Allah peygamberleriyle konuşmuştur,
diğer insanlarla da konuşmuştur ve konuşmaktadır.
“Gaybın bilinebilirliği” meselesi, idrakin keskinliğini ortaya koyan ince bir meseledir. Pek çok insanın ayağı, bu hassas meselede ifrat veya tefritle kaymaktadır. Hâlbuki Kur’anî esaslar çerçevesinde baktığımızda konu son derece mazbuttur, sınırları bellidir. Şöyle ki:
Bu konuda en temel esas, “Göklerde ve yerde Allah’tan başkası gaybı bilmez”1 âyetinin hükmüdür.
“Peki, çeşitli hikmetlerle gözlerden gizli olan gaybı, hiç kimse bilemez mi? Allah, kendi katındaki gayb hazinelerinin anahtarını başkasına veremez mi?” şeklindeki sorularımıza, şu ayet bir açıklık getirir:
“Gaybı bilen O’dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez.”2
Genel hükümlerin çoğu kere istisnaları da olur. Öyle görülüyor ki, “Allah’tan başkası gaybı bilmez” hükmünün de bir istisnası söz konusudur. Gaybı Allah’dan başkası da bilebilir, fakat Allah’ın bildirmesi şartıyla…
Ayetteki “razı olduğu rasul” ifadesi değişik şekillerde tefsir edilmiştir:
Bazılarına göre, buradaki “Rasul”den murat peygamberdir. Yani, Allah gaybını ancak bir peygambere bildirir. Bu yönüyle ayet, velilerle, sihirbaz ve kâhinlerin gaybî bilgisini reddetmektedir. Çünkü sihirbaz ve kâhinler, Allah’ın rızasından en uzak ve gadabına en lâyık kimselerdir. Veliler ise, her ne kadar Allah’ın razı olduğu kişilerse de, peygamber değillerdir.3
Bu meselede, şu hususlara dikkat çekmek istiyoruz:
1- “Rasul” ifadesi sadece peygamberler için kullanılan bir kelime değildir. Nitekim: “Allah meleklerden ve insanlardan rasuller seçer”4 ayeti, açık manasıyla bunu belirtmektedir.5
2- Ayetteki “Rasul” kelimesi, meleği de içine aldığına göre, meleğin bazı veli kişilere ilham getirmesi hiç de reddedilecek bir durum değildir.6 Nitekim hadiste “Âdemoğluna şeytanın da bir dokunuşu, meleğin de bir dokunuşu vardır” buyrulmuştur.7 Sonraki bir bölümde görüleceği üzere, bazı veliler birtakım gaybî sırlara mazhar olmuşlardır.
3- İlâhî kelâma mazhariyet, sadece nebilere has bir özellik değildir. Bazı insanların rüya veya ilham gibi bir yolla, gaybdan bazı sırlara muttali’ olmaları mümkündür ve vakidir. Nitekim şu ayet, Allah’ın insanlarla konuşma prensibini dile getirmektedir:
“Hiç bir beşer için, Allah’ın bir vahiyle veya perde arkasından konuşması veyahut bir elçi gönderip de izni ile ona dilediğini bildirmesi dışında konuşması yoktur.”8
Ayette, “Allah peygamberlerine bu üç yoldan başka konuşmaz” denilmeyip “Allah insanlarla bu üç yoldan başka konuşmaz” denilmesi peygamber dışındaki diğer insanların da ilâhî kelâmdan nasibi olabileceğini göstermektedir.
Ayetteki üç durumu şu şekilde değerlendirebiliriz:
– Allah’ın vahiyle konuşması, vahyin şiddet ve zaaf yönüyle çeşitli mertebelerini içine alabilir. Hem peygamberlere hem de, Hz. Musa’nın annesinde olduğu gibi, diğer insanlara, gerek yakazada gerekse rüyada olan ilâhî mesajı ifade eder.9 Dolayısıyla, buradaki vahiy, “ilham” manasını da tazammun etmektedir.10
– Allah’ın perde arkasından konuşması, Hz. Musa’nın ilk vahye mazhar olduğunda doğrudan ilâhî hitabı duyması gibi durumları içine alır.11
– Allah’ın bir elçi vasıtasıyla konuşması, Hz. Cebrail’i peygamberine gönderip vahyini bildirmesi tarzındaki durumlardır.12 Allah melekleri vasıtasıyla -Hz. Meryem örneğinde olduğu gibi- peygamber dışında bazı kimselere de bir kısım sırları bildirir.
Görüldüğü gibi, “Gaybın hazineleri” Allah katında olmakla beraber, Allah gerek peygamberine, gerekse bazı has kullarına birtakım sırlarını bildirmektedir.
Şimdi bu manaları gelen kısımlarda örnekleriyle görebiliriz.
1 Neml, 65
2 Cin, 26-27
3 Zemahşerî, IV, 632-633; Merağî, XXIX, 106
4 Hacc, 75
5 İbn Kesir, IV, 433
6 Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri. X, 110
7 Tirmizî, Tefsir, 2/35
8 Şûra, 51
9 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, VI, 4255
10 Taberî, XXV, 45; Nesefî, IV, 110; Alâaddin Ali Hazin, Lübabü’t- Te’vil, İst. Matbuat-ı Amire 1318 h. IV, 100; Sâbunî, III, 146
11 Taberî, XXV, 45; İbn Kesir, IV, 122; Hazin, IV, 100; Sâbunî, III,146
12 İbn Kesir, IV, 122
