Kur’an, ölümün gaybî bir yönünü şöyle anlatır: “Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.”1
Necip Fazıl, bu çerçevede şöyle der:
“Büyük randevu… Bilsem nerede, saat kaçta?
Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?”
Anlatılır ki, bir gün bir adam Hz. Süleyman’ın huzuruna girdi. Yüzü sararmış, dudakları morarmış, tir tir titriyordu. Hz. Süleyman, “Ne oldu sana, nedir bu halin?” dedi
Adam soluk soluğa cevap verdi:
“Azrail’i gördüm, dikkatle bana baktı. Rüzgâra emretsen de beni Hindistan’a götürse. Belki bu şekilde Azrail’den kurtulurum.”
Hz. Süleyman rüzgâra emretti, rüzgâr da adamı Hindistan’da bir adaya götürdü.
Ertesi gün Hz. Süleyman divan vakti halkı kabule başlayınca Azrail çıkageldi. Hz. Süleyman bir gün önce olanları hatırlayıp sordu:
“Dün bana bir adam geldi, kendisine dikkatle baktığını söyledi, bunun sebebi nedir?”
Azrail, şöyle cevap verdi:
“Cenab-ı Hak bana “Git falan kulumun canını Hindistan’da al” diye emretmişti. Adamı burada görünce şaşırdım. ‘Bu adamın yüz tane kanadı olsa yine de Hindistan’a gidemez.’ diye düşündüm. O yüzden kendisine dikkatle baktım, fakat Hindistan’a gidince adamı orada görüp görevimi tamamladım.”
1 Lukman, 34
