından hareketle, ayetin manasını sezinlemede önceki asırlara göre daha şanslıyız. Nasıl ki, teknolojik imkânlarla dünyanın birbirinden uzak iki bölgesinde bulunan iki şahıs birbirlerini görüyorlar ve seslerini duyurabiliyorlar. Aynen bunun gibi, cennet ve cehennem birbirinden çok uzak iki menzil olmakla beraber, ayetin üslubundan hissedildiği gibi, sakinleri birbirlerini görüp konuşabilecekler. Bu durum ehl-i cennetin mutluluğunu artırırken, ehl-i cehennemin azabını daha da şiddetlendirecek.

Ebediyet diyarından sunduğumuz bu iki tabloda, Kur’an’ın ifade tarzı son derece dikkat çekicidir. “Ehl-i Cennetten biri dedi”, “şeytan dedi” şeklinde geçmiş zaman sığasıyla zikredilmesi şunu gösterir: Geçmiş ve gelecek bize göredir. Allah için zaman kaydı yoktur. O’nun ilmi hem hazır zamanı, hem geçmişi ve hem de geleceği kuşatmıştır. Bundan dolayı, ilâhî mesajında isterse, bize göre binlerce sene sonra yaşanacak bir manzarayı geçmiş zaman kipiyle ifade eder.

1 Ankebut, 57

2 Mülk, 25-26

3 En’am, 68

4 Kaf, 22

5 Lokman, 34

6 A’raf, 187

7 Müslim, Fiten, 132; Tirmizi, Fiten, 139

8 Kamer, 1

9 Tekvîr, 1-6

10 İnfitar, 1-4

11 Zilzal, 1-3

12 Hac, 2

13 İbrahim, 48

14 Râzî, XIX, 146-147; Beydâvî, I, 641

15 Beydâvî, I, 641

16 İbrahim, 22

17 Saffat, 51-61

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir