Toplum ve tarih

Tarih, bir milletin kökü mesabesindedir. Köksüz bir ağaç yaşayamayacağı gibi, geçmişini unutan bir millet de yaşayamaz. Mazi, hal ve istikbal, zamanın üç boyutudur. Mazide meydana gelen olaylar, genelde hâlde ve istikbalde tekrar yaşanır. İsimler, resimler ve bazı görünümler değişse bile, olay ana hatlarıyla yeniden sahnelenir ve “tarih tekerrür etti” denilir. Merhum Mehmet Akif, bu gerçeğe şöyle işaret eder.

“Geçmişten adam hisse kaparmış, ne masal şey!

Beşbin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarihi, ‘tekerrür’ diye diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”1

Geçmişte yaşanan olaylarda günümüzde yaşanan olayların izleri ve özleri vardır. İnsan, tarihin ibretli sayfalarını izlerken, kâh bu zamandan o günlere gider, kâh o zamandan günümüze gelir. Zira geçmiş zaman gelecek zaman tohumlarının mahzeni ve olaylarının aynasıdır.2 Geçmiş gelecekte, gelecek geçmişte yansımaktadır. Bu cihetten tarihe “milletlerin hafızası” nazarıyla bakabiliriz.3

Hedef itibariyle insan, geleceğe gözünü diker. Fakat maziye bakmadan istikbale ilerlemek de mümkün değildir. “Bugünü anlamak için dünü iyi bilmek gerekir.”4

Hamdi Yazır, bu noktaya şöyle dikkat çeker:

“İnsanlar daha ziyade ileriyi görsün diye gözleri öne nazır olarak yaratılmışlardır… Boyunları ise, ihtiyaç olduğunda öndeki gözleri arkaya çevirip baktırabilecek hareketli bir mihver halindedir… Bir istikbal yolcusu için bu yaratılış şeklinin büyük bir uyarıcı önemi vardır.”5

Yani, insan geleceği hedeflemeli ve oraya müteveccihen hareket etmelidir. Ancak istikbalin yüce hedeflerine giderken zaman zaman geriye bakmayı da unutmamalıdır. Zira anonim bir sözde denildiği gibi “geleceğin çiçekleri geçmişin kökleriyle beslenir.” Tarih baştan sona ibretler tablosudur. Bu tabloyu seyretmeyenler geleceğe emin adımlarla yürüyemezler, geçmişteki hataların benzerlerini hep tekrar ederler.

Kur’an-ı Kerim’in neredeyse yarısı geçmiş milletlerin kıssalarını anlatır. “Onların kıssalarında akıl sahipleri için bir ibret vardır”6 ayeti, bu kıssaların zikrediliş hikmetini ders verir.

Şu ayetler ise yeryüzündeki eski milletlerin kalıntılarına bakıp ibret alınmasına teşvik eder:

“Yeryüzünde gezip dolaşın, mücrimlerin akıbetinin nasıl olduğuna bakın!”7

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Ta ki, kendilerinden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, bunlardan daha kuvvetli idiler.”8

Mesela, geçmiş milletlerin helakiyle ilgili olan şu ayete bakalım:

“Onların her birini günahıyla yakaladık. Bir kısmına taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Kimini korkunç bir gürültü yakalayıverdi. Kimini yere batırdık. Kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, lakin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”9

Ayetin bu ifadelerinde, taş yağmuruyla cezalandırılan Lut kavmine, korkunç bir gürültü ile helak edilen Hz. Şuayb’ın ve Hz. Salih’in kavimlerine, sarayıyla beraber yerin dibine geçirilen Karun’a, suda boğularak ölen Firavun ve askerlerine telmihler vardır.

Bunlardan Hz. Lut’un kavmi homoseksüeldir. Hz. Şuayb’ın kavmi ölçü ve tartıda noksanlık yapmalarıyla meşhurdur. Hz. Salih’in kavmi eğlenceye düşkündür. Karun, servetiyle mağrur, Firavun ve ordusu ise, zalimler topluluğudur.

“Hiç bir belde yoktur ki, biz onu kıyamet gününden önce helak etmeyelim veya şedit bir azap ile azaplandırmayalım. Bu Kitabta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır”10 ayetinin genel ifadesinden öyle anlaşılıyor ki, bütün beldeler, helak ve azaba duçar olmuşlardır. İnsanın tabiatında yer alan akıl, şehvet ve gadap gibi kuvvetlerin ifrat veya tefritte kullanılması bu helaket ve felaketlerin temel sebebidir. Milletlerin helak olma sebeplerine dikkat çeken şu ayetlerde bu manayı görmek mümkündür:

“Biz, geçim bolluğu ile şımarıp azmış nice beldeleri harap ettik. İşte, kendilerinden sonra çok az oturulmuş meskenleri …!”11

Bu ayette, maddi refah ile şımarmaları nazara verilmiştir.

“Biz zalim olan nice beldeleri kırıp geçirdik.”12

Bu ayette, helak sebebi olarak zulüm ön plandadır.

“Nice belde, Rabbinin ve peygamberlerinin emrinden çıktı da, biz onları şiddetli bir hesaba çektik ve görülmedik bir azapla onları azaplandırdık.”13

Bu ayette, Allah ve Rasulüne itaatsizlik helak sebebi olarak zikredilmiştir.

“Beni israil’den inkâr edenler Davut ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendi. Bu, isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle idi. Onlar, birbirlerini yaptıkları kötülüklerden alıkoyamazlardı…”14

Bu ayetlerde ise, onların lanetlenmelerine sebep olarak şu dört özellik dikkat çekmektedir:

1- İnkâr

2- İsyan

3- Haddi aşmak

4- Yapılan kötülüklere seyirci kalmak.

Deniz kenarında yaşayan bir topluluğun şu kıssası da konumuz açısından son derece ibretlidir:

Beni İsrail’den olan bu topluluğa Cumartesi balık avı yasaklanmıştır. Fakat içlerinden bir topluluk bu İlâhî yasağı çiğner. Bir başka topluluk, bunlara engel olmaya çalışır. Bir üçüncü gurup ise engel olmaya çalışanlara engel olmak ister, “Allah’ın helak edeceği veya şiddetle azaplandıracağı bu topluluğa neden öğüt veriyorsunuz” derler. Onların bu itirazına mukabil nasihatçi gurup, cevaplarında iki sebebe dikkat çekerler:

1- “Allah katında özrümüz olsun diye,

2- “Olur ki nasihatimiz fayda verir de vazgeçerler,” derler. Fakat bu isyankârlar haddi aşmaktan vazgeçmezler ve neticede maymuna çevrilerek cezalandırılırlar.15

Kur’an’da zikredilen bir kıssanın benzerleri hemen her toplumda yaşanmaktadır. Hemen her toplumda isyan edenler olduğu gibi, bunlara öğüt verenler de vardır. Keza, öğüt verenlere öğüt veren seyirciler(!) de eksik değildir.

Günümüz insanına en gerekli şeylerden biri, tarih şuurudur. Tarih, gerek Kur’an’da anlatılan örnek kıssalarla, gerekse tarih kitaplarında zikredilen olaylarla baştan sona ibretler mecmuasıdır. Bir milleti çökerten veya yükselten şeyler, tarih boyunca genelde aynı şeylerdir. Mesela Roma medeniyetini yerle bir eden, eğlenceye ve zevke düşkünlük olmuştur. Günümüz Batı medeniyeti benzeri bir “hedonizm ağı”na düşmüş görülmektedir. Dolayısıyla Roma’nın sonunu hazırlayan şey, onların da sonunu getirecektir.

Çöl Arap’larını bedeviyetten medeniyete ve cehaletten ilme yükselten şey, İslâm’ın getirdiği yüce esaslardır. Aynı esaslar günümüz Müslümanlarını da zirvelere yükseltecek güçtedir.

1 Mehmed Akif Ersoy, Safahat, İnkılap ve Aka Yay. İst. 1984, s. 477

2 Bkz. Nursi, Sözler, s. 253

3 Bkz, Abdurrahman Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1995, s. 138

4 Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, İst. 1990, s. 9

5 Yazır, I, 58

6 Yusuf, 111

7 Neml, 69

8 Fatır, 44

9 Ankebut, 40

10 İsra, 58

11 Kasas, 58

12 Enbiya, 11

13 Talak, 8

14 Maide, 78-79

15 Bkz. A’raf, 163-166

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir