VI. BÖLÜM İLAHİ UYARILARDA TEŞBİH VE TEMSİLLER, İlahi Emirlerde Teşbih ve Temsiller

Kur’ân-ı Kerim, bir cihetiyle ilahi emirler ve yasaklar manzumesidir. İnsanı yaratan ve onu hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek kabiliyette şu dünyaya gönderen Cenab-ı Hak, insanlara yapmaları ve yapmamaları gereken şeyleri bildirmiştir. Bu emir ve yasaklar sadece akla değil, akılla beraber duygulara da hitap edecek şekilde Kur’ân’da ifade edilmiştir. Konunun misalleri verilirken önce emirler anlatılacak, daha sonra yasaklara geçilecektir.

1-Ticaret

Ey iman edenler! Size, sizleri gayet acı bir azaptan kurtaracak bir ticareti göstereyim mi? Allah ve Rasulüne iman eder, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. (Bu ticareti yaparsanız) günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve Adn cennetlerinde hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz bir başka şey: Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele!”1

Ayetler, “ticaret” kavramına alışılmış manasının fevkinde bir boyut kazandırmaktadır. Ticaretten amaç kazanmaktır. Cenab-ı Hakk’ın bildirdiği bu ticaret öyle bir kazanç getirmektedir ki, bu ticareti yapanlar hem ahirette mesut olacaklar, hem dünyada mutlu yaşayacaklardır.

Şüphesiz Allah mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldı.”2

ayetinde de benzeri bir temsil üslubu vardır.3 Çünkü müşteri sahip olmadığını satın alır. Her şeyi yoktan yaratan Allah’ın gerçekte birşey satın alması söz konusu olamaz. Bundan dolayı, Hasan-ı Basri ayetin yorumunda şöyle der:

Allah kendi yarattığı nefisleri ve kendi verdiği rızıkları satın aldı.”4 Mü’minler bedel olarak canlarını, mallarını verecekler, bunun mukabilinde Cenab-ı Hak onlara cenneti verecektir. Bu alışveriş, zengin bir zatın velayeti altındaki bir çocuğa sermaye vererek ticarete sevkedip dükkân açtırması ve başka müşteri aramayıp satacağı malı münhasıran kendisine satmasını şart kılıp, her aldığına kat kat fiat vermesi gibi bir alışveriştir.5

Cenab- Hak şu ayetle de kârlı bir başka ticareti gösterir:

“Var mı Allah’a karz-ı hasen veren? Ta ki Allah ona kat kat versin.”6

Ayette geçen “karz-ı hasen” borç vermek anlamındadır. Cenab-ı Hak, rızası yolunda verilen borç parayı kendisine verilmiş kabul edip, karşılığını kat kat vereceğini böyle bir üslupla bildirmiştir.

Malumdur ki insan bir verip fazla almak ister. Borç vermede böyle bir şeyi insanlarla yaparsa bunun adı faiz olur. Ama Allah’a verirse bunun adı “karz-ı hasen”dir.7

Öte yandan sırf Allah rızası için yapılmış her bir amel bir nevi karz-ı hasen olarak görülebilir. Allah, kulunun minneti altında kalmaz, karşılığını kat kat verir. Tabir caizde “borcunu” öder.

Ancak, bütün insanların böyle karlı ticaretler yaptığı söylenemez. Alttaki ayetin bildirdiği gibi, bazıları fena şeylere müşteri olur:

İnsanlardan öyleleri vardır ki, bir ilme dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak ve onu eğlence yerine tutmak için ‘lehve’l-hadis’i satın alır.”8

Ayette geçen “lehve’l-hadis” (laf eğlencesi), insanı oyalayan, işinden alıkoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürü lakırdılar, gevezelikler, şarkılar gibi eğleyici seslere şümulü olan bir ifadedir.9 Hasan-ı Basri, “lehve’l-hadis” ifadesini “Allah’a ibadetten ve zikirden alıkoyan her söz” şeklinde açıklar. Ayetteki “satın aldı” ifadesi, ayete bir istiare manası kazandırmıştır.10

Sanki bir söz pazarı kurulmuştur. Bu pazarda hem iyi, güzel sözler vardır, hem de kötü, çirkin sözler. Ayette bahsi geçenler, kötü ve çirkin sözlere müşteri olmuşlardır.

Ayetin üslubundan, bu işi yapanların zararlı alış veriş yapanlara benzetildiği anlaşılmaktadır.11

Münafıkların durumunu anlatan ayette “İşte bunlar hidayete bedel dalaleti satın almış kimselerdir. Onların ticareti kâr etmemiştir. Doğru yolu da bulamadılar.12 denilmesinde iman noktasında yapılan ticarete dikkat çekilmiştir.

Şu ayet ise, asıl neye müşteri olunması gerektiğini ders verir:

O halde, dünya hayatını ahiretin ebedi hayatına satacak olanlar Allah yolunda mücadele etsinler!”13

Ayet, faniyi verip bakiyi almak manasını istiare üslûbuyla ifade etmektedir.14

2-Takva Azığı ve Takva Libası

Azık edinin. Çünkü azığın en hayırlısı takvadır.”15

Ayetin evvelinde hacdan bahis vardır. Daha sonra ise, genel bir ifadeyle “hayır olarak ne işlerseniz Allah onu bilir” denilmiş, ardından “en hayırlı azık” olarak nitelenen takva emredilmiştir. Bu emrin “azık edinin” şeklinde yapılması zihne engin ufuklar açmaktadır. Şöyle ki:

İnsan için iki sefer mukadderdir:

1. Dünyada sefer.

2. Dünyadan sefer.

Dünyada sefer için yiyecek, içecek, binek ve lüzumunda sarfedecek zâd ve zahire lazım olduğu gibi, dünyadan sefer için de bir zâd ve zahire lazımdır.16 Ahiretin azığı ise, takvadır.17

Râzî, dünya ve ahiret azığını şöyle mukayese eder:

Dünya azığı insanı geçici bir azaptan kurtarır; ahiret azığı ise, daimi azaptan.

Dünya azığının lezzeti elemlerle karışıktır. Ahiret azığının ise, lezzeti daimidir, zarar şaibelerinden uzak, zevalden emniyetlidir.

Dünya azığı her an senden ayrılır. Ahiret azığı ise, devamlı sana yönelir, sana yakındır, ayrılığı yoktur.18

Üstteki ayette takva “en hayırlı azık” olarak tavsif edilirken bir başka ayette “en hayırlı elbise” şeklinde takdim edilir:

Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek ve süs olacak elbise indirdik. Fakat takva elbisesi en hayırlısıdır…”19

Hem takva, hem elbise her ikisi de libastır. Biri kalbin avretlerini örter ve onu süsler, diğeri cismin avretlerini örter ve süsler. Bunların her ikisi, birbirinin lazımıdır.20

Takva kelimesi korunmak, sakınmak anlamındadır. Allah’a itaatle O’nun cezasından kendini korumak, nefsi cezaya ehil kılacak şeyleren korumak hep takvadır.21 Takva; kalb, ruh, sır ve hafinin elbisesidir.22

Takva elbisesi için “iffet, hayâ” da denilmiştir. Çünkü mü’min elbiseden çıplak da olsa avreti yine görülmez. Facir ise, giyinik de olsa avreti açık olur.23 Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “takva hissi, haşyet ve imanı, hayâ ve irfanı olanlar zorunlu olarak çıplak bile kalsalar, en azından Âdem ve Havva’nın yapraklarla tesettür ettikleri gibi ayıp ve avretlerini örter, muhafaza ederler…”24

Bu yorumların yanında, takva elbisesi için Allah korkusu, iman, vakar gibi manalar da verilmiştir.25 Bu manalar âdeta birbirinin lazımı kabilindendir. Çünkü günahlardan uzak tertemiz bir hayat yaşamak ancak Allah korkusu, iman, vakar gibi güzel vasıflara sahip olmakla mümkündür.

3-Hayırda Yarış

Her biriniz için bir din (şir’a) ve bir yol (minhac) yaptık. Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı. Lakin sizi herbirinize verdiği şeyde imtihan edecek. O halde durmayın, hayırlarda yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O size, ihtilaf ettiğiniz şeyleri (bunların gerçeğinin ne olduğunu) haber verecektir.”26

Ayet, istiare yoluyla ümmetler yarışını tasvir etmektedir.27 Allah dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat onlar arasında bir müsabaka murat etmiştir. “…O halde durmayın, hayırlarda yarışın!” diyerek müsabakaya teşvikte bulunmuştur.

Şu ayetler de birer müsabaka tablosu çizer:

Rabbinizden bir mağfirete ve eni gökle yerin eni gibi olan bir cennete yarışın ki o (cennet), Allah’a ve elçilerine inananlar için hazırlanmıştır.” 28

Rabbinizden bir mağfirete ve eni göklerle yerin genişliğinde olan bir cennete koşuşun ki o (cennet) müttakiler için hazırlanmıştır.”29

Dikkat edilirse, bu iki ayet hem lafız, hem mana itibariyle birbirine benziyorsa da aynen tekrar şeklinde değildir. Birincide “sâbiqu” (yarışın) emri vardır, ikincide “sâriu” (koşuşun). Birincide, cennetin eni hakkında teşbih edatıyla “gökle yerin eni gibi” denirken ikincide ise, teşbih edatı zikredilmeden “eni göklerle yerin genişliğinde” denilmiştir. Ayrıca, birincide bu cenneti elde etmek için iman nazara verilirken, ikincide takva öne çıkarılmıştır.

4-Allah’ın İpi

Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp bölünmeyin! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani sizler birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirdi. O’nun nimeti sayesinde birbirinize kardeş oldunuz. Ateşten bir çukurun (bir ateş çukurunun) tam kenarında idiniz de, O tuttu, sizi ondan kurtardı…”30

Ayetin ilk muhatapları Medine’nin iki kabilesi olan Evs ve Hazreç’tir. Her iki taraf yüzyıl boyunca süren “Buas” savaşlarında çokça zarar görmüştür. Hz. Peygamberin Medine’ye teşrifiyle bu iki kabile İslam’a girmiş, düşman iken birbirine kardeş olmuştur. Fakat Şa’s Bin Kays isimli bir Yahudi, bir gün bir Yahudi çocuğunu yönlendirir. Bu çocuk Evs ve Hazreç’li gençlerin arasına girer, onlara eski Buas günlerinden sorar. Derken bunlar arasında tartışma başlar. Neredeyse birbirlerine girmek üzere iken Hz. Peygamberin yetişmesiyle yatışırlar, akılları başlarına gelir.31

İşte bu olay münasebetiyle inen üstteki ayetlerde, teşbih ve temsil noktasında ilk dikkati çeken “Allah’ın ipi” anlamındaki “Hablullah” ifadesidir. Bu ifade, bir istiare olup Allah’ın dini veya Kur’ân anlamında kullanılmıştır. İpe yapışan çukurdan kurtulduğu gibi, Allah’ın dinine yapışan da her türlü zilletten, aşağı hallerden kurtulur.32

Hz. Peygamber bir keresinde fitneler çıkacağından söz edince sahabe “kurtuluş ne ile?” diye sormuş, Hz. Peygamber “Kur’ân ile” diye cevap vermiş ve Kur’ân’ı “Allah’ın sağlam ipi” olarak tavsif etmiştir.33

Aynı ayette dikkati çeken diğer bir husus, onların küfürden imana çıkışlarını temsil eden “Ateşten bir çukurun tam kenarında idiniz de, o tuttu, sizi ondan kurtardı” ifadesidir. Bununla “bu halinizle ölseniz ateşe düşecektiniz” hatırlatması yapılmaktadır.34 Keza, ayetin bu bölümünü cahiliyedeki durumlarını anlatan bir istiare olarak görmek de mümkündür.35

Seyyid Kutub şöyle der:

Ayet, onların içinde bulundukları durumun tablosunu çizmekte, kalpleri harekete geçiren canlı, hareketli bir sahne sunmaktadır.36 Ona göre, Kur’ân kelimelerle resim çizmiş, muhatabın hayalinde derin izler bırakacak tablolar sunmuştur… Ressamın fırçası, tablosu, renkleri olur. Burada ise yalnız lafızlar var. Kur’ân bu lafızlarla bu tabloyu çizimektedir.37

Benzeri bir manayı şu ayette görmekteyiz:

“Kim tağutu inkâr eder ve Allah’a inanırsa, işte o urvetu’l- vüska’ya (hiç kopmayacak sağlam bir ipe) yapışmıştır.”38

Hakkın delilleri, şek ve şüpheler arız olamaz bir şekilde öyle kuvvetli, öyle sağlamdır.39 Ayet, dine sarılan kimseyi, kopmaz bir ipe sarılana benzetmiştir.40

5-Arzın Omuzları

O (Allah) ki size arzı zelul (emre âmâde) kıldı. Haydi, onun menakibinde (omuzlarında) yürüyün ve O’nun (Allah’ın) rızkından yiyin…”41

Ayet, “zelul” ifadesiyle arzı uysal bir hayvana benzetmektedir. Bu teşbihle arz, her türlü istifadeye müsait olarak binilen ve incitmeden yürüyen uysal bir binit halinde tasvir olunmuştur.42

Arzın omuzları” ifadesi, arzın insana itaatkâr oluşuna bir meseldir. Çünkü ayetin metninde geçen “menakib” kelimesinin müfredi olan “menkeb” “devenin sırtı” anlamındadır. Bununla “Arzın menkebinde bile yürünürse, diğer yerleri hayli hayli sizin için kullanıma ve istifadeye daha da elverişlidir” manası ifade edilmiştir.43

Arzın omuzları” ifadesi; dağlar, tepeler, yollar, arzın etrafı, yanları şeklinde de açıklanmıştır.44

Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şu ince manalara dikkat çeker: Bu emir, arz üzerinde inkişaf hissi telkin ederek, Müslümanlara az bir zaman içinde âleme intişar yollarını açmış olan ilahi irşatlardandır. Şu halde “menakib” tabiri için de ayrıca bir mana mülahaza etmek gerekir: Arzın menakibi, arzın en yüksek, en uzak ve yürümek için en müşkil ve en nazik yerlerine kadar sırtı demek olur. Bu da, dağları, tepeleri, ovaları, dereleriyle bütün şark ve garb cihetlerine, güney ve kuzey kutuplarına varıncaya kadar onu kaplamış olan sathın hepsine şamil olur.45

Şüphesiz arzın menakibinde yürümek için her şeyden önce onu keşfedip bilmeye de ihtiyaç vardır. Bu ise, Coğrafya, Jeoloji gibi ilimlerle mümkündür. Nitekim bu emrin gereğini yerine getiren Avrupa milletleri, ortaçağ sonrasında dünyanın her tarafına açılıp çok büyük imkânlara kavuşmuşlardır. Onlar, bu imkânları sömürü için kullanarak zulmetmişlerdir. Fakat aynı emre kulak verecek Müslümanlar, dünyanın her tarafına ulaşmaya çalışarak, gittikleri yere huzuru, barışı, gerçek medeniyeti, insanlığı götüreceklerdir.

6-Şefkat Kanatları

“Mü’minlere kanadını indir!”46

Hz. Peygambere yönelik bu ilahi hitap, “onlara kol kanat ger” anlamında bir istiaredir.47 Ayet, latif bir üslupla Hz. Peygambere yumuşaklık ve tevazuu emretmektedir.48 Zira O, bir babanın kendi evladıyla alakadar olması misali, bütün ümmetiyle alakadardır. Kur’ân, Hz. Peygamberin bu yönünü şöyle anlatır:

“Andolsun ki içinizden bir elçi size geldi. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Size son derece düşkündür. Mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.”49

Şu ayet de, benzeri bir ifadeyle evladın anne – babaya muamele tarzlarını bildirir:

“…Onların her ikisine (anne – babana) şefkat kanatlarını ger!”50

Ayette, bir kuşun terbiye için yavrusunu bağrına basmak istediğinde ona kanatlarını germesi misali, evladın da yaşlı hallerinde anne- babaya öyle yumuşak muamele etmeleri emredilmiştir.51

1 Saff, 10-13

2 Tevbe, 111

3 Zemahşeri, II, 216; Beydâvî, I, 422; Alûsî, XI, 26; Ebu Zehra, s. 259

4 Râzî, XV, 199

5 Yazır, IV, 2623

6 Bakara, 245; Hadid, 11

7 Meydanî, s. 319- 320

8 Lokman, 6

9 Yazır, VI, 3838

10 Alûsî, XXI, 67

11 Sabunî, II, 489-490

12 Bakara, 16

13 Nisa, 74

14 Sabunî, I, 293

15 Bakara, 197

16 Râzî, V, 168; Yazır, II, 720-721

17 Kurtubi, II, 274

18 Râzî, V, 168-169

19 A’raf, 26

20 Kutub, fi Zılali’l – Kur’ân, III, 1278

21 S. Şerif Cürcani, s. 65

22 Bursevi, III, 148. Sır ve hafi, insanın şuuraltı derinliklerini ifade eder.

23 Râzî, XIV, 52

24 Yazır, III, 2146

25 Beydâvî, I, 335

26 Maide, 48

27 Sabunî, I, 348

28 Hadid, 21

29 Âl-i İmran, 133

30 Âl-i İmran, 103

31 Beydâvî, I, 172-173; Kurtubi, IV, 100; Ebussuud, II, 64

32 Bkz. Beydâvî, I, 173; Ebussuud, II, 66; Sabunî, I, 220

33 Zemahşeri, I, 450; Râzî, VIII, 162; Kurtubi, IV, 102

34 Zemahşeri, I, 451; Râzî, VIII, 165; Beydâvî, I, 173; Ebussuud, II, 67

35 Sabunî, I, 220.

36 Kutub, fi Zılali’l- Kur’ân, I, 443

37 Bkz. Kutub, Kur’ânda Edebi Tasvir, s. 9-13 ve s. 64

38 Bakara, 256

39 Bursevi, I, 407

40 Sabunî, I, 164

41 Mülk, 15

42 Yazır, VII, 5226-5227

43 Zemahşeri, IV, 138; Râzî, XXX, 69.

44 Râzî, XXX, 69

45 Yazır, VII, 5228-5229

46 Hicr, 88

47 Sabunî, II, 117

48 Râzî, XIX, 211

49 Tevbe, 128

50 İsra, 24

51 Râzî, XX, 191

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir