Kelime anlamı canibinden bakıldığında,
vahiy Allah’ın her bir varlıkla iletişimini anlatır.
Beşer ötesi bir bilgi türü olan vahiy, Allah’ın insanlar içinden seçtiği kimselere mesajını bildirmesidir. Böyle bir olay, hiç şüphesiz düşünen beyinleri derin bir hayrette bırakmaktadır. Bir mekânla mukayyet olan insana, zaman ve mekân kaydından uzak zât-ı Zülcelâl’den mesaj gelmesi ve bu mesajın kelime ve ibare olarak temessül etmesi, ne kadar büyük bir hadisedir!1
Biz bu bölümde, bu bilgi türünün keyfiyetinden, unsurlarından, bir beşerin dilinden insanlara ulaştırılan Kur’an’ın beşer ötesi ifade tarzından ve vahiyle insanlığa gelen mesajın öneminden bahsedeceğiz.
Kelime olarak vahiy, “birisine sür’atle işarette bulunmak” anlamındadır.2 Bu işarette bir gizlilik, bir kapalılık söz konusudur.3 Yani, alıcı verici dışındaki bir üçüncü şahıs, bu işarete muhatap olamaz. Böyle bir işaret; remizli bir kelâm veya terkipten mücerret bir ses veya bazı azaların işareti veya yazıyla olabilir.4
Istılah olarak ise vahiy,
-“Allah’ın, irade ettiği bilgileri rasûllerine kelâm, söz ve mana olarak bildirmesi”;
-Allah ile peygamberi arasında, mahiyetini ancak Allah’ın ve peygamberinin bilebileceği bir iletişim vasıtasıdır.”5
-“Allah’ın, kullarından seçmiş olduğu kimseye, beşer için mutat olmayan gizli bir yolla bildirmek istediğini bildirmesi, mesajını iletmesidir.”6
Kur’an ayetlerine baktığımızda, Cenab-ı Hakk’ın
1- Semaya,
2- Arza,
3- Meleklere
4- Arıya,
5- Hz. Musa’nın annesine
6- Havarîlere
7- Peygamberlere vahyettiğini görürüz.
Karşımıza çıkan bu tablo bize, Allah’ın bütün varlıklarla, o varlığın kapasitesi nisbetinde konuştuğunu, mesajını bildirdiğini gösterir.
1- Allah’ın semaya vahyettiğini bildiren ayet, ilk yaratılış safhasından bahseden ve Allah’ın emriyle sema ve arzın yokluktan vücut sahasına çıkmalarını bildiren ayetin hemen peşine gelmiştir:
“Allah her semaya görevini vahyetti”7 mealindeki bu ayet, her bir semada yürürlükte bulunan kanunlara işaret etmekte8 ve orada bulunan sema ehline, taat ve ibadetle ilgili ilâhî emri bildirmektedir.9
2- Allah’ın arza vahyettiğini bildiren ayet, dünyanın kıyamette şiddetli bir sarsılışla sarsılıp, içindeki ağırlıkları çıkarıp attığında; Allah’ın emriyle, üstünde olup bitenleri söylemesiyle alâkalıdır. Bu söyleyişin hikmeti “Çünkü Rabbin ona (konuşmasını) vahyetmiştir”10 şeklindeki talîl cümlesiyle açıklanır. Buradaki vahiyse, emir ve izin anlamındadır.11
3- Allah’ın meleklere olan vahyi, Bedir savaşıyla ilgili ayetler içinde geçer:
“Hani, Rabbin meleklere, ‘Ben sizinle beraberim. Haydi, iman edenlere sebat ilham edin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım’ diye vahyediyordu.”12
Görüldüğü gibi buradaki vahiy, bir emir ve direktif verme anlamı taşımaktadır.13
4- Allah’ın arı gibi küçük bir hayvana vahyetmesi gerçekten manidar bir husustur. İlgili ayet şöyledir:
“Rabbin bal arısına ‘dağlardan, ağaçlardan, insanların yaptıkları çardaklardan evler edin. Sonra, her çiçekten ye de, Rabbinin yolunda inkıyat ile git’ diye vahyetti.”14
Buradaki vahiy, ilham anlamı taşımakta olup, arının değişmeyen fıtrî iç düzenine işaret etmektedir.15
5- Allah’ın Hz. Musa’nın annesine olan vahyi, onun şiddetli endişe ve sıkıntı halinde iken olmuştur. Şöyle ki: Oğlunun, öldürülmesinden korkan ve üzülen Musa’nın annesine, Cenab-ı Hak şu teselli dolu mesajı gönderir:
“Onu emzir. Onun başına bir şey gelmesinden korktuğunda onu (sandık içinde) denize (Nil’e) bırak. Korkma ve üzülme! Biz onu tekrar sana kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız.”16
Buradaki vahiy, teselli verici bir ilham anlamı taşımaktadır.17
6- Havariler, Hz. İsa’ya, hayatında tâbi olan arkadaşlarıdır. Bunlar da, “Hani havarilere ‘Bana ve Rasulüme iman edin’ diye vahyetmiştim”18 ayetinin ifade ettiği gibi, ilâhî mesaja muhatap olmuşlardır. Burada da vahiy, ilham anlamında kullanılmıştır.19
Yere ve göğe, yerin ve göğün sakinlerine vahyedildiğini bildiren Kur’an ayetleri bizlere engin bir tefekkür ufku açmakta ve canlı cansız bütün varlıkların Allah’tan gelen talimatla hareket ettiğini göstermektedir. Bir uzay aracının yerden gelen direktiflere göre yönlendirilmesi gibi, her şey Allah’ın Rububiyet arşından gelen direktiflerle yönlendirilir. Bu direktiflerden cansız varlıklara, hayvanlara, meleklere geleni “kevni vahiy” olarak görebiliriz. Bunların hepsi hiçbir isyanları olmadan İlahî program çerçevesinde hareket etmektedir.
Bizim buradaki konumuzu birinci derecede ilgilendiren, “Allah’ın peygamberine gönderdiği mesaj” anlamındaki vahiydir.
Allah’tan mahlûkata doğru olan vahyin bu şekillerinden başka, bir de karşımıza, insandan insanlara ve şeytandan insanlara şeklinde, başka iki tür vahiy daha çıkmaktadır. Şöyle ki:
Yaşlılık halinde Cenab-ı Hakk’a erkek evlât için dua eden Hz. Zekeriya, duasının kabulü üzerine mescitten çıkar ve kavmine “Sabah – akşam Allah’a tesbîh edin”20 şeklinde vahyeder. Yani, onlara bu tarzda ima ve işarette bulunur.21 Çünkü Allah, üç gün boyunca -remizle bir şey anlatması dışında- konuşmamasını emretmiştir.22 Kelime burada, etimolojik anlamına bağlı olarak işaret ve ima yoluyla iletişim kurma anlamına delalet eder.
Kur’an’da sözü edilen bir başka vahiy şekli ise, şeytanların insanlara vahyetmesidir. “Şüphesiz şeytanlar, kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler”23 ayeti bunu dile getirmektedir. Buradaki vahiy ise, vesvese anlamında kullanılmıştır.24
Görüldüğü gibi, vahiy kelimesi Kur’an’da sadece peygambere gelen vahyi göstermek için kullanılmamış, arı bile ilâhî vahiyden nasibini almıştır. Nasıl ki bir padişahın sadrazamla, bir askerle ve kendi halinde bir vatandaşla konuşması farklı farklıdır. Sadrazamıyla bütün memleketi ilgilendiren meseleleri konuşur. Bir askere, “şunu şöyle yap!” diye emir verir. Kendi halinde bir vatandaşla da, onu ilgilendiren küçük bir meseleyi konuşur. Onun gibi, Cenab-ı Hak peygamberine bütün insanlığı ilgilendiren evrensel mesajını verir. Meleklere, yapmaları gereken şeyleri emreder. Kalbi mahzun salih bir kuluna da, gönlünü hoş edecek şeyleri ilham eder.
Demek ilâhî vahiy, vahye mazhar olanların kabiliyetine göre farklılık arzeder. “Bir şey mutlak zikrolunca ondan kemâl murat olunur” kaidesine göre, “Allah’ın vahyi” denildiğinde bundan peygambere gelen vahiy anlaşılır.
Izutsu, vahyi “Allah iradesinin söz şeklindeki ifadesidir” şeklinde değerlendirir25 ve onun kullanım şekillerinden hareketle, üç özelliğine dikkat çeker:
1- Vahiy, her şeyden önce bir haberleşmedir.
2- Bu haberleşmenin sözlü olması zarurî değildir. Yani, haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işareti olması gerekli değildir. Ama dil işaretleri de kullanılabilir.
3- Bu haberleşmede daima bir sırlılık, bir gizlilik ve hususîlik vardır.26
İşte, vahyin mahiyetinde bulunan bu “sırlılık, gizlilik ve hususilik”, vahyin başkalarınca anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Bir başka ifadeyle, “Vahiy keyfiyeti, Allah ile peygamber arasında kalmış bir sır olduğundan, insanoğlunun onu tam olarak anlaması mümkün olmamıştır.”27
Fakat şu noktayı da unutmamak gerekir ki: Bir şeyin mahiyet ve keyfiyetini bilmeyişimiz, onun inkârını gerektirmez. Elektriğin keyfiyetini bilmiyoruz diye ondan istifade etmemek akıllılık değildir. Şeffaf ve hassas kalbiyle Allah’tan gelen mesajlara muhatap olmuş peygamberin bu mesajlarına lakayt kalmak büyük bir mahrumiyettir.
Pek çok insanın Kur’an’ın evrensel mesajlarına kulak tıkamasının mühim bir sebebi, Hz. Peygamber’in beşerî yönüne takılıp kalmaları olmuştur. Onlara göre, peygamber harika hallere mazhar olmalı, elinde bir sihirli değnek bulunmalıydı. İsterse dağları altına çevirmeli, yarın neler olacağını haber vermeliydi. Ayrıca, kendileri cinsinden olmamalı, bir melek olmalıydı.28
Bu tarz telakkilerle işi yokuşa sürenlere cevap vermesi için, Cenab-ı Hak, Peygamberine şu talimatı verir:
“De ki: Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. De ki: Hiç görmeyenle, gören bir midir? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”29
Ayetin son kısmından, vahye mazhar peygamberin gören bir kimseye, vahyi inkâr edenlerin ise âmâlara benzetilmesi kendini hissettirmektedir. Nitekim Hamdi Yazır’ın değerlendirmesi bu yöndedir:
“Peygamberle peygamber olmayanın farkı, gözlülerle âmâların farkı gibidir. Âmâlar göremedikleri şeyleri, ancak görenlerin haber vermesinden dinleyerek işitme yoluyla istifade edecekleri gibi, peygamber olmayanlar da, peygamberlerden öyle istifade ederler. Âmâlara, gözlülerin delil ve ayetleri olan renkleri anlatmak mümkün olmaz. Sağır ve deli değillerse, önlerindeki uçurumu söyleyerek sakındırıp korundurmak ve işitme ve kalp ayetleri sayesinde sâlim yolları anlatmak mümkün olur.”30
Wells’in (ö. 1946) “Körler memleketinde” isimli romanından bahisle, Peyami Safa (ö. 1961) zaman zaman gözlenebilecek bir trajik olaya dikkat çekerek şunu anlatır:
Romanın kahramanı bir gün, dünyadan çok uzak Andes vadisinin dağlık arazisinde dolaşırken bütün mensupları anadan doğma kör bir memlekete gider. Bu zavallılar, birkaç nesilden beri her türlü ışık ve renk intibaından mahrum kalmışlardır. Bunların arasına giren ve gözleri gören bir Alpinist, gözle görülen dünyanın bin bir çeşit manzarasını onlara anlatır. Fakat hiçbirini inandıramaz. Körlerin doktorları gözleri gören bu adamı muayene edince, onun bir deli olduğuna hükmederler ve normal hayata dönebilmesi için gözlerini dikmeye karar verirler.31
İlâhî vahiy vasıtasıyla insanlara Allah’ı, melekleri, ahiret âlemini, kısaca ilahî gerçekleri anlatan Peygamberin hali, bazı yönleriyle romanın kahramanına benzemektedir. Nitekim “Hayat, ancak dünya hayatıdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder”32 diyen inatçı kâfirler, peygamberin bahsettiği metafizik âlemi bir türlü kabul etmemiş, O’na “mecnun” demişlerdir.
Hâlbuki peygamber, insan olmakla beraber, diğer insanlardan farklı bir konumdaydı. O, kendisinin bu farklı yönünü şu şekilde ifade etmektedir:
“Ben sizin görmediğinizi görür, duymadığınızı duyarım.”33
Zerkanî, vahyin mümkün oluşunu ve oluş keyfiyetini bazı örneklerle zihne yaklaştırmaya çalışır. Şöyle ki:
İnsan, etki altında kalmaya kabiliyetli bir varlıktır. Mesela, hipnotizma olayında, bir insanın başka bir insana etkisi söz konusudur. Vahiyde ise, Allah’ın insana etkisi olayı vardır. Vahiyde aracı olan melekte, ilka ve tesir kabiliyeti mevcuttur. Duru bir ruhaniyete sahip olan peygamberlerde ise, melekten geleni alma kabiliyeti vardır. Peygamberin nefsi, meleğin safvetine uygun bir haldedir. Melek, peygambere vahiy getirdiğinde, peygamber normal halinden, sıyrılır, bütün benliğiyle melekten geleni almaya yönelir. Vahiy bittiğinde, aldığı vahyi sanki kalp sahifesinde yazılmış gibi bulur.34
Müellif, daha sonra, günümüzde keşfolunan telsiz, telefon, radyo gibi cihazlara dikkat çekerek, bu hakikati teyit etme cihetine gider ve şöyle der: “İnsan bunlarla, çok uzakta bulunan birisine mesaj iletebilirken, her şeye gücü yeten Allah’ın bazı kullarına istediğini bildirmesine ne engel vardır?”35
Baştan buraya kadar serdedilen mütalaalardan görüldüğü gibi, vahiy olayı her ne kadar bizler açısından tecrübî bir olgu değilse de, bilimsel olarak inkârı da mümkün değildir. O halin bizde görülmeyişi, onu reddetmemize gerekçe olamaz. Bazı insanların diğerlerinden farklı kabiliyet ve kapasitede yaratıldığını gören bizler için en akıllıca hareket, Hz. Peygamberin diğer insanlardan farklı olarak ilâhî hitaba muhatap olacak kabiliyet ve kapasitede bulunduğunu kabul etmektir.
1 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, V, 3170
2 İsfehânî, s.809; Enis, Mu’cemu’l-Vasît, s. 1018
3 Bursevî, I, 325
4 İsfehanî, s. 809
5 Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, Konya, Selçuk Üniversitesi Yayınları 1988. s. 288
6 Zerkanî, Menahilu’l-İrfan, Mısır 1360 h. I, 56
7 Fussilet, 12
8 Kutub, fî Zılâlil- Kur’an, V, 3115
9 Celaleddin Süyutî ve Celaleddin Mahallî, Celaleyn, Dımeşk, Mektebetu’l-Haşimiyye 1936, s. 631
10 Zilzal, 5
11 Sâbunî, III, 591
12 Enfal, 12
13 Merağî, IX, 176; Subhi Salih, Mebahis fî Ulumi’l- Kur’an, Beyrut, Daru’l- İlm, 1968, s. 24
14 Nahl, 68-69
15 İbn Kesir, II, 575; Zemahşerî, II, 618; Tabersî, III, 371; Meraği, XIV, 103
16 Kasas, 7
17 Tabersî, IV, 240; İsfehanî, s. 810; Merağî, XX, 37
18 Mâide, 111
19 İbn Kesir, II, 115; Nesefî, I, 309; Merağî, VI, 57
20 Meryem, 11
21 Nesefî, III, 30 Sâbunî, II, 213
22 Meryem, 10
23 En’am, 121
24 Zemahşerî, II, 62; Nesefî, II, 31; Merağî, VIII, 17
25 Izutsu, s. 128
26 Izutsu, age. s. 147-148
27 Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ank. Elif Ofset 1979. s. 56
28 Bkz. Furkan, 25/7-8; En’am, 6/91; İbrahim, 14/10-11; Enbiya, 21/3; Mü’minun, 23/24 ve 33; Şuara, 26/154 ve 186-187; Teğabun, 64/6; İsra, 17/90 – 95…
29 En’am, 50
30 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, III, 1939
31 Peyami Safa, Mistisizm, İst. Bedir Yayınları 1961 s. 127
32 Casiye, 24
33 Tirmizî, Zühd, 9
34 Zerkanî, I, 60-62
35 Zerkanî, I, 62
