Kâfirin Dünyası

Allah’ı ve Allah’ın bildirdiği şeyleri inkâr eden kâfir, kendine has bir dünyaya sahiptir. Allah’a ve mukaddesata inanmaktan kaçarken, aslında bazı şeylere inanmaktan kurtulamaz. Sözgelimi, ezeli bir Allah’ı kabul etmez, fakat maddeye ezeliyet verir. Allah’a ibadet etmez, fakat hevâsına kul olmaktan kurtulamaz veya müsemmasız isimlere mabutluk payesi verir. Mesela tabiata perestiş eder veya şahısları putlaştırır.

Şu ayet, bize kâfirin his dünyasına nüfuzu sağlayacak ipuçları verir:

“İnsanlardan kimi de Allah’ın dûnunda bir takım şerikler edinirler. Onları Allah sever gibi severler…”1

Yani bu kâfirler Allah’ı sevmekten kaçarken batıl mabutlara takılırlar, onları sever, perestiş ederler. Ayetin metninde bu batıl mabutlardan akıl sahiplerine mahsus “hüm” zamiriyle bahsedilmesi, insanların bilhassa akıl sahiplerinden mabutluk payesi verdiklerine dikkat çekmektedir.2 Sevgi yönüyle böyle oldukları gibi, korku yönüyle de benzeri bir hal yaşarlar. Allah’tan korkar gibi o batıl mabutlardan korkarlar.

Kâfir iç âleminde karanlıklar içinde yaşar. Şaşkındır, perişandır. Duyular itibariyle hayvanî bir hayat mertebesindedir. Gözü, afakta ve enfüste nasbedilmiş İlahi ayetleri görmez. Kulağı, kâinatın tesbihini anlamaz. Dili hak ve hakikati terennüm etmez. Selim fıtratını kaybettiğinden her şeyi gerçekte olduğundan farklı değerlendirir. Ömrü gaflet ve isyanla geçer. Hatalar her taraftan onu kuşatır. Semeresiz bir hayatın sonunda, şu dünyadan çeker gider. Fakat onun gidişine ne gök ağlar, ne de yer.

Kâfirin kalbi

İnsanın mü’min veya kâfir olması kalple ilgili bir durumdur. Kalp kelimesi, “çevirmek” anlamına gelir.3 İnsanın kalbi “bir ağacın dalından sarkıtılan ince bir ipin ucundaki tüy” gibidir.4 Bu derece hassas olan kalp, hem imana, hem de küfre yönelebilir.

Mü’minin kalbi itminan halini yaşar. Kâfirin kalbi ise daima sıkıntılıdır. Kur’ân-ı Kerim’de kâfirlerin kalpleriyle ilgili şöyle temsil üslupları karşımıza çıkar:

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürledi. Gözlerinde de bir perde var.”5

Kâfirlerin kalp ve kulaklarının mühürlenmesi, gözlerinde bir perde oluşu, hakkı kabul etmemelerini istiare yoluyla anlatmaktadır. Yani gerçekte bir mühür, bir perde yoktur. Hakkı kabul etmemeleri, gerçekleri görmemeleri böyle ifade edilmiştir.6 Şüphesiz bu mühürleme, onların yaptıklarına bir ceza durumundadır. Bu, temizliğe dikkat edilmeyişi veya piyasaya eksik gramajlı ekmek sürülmesi gibi sebeplerden bir fırının mühürlenmesine benzer.

Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa bir kısım kalpler üzerinde kilitler mi var?”7

Bu ifadeyle, Kur’ân’ı düşünmeyenlerin kalpleri, kilitli kapılara benzetilmiştir. 8 O kalplerde küfür ve inat kilitleri vardır.9 Ayet, öğütün o kalplere ulaşmadığını böyle bir temsille anlatmıştır.10

…Biz onların kalplerine, anlamalarına engel örtüler geçirdik. Kulaklarında da bir ağırlık var. Her ayeti (mucizeyi )görseler de iman etmezler…”11

Bu ayet de, temsili bir istiare ile onların hak ve hakikati kabul etmemelerini anlatır.12 “Örtüler” şeklinde mealini verdiğimiz ifade, ayetin metninde “ekinne” olarak geçer. “Ekinne” örtü anlamındaki “kinan”ın çoğuludur. Ayette nekra (elif-lamsız) olarak gelmesi büyüklük ifade eder. Yani, öyle basit bir perde değil, ciddi perdeler vardır. Keza, belirsiz gelmesi o perdelerin bilinmez oluşuna da işaret eder.13

Hayır, hayır! Onların yapagelmiş oldukları şeyler, kalplerinin üzerine pas bağlamıştır.”14

Ayetin metninde geçen “Râne” kelimesinin masdarı “rayn”dır. Rayn, kılıç ve aynanın üzerindeki pası ifade eder.15 Demek kalp bir ayna gibidir. İşlenen her bir günah, bu şeffaf kalp aynasında siyah bir nokta oluşturur. Kişi, tevbe ve istiğfarla günah kirlerini temizlemezse o kalp artık kararır, şeffafiyetini kaybeder.16 Ancak, pas tutmuş ayna gibi olan bu kalpler, tevbe ve istiğfarla cilalanmış ayna haline gelir.17

… Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle tab’ eder.”18

Ayette geçen “tab’ eder” ifadesi, “mühürler, küfrü onlara böyle tabiat kılar” manasını bildirir.19 Bu ifade; çamur, balmumu ve benzerlerinde basmakla meydana gelen tesiri anlatmaktadır.20

Bu ayetler dışında, ehl-i küfrün kalplerinin “gılaflı” (örtülü),21 gerçekleri görmede kör olduğu22 Kur’ân’ın bildirdiği temsilî hakikatlerdendir. Yani, bu örtü maddi bir örtü değil, körlük de gözün görmemesi değildir. Böyle ifadelerle, âdeta “kâfirin kalp haritası” çıkarılmıştır.

Kâfirin kalbine bu şekilde baktıktan sonra, şimdi de onun dünyasına biraz daha yakından bakmaya çalışalım:

1-Karanlık Denizdeki Adam

“(O kâfirlerin işi) derin bir denizdeki zulümat (karanlıklar) gibidir. Onu bir dalga bürüyor, üstünden bir dalga, üstünden bir bulut! Birbiri üstüne karanlıklar. Öyle ki, elini çıkardığında neredeyse onu bile göremeyecek. Allah’ın bir nur vermediği kimse için artık hiçbir nur yoktur.”23

Ayet, kâfirlerin şaşkınlığını tasvir eder.24 Mü’minin dünyası nurlarla doludur. Kâfir ise zulümat içindedir. Bu ayette kâfirin o karanlık dünyası, gecenin karanlığında denizin dalgaları altında kalmış kimsenin durumuyla anlatılmıştır. Gecenin o zifiri karanlığına, art arda gelen dalgaların dehşeti ilave edilmiştir. Ayrıca ay ve yıldızların ışığından istifade imkânı da yoktur. Zira afakı bulut kaplamıştır. Kendi elini bile göremeyecek kadar yoğun bir zulümat içindedir. Böyle biri, iç âleminde korku, dehşet, yalnızlık, çaresizlik gibi karanlıklarla karşı karşıyadır.

Ayetteki deniz kâfirin kalbi; ardarda gelen dalgalar o kalbi bürüyen cehalet, şek, hayret gibi haller; karanlık bulut ise, o kalbin mühürlenmesidir.25

Ayette tasvir edilen dalgalarla dolu karanlık deniz tasviri, kâfirin bilhassa fikir ve kalp dünyasına bakar. Zira kâfir daima şek ve şüphe dalgalarına maruzdur. Kalbi, denizin dalgaları misali hep çalkantılıdır.26

Hasan-ı Basri, ayeti şöyle değerlendirir: Ayette üç karanlık zikredilmiştir:

1. Denizin karanlığı.

2. Dalgaların karanlığı.

3. Bulutun karanlığı.

Kâfirin de üç karanlığı vardır.

1. İnanç karanlığı.

2. Söz karanlığı.

3. Amel karanlığı.27

Übey Bin Ka’b, kâfirin zulümat içindeki hayatını şöyle açıklar: Kâfirin sözü karanlık, ameli karanlık, girdiği her yer, çıktığı her yer karanlık ve akıbeti de karanlıktır.28

Gazali, ayeti şöyle yorumlar:

Ayetteki bahr-ı lücci (derin deniz), helak edici tehlikeleri, alçaltıcı meşguliyetleri ve basireti körleştirici tasalarıyla şu dünyadır.

Ayetteki birinci dalga: Hayvanî sıfatlara, hissî lezzetlerle meşguliyete ve dünyevî ihtiyaçları tedarike sevkeden şehevat dalgasıdır. Bu dalgaya kapılanlar hayvanların yediği gibi yerler, zevklenirler. Bu dalganın karanlık olması uygundur. Çünkü bir şeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder.

İkinci Dalga: Ğadap, düşmanlık, buğz, kin, haset, övünmek, çokluk sevdasına sevkeden parçalayıcı hayvanî sıfatlar dalgası. Bunun da karanlık olması uygundur. Çünkü mesela, gadap aklın cadısıdır. Bu dalganın diğer dalganın üstünde olması uygundur. Çünkü çoğu kere gadap şehevata galip gelir. Gadap heyecana gelince şehevatı dağıtır. Arzu edilen lezzetleri unutturur. Şehvet ise, heyecana gelmiş gadaba asla direnemez.

Buluta gelince: Kâfirin imana gelmesine, hakkı bilmesine, akıl güneşinin nurundan istifadesine engel olan çirkin itikatlar, yalancı zanlar ve fasit hayallerdir. Çünkü bulutun özelliği, güneş nurunun parlaklığına engel olmaktır.

Bütün bunlar birer karanlık olunca “Birbiri üstüne karanlıklar” ifadesi münasiptir.

Bu karanlıklar, değil uzaktakilerin, yakın şeylerin bile bilinmesine engel olmuştur. Mesela kâfirler, en edna bir teemmülle kolaylıkla ulaşabilecekleri ve anlayabilecekleri Hz. Peygamberin hayret verici hallerinin marifetinden perdeli kalmışlardır. Bundan “Öyle ki, elini çıkardığında neredeyse onu bile göremeyecek.” şeklinde bahsedilmesi münasip olmuştur.

Bütün nurların menbaı, ilk nur olan Cenab-ı Hak olduğundan her muvahhidin şuna itikat etmesi gerekir: “Allah kime bir nur vermemişse, artık onun için hiçbir nur yoktur.”29

2-Gökten Düşen Zavallı

Her kim Allah’a şirk koşarsa, öyle olur ki, sanki gökten düşmüş (paramparça olmuş da) kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu ücra bir yere sürüklüyor.”30

Ayet, müşrikin perişan halini tasvir etmektedir. Gökten düşüyor, yeryüzünde bir an bile kalmıyor. Derhal onu kuşlar kapıyor, ya da rüzgâr onu savurup uzak bir yere atıyor.31 Bu tasvir, imanın semasından küfrün çukuruna düşmek olarak yorumlanmıştır.32 Hamdi Yazır’ın dediği gibi, “İşte şirk böyle mühliktir. İnsanın kalbini didik didikler, uçurumlara sürükler.”33

Tasvir edilen tablonun, imandan dönen mürted hakkındaki işareti açıktır. Mürted, imanın semasından düşüp perişan olur. Önceden imanı olmadığı halde doğrudan şirk içinde olanlar için ise, ayeti fıtrat noktasında yorumlamak mümkündür. Yani müşrik, tabiatı itibariyle imana müsaittir, fıtraten Müslümandır. Fakat kendi hür iradesini inkâr veya şirk yönünde kullanarak, asli yaratılış tabiatının semasından inkâr ve şirk derelerine sukut etmiştir.34

Allah’a şirk koşanı gökten düşüp paramparça olan kimseye benzeten bu ayeti, hem teşbih-i müferrak/ ayrık teşbih, hem de teşbih-i mürekkep/ bileşik teşbih olarak açıklamak mümkündür:

Teşbih-i müferrak olarak: İman sema gibidir. İmanı terkedip şirke düşen semadan sukut eden kimseye benzer. Böyle bir müşrikin fikrine arız olan şeyler onun parçalarını yiyen kuşlara, onu dalalet vadisine savuran şeytan ise rüzgâra benzer.35

Teşbih-i mürekkep olarak ise: Teşbihin heyet-i mecmuası (tümü) Allah’a şirk koşanın helaketini tasvir etmektedir. Bu öyle bir helaktir ki, ondan daha büyük bir helak tasavvur edilemez.36

3-Sahradaki Şaşkın

De ki: Allah’ı bırakıp da, bize ne fayda ne zarar veremeyecek nesnelere mi yalvarırız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza mı döneriz? O kimse gibi ki, arzda şaşkın şaşkın dolaşırken kendini şeytanlar ayartıp uçuruma çekiyor. Beride ise arkadaşları var, ‘bize gel’ diye onu doğru yola çağırıp duruyor…”37

Ayet, şeytanın adımlarına uyup İslam yolundan sapan kimsenin halini tasvir etmektedir. Müslümanlar onu çağırıyorlar, fakat o, bunlara iltifat etmiyor.

Arapların cahiliyedeki inancına göre, sahrada yol alan insana cin veya hayalet görülüp “buradan gel” diye onu yönlendirir, uçuruma sürüklermiş.38

Temsili biraz açarak şöyle ifade edebiliriz: Sahrada yol alan bir kervan var. Kervandan biri ayrı kalıyor, yolunu kaybediyor. Nereye gideceğini bilemez durumda. Şaşkın şaşkın sağa sola bakınmakta, şuursuzca oraya buraya gitmekte. Arkadaşları bunu aramaya çıkıyorlar, uzaktan görüyorlar. Fakat o esnada, cin ve hayalet devreye giriyor, “bu tarafa, bu tarafa gel” diye o şaşkını çağırıyor. Hâlbuki çağırdıkları yer uçurumdan başka bir şey değil. Onların çağırdığı tarafa gitse, helak olacak. Arkadaşları onun bir helakete doğru gittiğini görüp olanca güçleriyle “bize gel” diye doğru yola davet ediyorlar.

İşte, vücut sahrasında yol alan ve ebedi saadete namzet olan beşer kervanında yolunu kaybedenler var. Şeytanlar ve şeytan fikirli insanlar, bu şaşkın kimseleri cehennem çukuruna çekmek için her türlü aldatma yollarını deniyorlar. Hak yolun yolcuları ise, bu mütehayyir insanları kurtarmak istiyorlar, hidayete çağırıyorlar.

4-Prangalı Mahkûmlar

Andolsun ki onların çoğunun üzerine azap sözü/hükmü hak olmuştur, artık iman etmezler. Onların boyunlarına demir halkalar/ prangalar geçirdik, o halkalar çenelerine kadar dayanmıştır. Artık onlar başlarını eğemezler. Hem önlerinden bir sed, hem de arkalarından bir sed çektik, kendilerini kuşattık, artık görmezler”39

Bazıları ayetleri o kâfirlerin ahiretteki cezalarını beyan olarak değerlendirmiş, cumhur ise temsil olarak açıklamıştır.40

Ayetler, kâfirlerin küfürde ısrarı, hakka iltifat etmemeleri ve boyun eğmemelerini temsilî bir üslupla anlatmaktadır.41 Ayetlerde iki ayrı temsil getirilmiştir:

1. Elleri boyunlarına bukağılarla bağlanmış insanlar. Bununla küfürde inatları, hakka yönelmemeleri, boyunlarını o tarafa çevirmemeleri anlatılmıştır.

2. Önlerinden ve arkalarından sed çekilip, ne önlerini, ne arkalarını göremeyen insanlar. Bununla da teemmül ve basiretleri olmadığı, Allah’ın ayetlerine nazar etmekten kör oldukları beyan edilmiştir.42

Bunları iki ayrı temsil olarak görmek mümkün olduğu, gibi ikinci temsili birincinin tamamlayıcısı olarak değerlendirmek de mümkündür. Nitekim bu tarzda da yorumlayanlar olmuştur.43

İmana engel olan şeyler ya enfüsi veya afaki, diğer bir ifadeyle öznel veya nesnel’dir. Onların boyunlarına demir halkalar/ prangalar geçirdik enfüsi engeli, Hem önlerinden bir sed, hem de arkalarından bir sed çektik afaki engeli ifade eder.44 Yani, bunlar kendilerini beğenmiş, peygamberlere tabi olmayı gururuna yediremeyen kimselerdir. Peygamberlerin getirdiklerine boyun eğmek yerine dik başlılık ediyorlar. Ayrıca, kendilerine fayda verecek tefekkür kapıları bütünüyle seddedilmiştir. Çünkü iradelerini kötüye kullanırlar, kendi hallerini aşk derecesinde beğenirler.45 Bundan dolayı bakmıyorlar ki görsünler, düşünmüyorlar ki anlasınlar…

Alûsî, önlerindeki ve arkalarındaki sedleri şu açıdan da yorumlar:

Önlerindeki sed, müstakbel akıbetlerini düşünmemeleri, arkalarındaki sed, önceki ümmetlerin haline ibretle bakmamalarıdır.46

Tabir yerindeyse, kâfir kopuktur. Yani, geçmişle ve gelecekle olan bağlarını kesip atmıştır. Geçmiş onun nazarında bir yokluk ülkesi, gelecek ise geniş bir mezardır. O, sadece hazır zamanın dar kıskacı içinde kıvranıp gitmektedir.

Hamdi Yazır, ayetin Onların boyunlarına demir halkalar / prangalar geçirdik kısmını şöyle açıklar: Bu hidayetlerine engel olan enfüsi ve içtimai (sosyal) alışkanlık ve şartların, kendilerinin kesbine bir karşılık halinde tab’ ve ilzamını tasvirdir. Çünkü tomruk ve kelepçe gibi bağlar, ceza aletlerinden olmak itibariyle, cebrî olan fıtriyatı değil, ferdin kesbine terettüp eden cezaî bir ilzamı ifade eder.47

Ayetteki “ağlal”, (prangalar) hem ferdin fıtri kabiliyetini yanlış hedeflere sevk eden bir cemiyet sultasının fena baskılarını, hem de batıl inançlar, çirkin alışkanlıklar, kötü huylar, taklit, taassup, heva gibi küfür ve masiyeti hoşlandırıp imandan kaçındıran fena melekelere ve keyfiyetlere nefislerin alıştırıla alıştırıla değişmez hale getirilmiş olmasını temsildir.48

Şüphesiz cemiyetin insanlar üzerinde müsbet veya menfi bir baskısı vardır. İnsanlar genelde topluma göre şekillenir. Komünist sistemde olduğu gibi, devlet eliyle yürütülen bir dinsizlik eğitimi, ister istemez fertler üzerinde etki göstermektedir. Ayrıca, insanın nefsini alıştıra alıştıra bırakamaz hale geldiği fena huylar da iman etmeye ciddi bir engeldir. Sigara gibi küçük bir âdeti kolay kolay terk edemeyen bir insanın, ömür boyu yapageldiği çirkin şeyleri terk edip, birden imanın güzel dünyasına girivermesi o kadar da kolay değildir. Toplumun kuvvetli bir yaptırım gücü olduğu gibi, nefsin de muazzam bir yaptırım gücü vardır.

Hz. Peygamberin konumundan bahseden şu ayet, bir yönüyle üstteki ayetle alakalıdır:

“O ümmi peygamber onlara marufu emreder, münkeri yasaklar. Temiz şeyleri onlara helal, habis şeyleri haram kılar. Sırtlarından ağır yüklerini ve üzerlerindeki ağlalı (prangalar) indirir atar…”49

Ayette geçen “ağır yükler” ve “ağlal” ifadelerinde istiare vardır.50 Mü’minler peygambere tabi’ olmak suretiyle manevi ağır yüklerden, kendilerini nefsin, hevânın ve şeytanın peşinden sürükleyen zincirlerden kurtulurlar. Zira esir, sadece boynu zincirli kölelerden ibaret değildir. Zahiren hür, ama gerçekte köle nice insan vardır. Öyle anlaşılıyor ki, gerçek hürriyet nefsin, hevânın ve şeytanın esaretinden kurtulmakla mümkündür.

5-Çobanın Koyunları

O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma ve bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Akıl da etmezler.”51

Ayet kâfirin anlayışının azlığını, kötü kabulünü temsil etmektedir. “Onlar düşünme ve anlama yetileri olmayan hayvanlar gibi davranıyorlar. Mana yüklü bu sözler kendilerine sanki içi boş gürültülere benzer bir ses yığınıymışçasına anlamsız geliyordu.”52

Hayvan kendisine seslenildiğinde sesi duyar, ama söyleneni anlamaz.53 Ayette her ne kadar çoban ifadesi geçmese de, genelde tefsirlerde çoban ve sürüsü şeklinde yorum yapılmıştır.54 Hamdi Yazır’ın ifadesiyle “kâfirlerin hali o hayvanın haline benzer ki, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyerek haykırır. Duyup dinlediği kuru ses, çıkardığı yine kuru sestir. Manadan haberi yoktur. Onlar bir takım sağırlar, dilsizler, körlerdir. Hiçbir şey anlamazlar. Sade hay u huy kuru gürültülere, çan sadasına, kaval sesine kulak verirler, haykırırlar.”55

Ayet, Hz. Peygamber ve müşrikler şeklinde de yorumlanmıştır.56 Yani Hz. Peygamber çoban, müşrikler bir sürü gibidir. Hamdi Yazırın ifadesiyle “bunlara söz söyleyecek, hak yola davet edecek olanların hali de o hayvan çobanının haline benzer. O yolda railik etmesi iktiza eyler. Çoban onlara ‘insan gibi yiyiniz, içiniz, yayılınız’ derse anlamazlar. Manasız şeylerle ıslık, düdük çalar, bağırıp çağırarak zecreder, sürer, hay’larsa bir şey duyarlar. İşte kâfirlerin hali de böyledir. Bunlar Allah’tan, peygamberden anlamazlar. Manalı sözleri duymazlar. Çan ve düdük sesleri arkasında dolaşırlar. Bunları işittikleri zaman haykırırlar, höykürürler ve yiyip içmek, yayılmak için yola gelirlerse, zecr ile haykırarak, bağırıp çağırmakla gelirler.”57

Ayetteki Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Akıl da etmezler.” kısmını hem temsil getirilen hayvanlar, hem de kâfirler için anlamak mümkündür. Şöyle ki:

Hayvanlar çobanın sözünü anlamadıklarından sanki sağır, ona söylemek istediklerini söyleyememeleri cihetiyle sanki dilsiz, gördüklerinden mana çıkaramamaları yönüyle de sanki kördürler.

Kâfirler ise, gerçekleri duymadıkları için sağır, hakkı söyleyemedikleri için dilsiz, Allah’ı gösteren tekvinî ayetleri okuyamadıkları için kördürler.

Ayet, işin hakikatini bilmeden kâfirlerin atalar yolundan gitmelerine bir temsil olarak da değerlendirilmiştir.58 Şöyle ki: Bir önceki ayette şöyle denilmektedir:

Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde, ‘hayır, biz atalarımızı ne üzere bulduksa ona uyarız’ derler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez iseler! (Yine mi onlara uyacaklar?)”59

Bu yönden baktığımızda, kâfirlerin inançta körü körüne bir taklit içinde olduklarını görürüz. Günümüz inkârcılarının ileri sürdüğü fikirler, geçmişte aynen veya benzeri bir şekilde dile getirilmiştir.

Kur’ân’da kâfirlerin sağır ve kör olduklarıyla ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetler farklı üsluplarla onların dünyasını anlatmakta, gerçeklere kulak tıkamalarını, görmemelerini beliğ bir tarzda ifade etmektedirler. Mesela:

“İçlerinden seni dinlemeye gelenler de var. Fakat akıl etmemeleri durumunda sağırlara sen mi işittireceksin? İçlerinden sana bakanlar da var. Fakat basiretleri yokken körlere sen mi yol göstereceksin?”60

“De ki: O (Kur’ân) iman edenler için bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise, kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlara karşı bir körlüktür. (Sanki) onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.”61

Malumdur ki, uzaktan çağrılan kimse duymaz. Duysa da anlamaz. Bunlar da öyledirler.62 Hakkı kabul etmemeleri ve dinlememeleri, uzak mesafeden çağrılan kişiyle temsil edilmiştir.63

“Onların gözleri beni hatırlatan ayetlerimden bir perde içinde idi, işitmeye de tahammül edemiyorlardı.”64

Ayette anlatılan kâfirlerin gözlerinin perdeli olması, hakkı kabulden şiddetle kaçınmalarını ifade eder.65

6-Hayvandan da Aşağı

Yoksa onların çoğunu işitirler veya akıl ederler mi zannediyorsun? Onlar sırf hayvan gibi, hatta gidişçe daha sapkındırlar.”66

Ayette kâfirler önce hayvana benzetilmiş, ardından ise hayvandan daha aşağı oldukları ifade edilmiştir. Çünkü hayvan çobanına itaat eder, kendine iyilik edeni kötülük edenden ayırır. Fayda verecek yere varır, zarar verecek şeyden kaçınır. Bunlar ise, Rab’lerine itaat etmiyorlar. Onun iyiliğini, şeytanın kötülüğünden ayırmıyorlar. En büyük fayda olan sevaba talip olmuyor, en şiddetli zarar olan uhrevi cezadan kaçınmıyorlar.67

Ayrıca, hayvanlar kâfirlerin hilafına, hakka itikat etmeseler ve bir hayır kazanmasalar bile, hiç olmazsa batıla inanmaz, şer kazanmazlar.

Keza, hayvanların cehaleti kimseye zarar vermez. Bunların cehaleti ise, fitneyi dalgalandırır, insanları haktan alıkoymaya sebep olur.68

Keza, mükemmeli aramaya kabiliyetleri olmadığından dolayı hayvanlar mazurdurlar. Bunlar ise mazur olamazlar. Dolayısıyla en büyük cezaya layıktırlar.69

Ayrıca, hayvanlar

“Hiçbir şey yoktur ki hamd ile O’nu tesbih etmesin.”70

Ve “Görmedin mi, göklerde ve yerdeki kimseler, o kanat çırpıp süzülen, dizilen kuşlar hep Allah’a tesbih ediyorlar. Bunların her biri salatını ve tesbihini bilmiştir.”71 gibi ayetlerin ifade ettiği üzere, Allah’a tesbih eder. Kâfirlerde ise tesbih yoktur.72

Şu ayetler de, kâfirlerin hayvanî hayat mertebelerini ifade eder:

“Kâfirler zevk etmeye bakarlar ve hayvanlar gibi yerler…”73

Bu ayetle, kâfirlerin hayvana benzeme yönlerinden en mühim ikisine dikkat çekilmiştir:

– Zevki peşinde koşmak.

– Düşünmeden yemek.

Hayvan, kesileceğinden gafil bir şekilde otlar, zevkine bakar.74 Hedonist bir hayat felsefesine sahip kâfirler de böyle bir hayat yaşarlar.

“Dabbelerin Allah nezdinde en kötüsü, akletmeyen o sağırlar, dilsizlerdir”75

Ayet metninde geçen “devâbb” kelimesi, “dabbe”nin çoğuludur. Dabbe ise, yeryüzünde hareket eden her canlı için kullanılır. Hayvanlarda kullanımı daha meşhurdur.76

7-Bataklıkta Oynayanlar

Allah! de, sonra bırak onları daldıkları batakta oynayıp dursunlar!” 77

Bu ayette, kâfirler bataklıkta oynayan kimselere benzetilmiştir.

-“Şimdi sen onları bir vakte kadar ğamreleri içinde bırak.”78

Ayette geçen “ğamre” kelimesi boyu aşan su anlamındadır.79 Cehalet ve körlüklerine mesel olarak zikredilmiştir.80 Veya suya girip oynayanlara benzetilmişlerdir.81 Çünkü kâfirler şu dünya hayatını gafilce oyunlarla geçirip vakitlerini boşa harcamaktadırlar. “Bırak onları ğamreleri (gafletleri içinde) ifadesi, “bırak ne halleri varsa görsünler” tarzında bir teselli cümlesidir.82 Çünkü başta Hz. Peygamber olmak üzere hak ve hakikatin tebliğcisi durumunda olan kimseler, gaflet içerisinde yüzen kimseleri gördükçe, onların ebedi hayatı hesabına rahatsız olurlar. İşte, bilerek küfrü tercih eden ve inatla küfürde ısrar edenlere üzülmemek için taraf-ı İlahiden böyle bir teselli verilmiştir.

Kâfir, hatalarla, günahlarla dolu bir hayat yaşar. Kur’ân bunu şöyle anlatır:

Kim bir fenalık yapmış da, günahı kendisini her taraftan kuşatmışsa, işte onlar ashab-ı nardır (ateş ehlidirler.)”83

Ayet, istiare yoluyla hataların kişiyi kuşatmasını anlatır. Hatalar düşman ordusuna benzetilmiştir. Bu ordu, bileziğin bileği kuşatması gibi, her taraftan o kavmi sarmıştır.84

Günahların kişiyi ihata etmesi, yaptığı kötü işlerin onun bilincini sarması, kendisinin o günahları içinde tutuklu kalmasıdır. O kişi kendisini tam özgür sanır, ama gerçekte şehvetlerinin tutsağı, günahlarının mahpusudur. Manevi karanlıklar içinde tutukludur.”85

8-Aslandan Kaçan Yaban Eşekleri

Onlara ne oluyor ki o öğütten yüz çeviriyorlar. Sanki onlar aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” 86

Mü’minler bir öğüt olan Kur’ân’ı dinlemekten son derece zevk alırlar. Kâfirler ise, onu duyunca rahatsız olurlar. Aslanı görüp ürken ve ondan kaçan yaban eşekleri gibi, ürküp kaçarlar.

Ayette kâfirler için son derece bir zem vardır. Çünkü öğütten kaçmakla, saadet ve hayatlarına vesile olacak hidayetten kaçmış oluyorlar.87

Yaban eşeklerinin kaçmaları bir çaresizlik olmakla beraber, yine tehlikeden kaçmaktır. Onda bir halas, bir fayda beklenir. Öğütten kaçan bu kâfirler ise, tehlikeden değil, kurtuluştan ve kurtarıcıdan kaçıyorlar, faydalarını bırakıp helake koşuyorlar.88

Kur’ân-ı Kerim’in “o kâfirler davete icabetten şiddetle ürküyorlar” demeyip böyle bir üslupla anlatması, daha etkili ve daha kalıcı bir anlatım özelliğidir.89

1 Bakara, 165

2 Bkz. Yazır, I, 572- 573

3 İbn Manzur, I, 685-686

4 İbn Mace, Mukaddime, 10

5 Bakara, 7

6 Zemahşeri, I, 155-156; Beydâvî, 1, 22; Ebussuud, I, 37; Alûsî, I, 132; Sabunî, I, 33. Ayrıca bkz. İbn Manzur, XII, 163

7 Muhammed, 24

8 Sabunî, III, 215

9 Râzî, XXVIII, 66

10 Alûsî, XXVI, 74

11 En’am, 25

12 Alûsî, VII, 125; Sabunî, I, 387

13 Ebussuud, III, 121

14 Mutaffifin, 14

15 İbn Manzur, XIII, 192

16 Bkz. İbn Mace, Zühd, 29; İbn Hanbel, II, 297

17 Hakim Tirmizi, s. 120

18 A’raf, 101

19 Yazır, III, 2222

20 İbn Manzur, VIII, 232

21 Bakara, 88

22 Hacc, 46

23 Nur, 40

24 Ebu Zehra, s. 244

25 Kurtubi, XII, 188

26 Bkz. İbn Kayyim, Emsal, s. 198

27 Râzî, XXIV, 8

28 Râzî, XXIV, 8; Kurtubi, XII, 188

29 Gazali, Mişkat, s. 172- 173

30 Hacc, 31

31 Kutub, Kur’ân’da Edebi Tasvir, s. 60

32 Beydâvî, II, 88; Ebusssuud, VI, 105; Alûsî, XVII, 149

33 Yazır, V, 3403

34 Bkz. Alûsî, XVII, 149

35 Zemahşeri, III, 12-13; İbn Kayyim, Emsal, s. 246- 247

36 Râzî, XXIII, 32

37 En’am, 71

38 Zemahşeri, II, 28

39 Yasin, 7-9

40 Yazır, VI, 4010

41 Bursevi, VII, 371; Beydâvî, II, 278

42 Zemahşeri, III, 315

43 Ebussuud, VII, 160

44 Râzî, XXVI, 45

45 Alûsî, XXII, 216

46 Alûsî, XXII, 216

47 Yazır, VI, 4010

48 Yazır, VI, 4010

49 A’raf, 157

50 Alûsî, IX, 81; Sabunî, I, 480

51 Bakara, 171

52 Dücane Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’ân, Tibyan Yay. İst. 1995, s. 100

53 Taberi, II, 109

54 Taberi, II, 113; Ebussuud, I, 190; İbn Kayyim, İ’lam, I, 140.

55 Yazır, I, 587

56 Râzî, V, 8; İbn Kayyim, Emsal, s. 251-252; Kurtubi, II, 144

57 Yazır, I, 587

58 Beydâvî, I, 100

59 Bakara, 170

60 Yunus, 42-43

61 Fussilet, 44

62 Râzî, XXVII, 134

63 Zemahşeri, III, 456; Beydâvî, II, 355; Kurtubi, XV, 241

64 Kehf, 101

65 Râzî, XXI, 173; Sabunî, II, 209

66 Furkan, 44

67 Zemahşeri, III, 94; Beydâvî, II, 142-143

68 Beydâvî, II, 142-143

69 Kurtubi, XIII, 26

70 İsra, 44.

71 Nur, 41

72 Râzî, XXIV, 87

73 Muhammed, 12

74 Zemahşeri, III, 532; Alûsî, XXVI, 46

75 Enfal, 22

76 İsfehani, s. 306

77 En’am, 91. Ayrıca bkz. Tur, 11-12

78 Mü’minun, 54

79 İbn Manzur, V, 29; Zemahşeri, III, 34; Sabunî, II, 315

80 Zemahşeri, III, 34; Sabunî, II, 315

81 Alûsî, XVIII, 42

82 Ateş, IV, 1767

83 Bakara, 81

84 Sabunî, I, 73

85 Ateş, I, 170

86 Müddessir, 49-51

87 İbn Kayyim, İ’lam, I, 127

88 Bkz. Yazır, VIII, 5467-5468

89 Bkz. Kutub, Kur’ân’da Edebi Tasvir, s. 345

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir