İslâm’ın Medine döneminde Müslümanlar, Mekke şartlarına göre nisbeten rahat etmişlerse de, başlangıçta tam bir emniyet hâli elde edememişlerdi. Silâhla yatmakta, silâhla kalkmaktaydılar. Zaman zaman Mekkeli’lerin Medine’ye hücumu şayiası çıkmakta, şehir bu gibi şayialarla çalkalanmaktaydı. Şu ayet, böyle bir durumu bildirir:
“Onlara emniyet bahşeden veya korku veren bir haber gelecek olsa, onu hemen yayıverirler.” (Nisa, 83)
Hamdi Yazır’a göre, burada gazetecilerin de hallerine temas eden bir ihtar vardır. (II, 1403)
Her duyulanın doğru olması mümkün olmadığı gibi, her duyulanı hemen her yerde söylemek de uygun değildir. Devlet sırrı olabilecek bir haberi haber olarak geçmek gazetecilik açısından cazip olabilir. Ama bu haberi yaymak düşmanların işine yarayacaksa, neşredilmemesi uygundur. Âyetin devamı, bu gibi durumlarda nasıl hareket edileceğini ders verir:
“İşittikleri haberi peygambere veya içlerinden ulu’l-emr olanlara danışsalar, bunların hüküm çıkarmaya gücü yetenleri, elbette onu anlarlardı.”
Hamdi Yazır, âyetin bu kısmından şu istinbatlarda bulunur:
“1-Olayların hükümleri içinde doğrudan nass ile bilinmeyip, istinbat ile bilinecek olanlar da vardır.
2-İstinbat da bir delildir.
3-İstinbata ehil olmayan avamın, olayların hükümlerinde ehl-i ilme müracaatı ve taklidi vaciptir.
4-Rasulûllah da istinbat ile mükelleftir.” (II, 1403-1404)
