Nifak, münafıklık demektir. İnsanın özü başka sözü başka olmasıdır. Din noktasından bakıldığında ise, gerçekte iman etmediği halde, kişinin inanmış görünmesidir. Hamdi Yazır nifak hakkında şöyle der:
“Her münafık müraidir, fakat her mürainin münafık olması lâzım gelmez.
Asıl münafıklık, imanda mürailiktir. Bununla beraber, sırf amelî olan nifak da vardır.” (VII, 4997)
Küçük yerleşim birimlerinde de münafık bulunmakla beraber, şehir münafıkları nifakda daha ileridirler. Hamdi Yazır bunu şöyle anlatır:
“Onlar münafıklıkta inatçı, mümarese peyda etmiş, tamamen kaypaklanmış kimselerdir. Sırlarını iyi gizlerler, takiyye yaparlar. Töhmet mevkilerinden kaçarlar. Yağ gibi suyun yüzüne çıkmaya alışkındırlar…” (IV, 2611)
Şu ayet, münafıkların iç dünyalarının bir portresidir:
“Onlar her gürültüyü aleyhlerine zannederler.” (Münafıkun, 4)
“Sertçe bir öksürsen işkillenirler. Hemen hemen ‘pöh!’ denilse korkacak haldedirler. Çünkü içleri kurtlu, haindirler. ‘Hain korkak olur’ meseli mısdakınca, her dem sırları faş olmak endişesiyle korku ve kuşku içindedirler. Her şeyden nem kapar, her sesten ürkerler.” (VII, 5001-5002)
“Onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider. Konuşsalar sözlerine kulak verirsin. Sanki onlar dayanmış kerestelerdir” (Münafıkun, 4) âyetinin izahında Hamdi Yazır, şöyle der:
“Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi, dışları düzgün, endamları süzgün, hareketsizce oturur, kurulurlar. Lâkin içleri irfan ve şuurdan, neşv ü nema kabiliyetinden mahrum, metanet ve salâbetten hâlî, boş kuru tahtalara benzerler, öyle ruhsuzdurlar.” (VII, 5001-5002)
