Bu bölümde, Kur’ân-ı Kerimin âlemdeki varlıklardan bahsederken ne gibi teşbih ve temsiller kullandığı ve dünyanın mahiyetini bize temsillerle nasıl anlattığı ele alınacaktır.
Kur’ân-ı Kerim, kâinattaki varlıklardan bahsederken yer yer teşbih ve temsiller kullanır. Bu teşbih ve temsiller, ifadeye bir renklilik, bir hareketlilik kazandırır. Muhatabın hayali, bunlarla harekete geçer, birden farklı bir boyuttan kâinata bakmaya başlar. Mesela, yaratılıştan bahseden şu ayete bakalım:
“Sonra (Allah) bir duman halinde olan semaya yöneldi de ona ve arza ‘ikiniz de ister istemez gelin’ dedi. Onlar, ‘isteyerek geldik’” dediler.”1
Ayet, Cenab-ı Hakk’ın sema ve arzda kudretinin tesirini ve onların da bu kudrete itaatlerini tasvir etmektedir. “Kün feyekun” (ol der ve olur)2 tarzında, itaatkâr bir memurun, amirine hemen icabet etmesi gibi, gök ve yerin Allah’ın nafiz iradesine boğun eğmeleri anlatılmaktadır.3 Bu anlatım üslubu içinde, sema ve arz emre âmâde iki nefer olarak karşımızda arz-ı endam etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın “ikiniz de ister istemez gelin” deyişinde “isterseniz gelmeyebilirsiniz” manası yoktur. Bu ifade, “isteseniz de, istemeseniz de” manasındadır. Sema ve arzın “isteyerek geldik” demeleri ise varlık nimetinin büyüklüğünü gösterir. Aç bir insan sofraya davet edildiğinde severek geldiği gibi, sema ve arz dahi, varlık alanına davet edildiklerinde -tabir caizse- koşarak gelmişlerdir.
Şimdi, Kur’ân’ın kâinattan bahseden bazı ayetlerini teşbih ve temsil yönünden değerlendirmeye çalışalım:
1-Uzatılan Gölge
“Görmedin mi, Rabbin gölgeyi nasıl uzattı? Dileseydi onu sakin kılardı. Sonra, nasıl güneşi ona delil yaptık? Sonra nasıl tutup onu azar azar kendimize almaktayız.”4
Zıll, halis ziya ile halis zulmet arasında orta bir durumdur. Tan yeri ağarmasından güneşin doğuşuna kadar her taraf gölge ile kaplıdır. İnsanın tabiatı karanlıktan hoşlanmaz, nefret eder. Güneşten feyezan eden halis ziya ise, kuvveti ile gözü kamaştırır. Ayrıca yakıcıdır, insanı rahatsız eder. O halde zıll, en hoş bir durumdur.5 Sema üzerimizde bir gölge gibi durmakta, bütün âlem İlahi himaye sayesinde (yani O’nun zıllinde) ayakta kalmaktadır.6
İşarî bir mana ile bütün âlemi bir zıll (gölge) olarak da görebiliriz.7 Zira gölge, asıldan haber verir. Aslın olmadığı yerde gölge de yoktur.
Hamdi Yazır, “gölgenin uzatılması” (medd-i zıll) manasından şu ince istihraçta bulunur: Med, “çekip uzatmak, mekânda veya zamanda imtidad ve inbisat vermek veya doğrudan mümted olarak yaratmak” manalarını ifade eder. Rü’yet karinesiyle (yani ayetin “Görmedin mi?” demesinden hareketle) gölgenin uzatılması, cisimlerin hayalleriyle uzak mesafelerden göze verilmesi manasına da hamlolunabilir.8 Bir gölge olan suretlerin nakli bu türden bir olaydır.
2-Güneş Lambası
“(Allah) ay’ı semada bir nur, güneşi bir lamba kıldı. Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirdi. Sonra sizi oraya geri döndürecek ve bir çıkarışla sizi oradan çıkaracaktır. Allah, yeryüzünü size bir sergi yaptı.“9
Ayetler Hz. Nuh’un kavmine Allah’ı anlatışından bir bölümdür. Bu ifadeler, muhatabı engin manalara sevkedecek kuvvet ve belağattedir. Ay, gecenin sultanı, güneş gündüzün sultanıdır.10 Ayet, beliğ bir teşbihle ay’ı bir nur, güneşi bir lamba olarak göstermiştir.11 Arzın bir sergi yapılması da yine beliğ bir teşbihtir.12 Bu teşbihler ile, arz bir hane, gökyüzü bu haneye tavan, ay ve güneş bu tavana asılı birer lamba, yeryüzü rengarenk bir halı şeklinde hayale engin ufuklar açmaktadır. Şu ayet de benzeri bir manayı ifade eder:
“Ne yücedir O zat ki, semada burçlar yarattı, onların içinde bir lamba ve nurlu bir ay kıldı.”13
Ayette geçen “burçlar”, “yüksek köşkler” anlamındadır. Çünkü o yıldızlar, sakinleri için birer menzil durumundadır.14 “Büruc” şeklinde nekra yani belirsiz gelmesi, hakikatleri ve sayıları bizce tam bilinmediğindendir. Arz haritasında şehirler ve şehir haritasında yüksek binalar nasılsa, sema haritasında da burçlar öyledir.15
“Büruc” (yüksek köşkler) kelimesiyle, kandillerle sema heyetinde yüksek bir şehrin, bir medeniyetin dilnişin manzarası ifade edilmiş, böyle yüksek bir sosyal manzaraya yükselmek hissi telkin olunmuştur.16 Ayette geçen “sirac” (lamba) ifadesiyle ise güneş kastedilmiştir.17
3-Arz Beşiği
“(Allah) arzı sizin için bir beşik yaptı.”18
Beşik, çocuk için rahat yeri olduğu gibi, arz da içindeki konfor dolayısıyla insanlar için bir beşiğe benzetilmiştir.19
Benzeri bir mana, şu ayette ifade edilir:20 “Allah arzı sizin için bir döşek kıldı.”21 Arz, insanlar için atmosfer içinde böyle döşenmiş bir döşek gibidir. Evvela bu döşek hazırlanmış, beşer bu döşekte doğmuştur.22
Arz bir beşik olunca, arzın sakinlerinin de son derece aciz, inayete muhtaç bebekler durumunda olması gerekir. Gerçekten de öyledir. Dünyaya geldiğinde annesinin sinesinde sütü hazır bulan insan, hayatı boyunca da bitkiler ve hayvanlar memelerinden en güzel gıdalarla beslenerek hayatını devam ettirmektedir.
4-Hazineli Direkler
“… Dağları birer kazık / direk yaptık.”23
Dağların birer kazık, birer direk yapılması, arz döşeğinin bunlarla sebat bulduğunu, eğer dağlar kaldırılıvermiş olsa o döşekte ikamet ve huzurun ortadan kalkacağına işaret eder.24
Said Nursî, farklı konumdaki insanların ayetten kendi durumlarına göre bir mana hissedeceklerine dikkat çeker. Şöyle ki:
“Dağları birer kazık / direk yaptık” ifadesini duyan bir şair, zemini bir taban, gök kubbe bu taban üzerinde elektrik lambalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır, ufkî bir daire suretinde ve semanın etekleri başında görünen dağları o çadırın kazıkları misalinde hayal eder.
Çadır hayatı yaşayan bir edib, zeminin yüzünü bir çöl, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevi çadırları gibi, güya toprak tabakası yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o toprak perdesini yukarıya kaldırmış, birbirine bakar çok muhtelif mahlûkatın meskeni olarak tasavvur eder.
Coğrafyacı bir edib, dünyayı hava veya esir okyanusunda yüzen bir gemi ve dağları o geminin üstünde tesbit ve denge için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder.
Bir jeoloji uzmanı ise ayetten şöyle ders alır: Zemin bir hane ve o hane hayatının direği canlıların hayatıdır. Canlıların hayatının direği ise, hayat için gerekli olan su, hava ve topraktır. Bunların da direği ve kazığı dağlardır. Zira dağlar suyun mahzeni, havanın tarağıdır, Yani, ondaki zararlı gazları, tortulaştırıp havayı süzer. Ayrıca toprağın hamisidir, bataklıktan ve denizin istilasından korur. Bunlara ilave olarak, insan hayatının diğer levazımatının hazinesidir.
Bir tabiat bilimci ise, şöyle anlar: Zemin küresinin karnında olan bazı inkılaplar ve imtizaçların neticesi olarak meydana gelen zelzele ve sarsıntılar, dağların zuhuruyla sükûnet bulur. Dünyanın yörüngesindeki istikrarına ve sarsıntıyla yörüngesinden çıkmamasına sebep, yanardağların hurucudur. Zeminin hiddeti ve gadabı, dağların menfezleriyle teneffüs eder, sükûnet bulur.25
Farklı konumdaki insanların aynı ayetten farklı bir hisse almaları, yüksekten akan bir şelaleye bakan değişik insanların farklı şeyler hissetmeleri gibidir. Mesela bir ressam böyle muhteşem bir manzara karşısında o hali tablolaştırmak ister. Bir şair, o coşku ile manzum bir şeyler yazar. Bir çiftçi, böyle bir suyu tarlasına çevirebilse verimin ne kadar artacağını hesaplar. Bir baraj mühendisi ise, bu çağlayan önünde yapılacak bir barajla, çevrenin hem sulama, hem aydınlatma projelerini yapmaya başlar.
5-Gece Elbisesi
“O (Allah) ki geceyi sizin için bir libas, uykuyu bir tatil ve gündüzü de nüşur (yeni bir hayat) kıldı.”26
Ayet geceyi bir elbiseye benzetmektedir.27 Elbise insanı bürüdüğü gibi, gece dahi karanlığıyla insanı örter.28 Geceleyin uyumak ve sabah olduğunda uyanmak, ölümün ve ölümden sonra tekrar dirilişin birer numunesidir. Anlatılır ki, Hz. Lokman oğluna şöyle demiş: “Yavrum, uyuduğun gibi ölecek, uyandırıldığın gibi diriltileceksin.”29
Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şöyle der: “Arzın gölgesi olan geceyi, bedeni örten elbise gibi üzerinize bir örtü yaptı. Uykuyu âdeta bir ölüm, gündüzü de yeniden bir hayata kalkış, bir ‘ba’sü ba’de’l-mevt: ölümden sonra diriliş’ kıldı. Geceleyin rahat döşeğinde tatil-i faaliyet ederek, “O (Allah) ki, geceleri sizi vefat ettirir”30 medlulünce ölmüş bulunanlar, sabahleyin o gölge kabzolunurken uyanıp hareket ve intişara başlar, yeni bir hayata atılırlar.”31
Gecenin bir elbiseye benzetilmesine Hamdi Yazır’ın şu ifadeleriyle de bakabiliriz:
Nasıl ki elbise insanın ayıp ve kusur yerlerini örtmek, sıcaktan-soğuktan, haşerelerden korumak gibi bir takım faideleri haiz ise, gece de karanlığıyla başkalarından, düşmandan, yırtıcı hayvanlardan gizlenmek ve uyarıcı veya gammaz olan ziyanın ihtizazlarından saklamak ve aynı zamanda açıktan erilemeyecek bir takım maksatlara ermek için bir pusu hizmeti görmek gibi nice faideleri haizdir.32
6-Nefes Alan Sabah
“Yöneldiği dem o geceye ve nefes aldığı dem o sabaha yemin ederim ki, muhakkak o (Kur’ân), kerim bir elçinin getirdiği kelamdır.”33
Cenab-ı Hak, bitmeye yönelen geceye ve rahat bir nefes alan sabaha yemin ederek, Kur’ân’ın kerim bir elçinin getirdiği kelam olduğunu haşmetli bir üslupla beyan etmektedir. Teneffüs peşpeşe nefes almaktır. Tanyeri ağarırken ışığın art arda gelişi, nefes alan bir insana benzetilmiştir.34 Sabah, sıkıntıdan kurtulan bir insan misali, gecenin koyu karanlığından kurtulmuş, rahat nefes almaktadır.35
Zemahşeri’nin dediği gibi, sabah tatlı bir rüzgârla gelir.36 Gece, sanki mahzun, kederli, hareketsiz duran bir şahıstır. Kalbi hüzünle dolu, ancak nefes alınca rahat bulacaktır. İşte, sabah olduğunda, sanki bu hüzünden kurtulmaktadır.37
Veya sabah sanki uzun bir yoldan gelmiş, yorulmuş nefes almaktadır.38
Veya gündüz, gecenin her tarafı kaplamasıyla dertli bir insana benzer. Böyle bir dertli, nefes almakla rahat bulduğu gibi, sabah da karanlıktan kurtularak halas bulmaktadır.39
Veya gündüzü bürüyen gece, sanki onu öldürmüş, defnetmiş. Sabahın ilk ışıkları ise, hayata delalet eden nefes almaya benziyor.40
7-Giden Dağlar
“Dağları görür de onları camit (yerlerinde sabit) sanırsın. Hâlbuki onlar bulut gibi geçip gider.”41
Kur’ân-ı Kerim’in bu tür ifadelerinde cansız varlıklar hareketlilik kazanır. Muhatabın hayali de, ifadeler doğrultusunda harekete geçer. Ayette beliğ bir teşbih vardır.42
Dağlar, zahir nazarda hareketsiz görülür. Gerçekte ise hareketlidirler. Eğer onlar hareketli ise, onların oturduğu arz da hareketli demektir.43 Yani, ayet aynı zamanda dünyanın hareketine işaret etmektedir.
8-Müjdeci Rüzgârlar
“O (Allah) ki rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgârları gönderdi. Gökten de tertemiz bir su indirdik. Ta ki biz o suyla ölü bir beldeyi canlandıralım ve yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım.”44
Ayet-i Kerime, rüzgâr ve yağmurdan bahsetmekte; ilahi rahmetin bir tecellisi olan yağmurla ölü bir beldenin hayata kavuşması ve bu su ile nice canlıların ve insanların istifade etmelerini nazara vermektedir.
Ayette “yağmur” yerine “rahmet” denilmesi dikkat çekici bir istiaredir. 45 Hamdi Yazır’a göre, böyle denilmesi,
– Felaket tufanı teşkil eden yağmurlardan ihtiraz,
– Mazmununun diğer nimetleri dahi şümulünü iş’ar içindir. Zira rahmet yağmurdan daha umumidir. Yalnız hava cereyanlarından ibaret olan rüzgârların değil, gaflet uykusundan uyandıran İlahi hareketler, fikrî ve sosyal akımlar dahi ilahi rahmetin müjdecileri, naşirleridirler… İlahi rahmet durgun havada gelmez. Önünde gönderilen rüzgârların müjdesiyle gelir ve onların intişar derecesine göre intişar eder, yayılır.46
Alûsî, işarî bir mana olarak şunu ifade eder: Cenab-ı Hak tecelliyat ve keşif rahmetinin öncüsü olarak, Hak dostlarının kalplerine iştiyak rüzgârlarını gönderir. Kerem semasından irfan ab-ı hayatı indirir. Bununla, ölü kalpleri diriltir.47
Ayet mealinde “müjdeci” şeklinde ifade edilen kelime, ayetin metninde “büşran” olarak geçer. Bu kelime, “nüşran” şeklinde de okunabilmektedir. O zaman “neşredici, yayıcı” manasını ifade eder.48
9-Dağ Gibi Gemiler
“Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler onundur.”49
Denizde gemiler, karadaki dağları hatırlatır.50
“Dağlar gibi” şeklinde mealini verdiğimiz kısım, ayetin metninde “ke’l-e’lam” olarak geçer. Bu ifade, bayrak ve alamet manasını da ima edebilir. Böylece ayet, sema deryasında yüzüp duran bütün gök cisimlerinin Allah u Teâla’nın kudret alametlerinden olarak, denizde akan gemiler gibi akıp gitmekte bulunduklarını ifadeye müsaittir. Bu suretle, peşinde gelen “onun üzerindeki herkes fani”51 ayetine de bir girizgâh olmuş olur.52 Yani “gerek o gemidekiler, gerek diğerleri, hepsi de su üzerindeki o “münşeat-ı câriye” (akıp gidenler) gibi akıp akıp fenaya gidecekler, öleceklerdir.”53
10-Eski Hurma Dalı
“Aya da hurmanın eskimiş dalı haline gelinceye kadar menziller takdir ettik.”54
Güneşin devamlı sabit bir manzarası varken, ay devamlı değişkendir. İnce bir hilal olarak görülmekte, gittikçe kalınlaşıp dolunay haline gelmekte ve sonunda yine hilal şeklini almaktadır. Ayet-i Kerime, ayın menzillerinden bahisle, onun hilal halindeki durumunu hurmanın eskimiş beyaz bir dalına benzetmektedir.
Zemahşeri’ye göre hilal halindeki ay, üç cihetle yaşlı eski hurma dalına benzer: Hurmanın eski dalı incelir, kıvrılır ve sararır. Hilal halindeki ayın durumu da böyledir.55
Hamdi Yazır, ayetin yorumunda şu ince nükteye temas eder: Bu teşbih pek bediidir. Zannedildiği gibi hilalin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor, ayın o menzillerde giderken arz etrafında bir ayda katettiği yörüngenin bir mürtesemini de göstermiş oluyor.56 Yani, ayın dünya etrafında bir ayda çizdiği yörünge, şekil olarak “hurmanın eskimiş beyaz bir dalı” teşbihinde anlatılan bir görüntü göstermektedir.
Bu ayetle ilgili olarak, işarî tefsir ekolünün en güçlü simalarından Bursevi’nin kaydettiği bir manaya dikkat çekmek istiyoruz:
Bazı zatlar şems (güneş) gibi, bazıları da kamer (ay) gibidir. Şems gibi olanlar daima marifet ziyası neşrederler. Bunlar, sahib-i temkin kimseler olup, gayr-ı mütelevvindirler. Yani renkten renge, şekilden şekle girmezler. Ne küsuf bunlara arız olur, ne de bir perde. Kamer-vari olanlar ise, bir halden bir başka hale intikal eder dururlar. Sahib-i telvindirler, yani bir kararları yoktur, renkten renge girerler. Dolunay misali kemale erdikleri de olur, hilal misali inceldikleri de.57
1 Fussilet, 11
2 Mesela bkz. Bakara, 117; Âl-i İmran, 47-59; En’am, 73
3 Zemahşeri, III, 445; Beydâvî, II, 350; Sabunî, III, 129
4 Furkan, 45-46
5 Râzî, XXIV, 88. Ayrıca bkz. Ebussuud, VI, 222; Alûsî, XIX, 26; Yazır, V, 3595 – 3596
6 Yazır, V, 3596
7 Bursevi, VI, 221; Yazır, V, 3596
8 Yazır, V, 3596
9 Nuh, 16-19
10 Râzî, XVII, 36
11 Alûsî, XXIX, 75
12 Alûsî, XXIX, 76
13 Furkan, 61
14 Zemahşeri, III, 98; Râzî, XXIV, 106
15 Yazır, V, 3608-3609
16 Yazır V, 3610
17 Zemahşeri, III, 98; Râzî XXIV, 106; Beydâvî, II; 146; Alûsî, XIX, 41
18 Taha, 53 ve Zuhruf, 10
19 Zemahşeri II, 541; Râzî, XXVII, 196; Beydâvî, II, 49; Ebussuud, VI, 21; Sabunî, III, 168
20 Alûsî, I, 187 ve XXX, 6
21 Bakara, 22
22 Yazır, VII, 5531
23 Nebe, 7-10
24 Yazır, VIII, 5531-5532
25 Bkz. Nursî, Sözler, s. 363-364
26 Furkan, 47
27 Bursevi, VI, 222; Sabunî, II, 368
28 Beydâvî, II, 143; Kurtubi, XIII, 27
29 Zemahşeri, III, 94-95
30 En’am, 60
31 Yazır, V, 3598
32 Yazır, VIII, 5536
33 Tekvir, 17-19
34 Süyûti, II, 781; Zerkeşi, III, 435
35 Subhi Salih, s. 324
36 Zemahşeri, IV, 224
37 Râzî, XXXI, 72
38 Alûsî, XXX, 59
39 Alûsî, XXX, 59.
40 Alûsî, XXX, 59.
41 Neml 88
42 Sabunî, II, 422
43 Ateş, IV, 1922
44 Furkan, 48-49
45 Zemahşeri III, 95; Alûsî, XIX, 30
46 Yazır, V, 3599
47 Alûsî, XIX, 56
48 Beydâvî, II, 143
49 Rahman, 24
50 Kurtubi, XVII, 107
51 Rahman, 26
52 Yazır, VII, 4673
53 Yazır, VII, 4675-4676
54 Yasın, 39
55 Zemahşeri, III, 323; Bursevi, VII, 399
56 Yazır, VI, 4031
57 Bursevi, VII, 399-400
