Toplumun hayatlanması

İnsan, ruh ile hayat bulur, ayakta kalır. Ruhu çekilmiş insan, hareketsiz bir cesetten ibarettir. Toplumların da hayatı ve ölümü vardır. Manevi dinamiklerini ve yüce ideallerini kaybetmiş bir toplum, manen ölü hükmündedir. O toplumu meydana getiren fertlere sanki ölü toprağı serpilmiş de, âdeta “ayakta gezen cenazeler” haline gelmişlerdir. Böyle bir toplum, milletlerarası platformlarda bir varlık gösteremez, başka toplumların güdümünde gitmeye mahkûm olur.

Ancak şu da unutulmamalıdır ki, hastalar iyi bir tedavi ile iyileştiği gibi, toplumlar da düzelebilir. Dünün ölü bir toplumu, bugün hayat bulabilir.

“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeye çağırdığında, Allah’a ve Resulüne icabet edin”1 ayetinde böyle bir dirilişe işaret görmek mümkündür.

Keza, “Ölüm korkusuyla diyarlarından çıkan binlerce kişinin durumunu görmedin mi? Allah onlara ‘ölün’ demişti. Sonra da onlara hayat verdi…”2 ayetinde de bir toplumun ölmesi ve hayat bulması nazara verilmektedir. Daha sonraki ayetlerden anlaşıldığına göre, Beni İsrail’den bir topluluk, içlerinden çıkan “Talut” isimli dirayetli bir liderle kendilerine gelmiş, esaret zincirini parçalayarak hürriyet nimetine kavuşmuştur. Esaretin bir nevi ölüm, hürriyetin ise hayat olduğunda şüphe yoktur.

Beni İsrail’e yönelik şu İlâhî beyana bakalım:

“Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ki, içinizde Peygamberler gönderdi ve sizleri melikler kıldı.”3

Ayette geçen “sizi melikler kıldı” ifadesi, onlara verilen hürriyet nimetini de içine alır, “başkaları size hükmederken, sizleri nefsinize malik hür insanlar yaptı” manasına dikkat çeker.

“O Allah ki, rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârlar gönderir”4 ayeti, bir yönüyle toplumların hayatlanmasıyla da alakadardır. Yeryüzünün canlanması için semadan yağmur gönderen İlâhî kudret, toplumun canlanması için de, diriltici nefes sahibi peygamberler ve peygamber varisi âlimler gönderir. Bunlar vasıtasıyla o toplumu canlandırır, hayatlandırır. Esaret, şahsiyetsizlik, sefillik gibi ölümü andıran hallerden kurtarır, onları “örnek toplum” haline getirir.

Fikrî akımlar rüzgârlar gibidir. Bir kısım rüzgâr vardır ki, canlılar üzerinde menfi tesirler yapar. Uğradığı yerlere hastalık, hatta ölüm götürür. Bir kısım rüzgâr da, beraberinde hayat getirir, dinamizm getirir. Uğradığı yerler canlanır, hayatlanır. Mesela, materyalizm akımı, öldürücü rüzgâr gibidir. Bu akımın estiği ülkeler ve toplumlar maneviyatta ölü hale gelirler. Hak din ise, hayatlandırıcı rüzgâra benzer, uğradığı yerlere, toplumlara ruh verir, neş’e verir. Bediüzzamanın ifade ettiği gibi, “ihyay-ı din, ihyay-ı millettir.”5

Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası.

İhyay-ı dinle olur, şu milletin ihyası.”6

İlk insan, ilk peygamberdir. Hz. Peygamber’e gelinceye kadar nice peygamber, İlâhî vahyin feyziyle toplumu canlandırmaya çalışmıştır.

Vahyin son muhatabı Hz. Muhammed (asm), getirdiği İslâm Dini ile bedevi bir topluluğu birden medeniyetin zirvelerine çıkarmış, onları medeni milletlere üstad yapmıştır.

Hz. Peygamberden sonra ise, İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, Mevlana Celaleddin Rumi, İmam-ı Rabbani, Şeyh Şamil, Said Nursi gibi zatlar, sosyal ve manevi dirilişin ve canlanmanın temsilcisi olmuşlardır.

Fikri akımlar, günümüz toplumunda da her taraftan esmeye devam etmektedir. Mesela, kuzeyden yetmiş yıl boyunca esen komünizm kasırgası, hem toplumumuzu, hem diğer İslâm milletlerini, hem Avrupa’nın büyük bir kısmını, hem koca Çin’i etkisi altına almıştır.

1980 li yılların sonunda bu rüzgârın hızı kesilmiş, Rusya’nın dağılmasıyla sistem iflas etmiştir. Günümüz Türkiye’si, şu anda büyük ölçüde materyalizm ve hedonizm akımlarının etkisi altındadır. Toplumumuzda madde ön plana çıkmıştır ve zevkçilik bir hayat felsefesi olmuştur.

Hâlbuki madde ancak insana bir hizmetçi olabilir. Maddi imkânların iyileşmesi, ferdin mutluluğu için yeterli değildir. Maddenin zirvelerine çıkan toplumlar bununla huzuru elde edememişlerdir. Ayrıca, insanın asıl zevki başkalarına yardımcı olmasındadır. Sadece kendi zevkini tatmine çalışanlar; fedakârlık, yardımseverlik gibi nice ulvi duygulardan uzak insanlardır.

Her taraftan esen fikri cereyanlardan başı dönen ve aklı karışan insanımızın gerçek mutluluğu ve hayat bulması, vahiy esintili akımlardan tam istifade ile olacaktır.

1 Enfal, 24

2 Bakara, 243

3 Maide, 20

4 A’raf, 57; Furkan, 48

5 Nursi, Asar-ı Bediiyye, s. 744

6 Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, İst. 2002. s. 669

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir