Konuşmak, Rahman’ın insanlara en büyük nimetlerindendir. İnsanlar, hislerini, düşüncelerini dilleri vasıtasıyla ifade ederler. “Suyun kap içinde zaptı gibi, fikirler de kelime kalıplarıyla ifade edilir.”1
İnsanların dil ve renklerinin farklılığı, İlâhî ayetlerden sayılmıştır.2 Her milletin dili, o milletin hislerinin bir aynasıdır. Milletler renkleriyle, karakterleriyle birbirinden ayrıldığı gibi, dilleriyle de farklılık arz ederler. Bir milletin hissiyatı, kültürü aynen dillerine de yansır. Dil, kültürün genç nesillere kazandırılmasında bir köprü görevi görür. Bu yönüyle dil, kültürün intikal aracıdır. Dolayısıyla, bir milletin dilini bozmak, hissiyat ve kültürlerini de bozmak demektir. Cemil Meriç bunu şöyle ifade eder:
“Kamusa uzanan el, namusa uzanmıştır.”3
Ülkemizde özellikle 1970 li yıllardan bu tarafa “öztürkçe” adıyla yaşanan “uydurma dil” çalışmaları, dilimiz üzerinde menfi tesirler meydana getirmiştir. Türk dilini sadeleştirme görüntüsü altında kültürümüzle ve medeniyetimizle ilgili nice değerli kelimeler atılmış, bunların yerine ne idüğü belirsiz cılız kelimeler yerleştirilmiştir. Tarihi seyri içinde, dil ağacından bazı kelimelerin düşmesi ve bunların yerine yenilerinin gelmesi gayet normal bir durumdur. Ama bahsettiğimiz faaliyetin bu türden olmadığı gözler önündedir. Eli sopalı bir kısım insanlar çıkmışlar, dil ağacımızın değerli kelimelerini düşürmek istemişlerdir.
Kelimelerin seçimi konusunda, Kur’an’ın şu ikazı çok anlamlıdır:
“Ey iman edenler! ‘Raina’ demeyiniz. ‘Unzurna’ deyiniz.”4
Aslında bu iki kelime, ‘bize bak, bizi gözet’ anlamındadır. Fakat Yahudiler Rasulullah ile konuşurken, nezaketli bir kelime olan ‘unzurna’ demek yerine, yine aynı anlama gelen, fakat hakaret için de kullanılabilen ‘raina’ demişlerdir.
Ayetin manasından mülhem olarak şunları söyleyebiliriz: “Ey ehl-i iman! Hayatınız ehl-i küfre benzemediği gibi, kelimeleriniz de onlara benzemesin. ‘Tabiatın işi, doğa’nın eseri’ demeyiniz, ‘Allah’ın san’atı’ deyiniz. ‘İçgüdü’ demeyiniz, ‘ilham’ deyiniz. ‘Şeker Bayramı’ demeyiniz, ‘Ramazan Bayramı’ deyiniz…”
Şu noktaya da dikkat çekmekte yarar görüyoruz: Kur’an-ı Kerim, Yahudileri anlatırken Tevrat’ı tahriflerini de nazara verir. Müfessirlerin beyanına göre, bu iki şekilde olmuştur.
1. Tevrat’ın lafızlarını değiştirmek.
2. Lafızları, vazedildikleri manadan farklı yönlere çekmek, onlara ters manalar yüklemek.
Bu ikinci türden bir tehlike, günümüzde Türk Dilinde “kavram kargaşası” şeklinde yaşanmaktadır. Farklı görüşe sahip insanlar, aynı kelimelere farklı manalar yükleyince, birbirleriyle anlaşmakta güçlük çekmektedirler. Mesela bir taraf “cihad” kelimesinden Allah yolunda verilen mukaddes mücadeleyi anlarken, diğer taraf için aynı kelime, “haksız yere kan akıtmak, Müslüman olmayanlara hakk-ı hayat tanımamak” manalarını çağrıştırmaktadır.
Keza, “laiklik” kavramı genelde din ve dünya işlerinin ayrılması, dinin devlete, devletin de dine karışmaması anlamında kullanılırken, bazı çevreler aynı kelimeyi “dindarlara göz açtırmamak” şeklinde anlamak ve uygulamak istemektedir.
İşte, bu tür kavram kargaşalarına son vermek milletimizi daha güçlü yapacak, milletlerarası yarışta bizi ilerilere götürmeye vesile olacaktır.
1 Nihat Keklik, Manevi kalkınma veya Ortanın Sağı, Cağaloğlu Yay. İst. 1967, s. 63
2 Rum, 22
3 Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay. İst. 1985, s. 77
4 Bakara, 104
