1990 lı yılların başında Erzurum’da doktora öğrencisi iken ateist bir hukukçu ile dinî konularda bir tartışmamız olmuştu.
Derken söz dönüp dolaştı, ölüm konusuna geldi. Tartıştığım zat “aman dedi, o tatsız konuya hiç girmeyelim.”
Kendisine “niye” diye sorunca, “ölüm çok soğuk bir olay, hayal etmek bile istemiyorum” cevabını verdi.
Bunun üzerine şöyle dedim: “Biz ölümü unutsak bile o bizi asla unutmayacak, bir gün gelip bizi bu güzel dünyadan ayıracak. Ama ölüme çare varsa onu araştırmak gerekir ve ben ölüme çareyi biliyorum.”
Muhatabım hayli şaşırmıştı, “var mı ölüme çare?” diye sordu.
“Evet, var dedim. Allaha iman ve ahirete iman ölüme çaredir. Allaha inanan biri kendini bu dünyada bir misafir olarak görür. Ölümle bu misafirhaneden alınacak, Rahmanın bir başka misafirhanesine gönderilecektir. Bunu “kabir tüneli” misaliyle daha iyi anlayabiliriz. Tünele dıştan baktığımızda içine giren arabaları yuttuğunu zannederiz. Ama arabalar tünelin diğer ucundan çıkmakta, yollarına devam etmektedirler. Bizler yokluk karanlıklarından bu âleme gönderildik. Ana rahminde dokuz ay kaldık, sonra bu güzelim dünyaya gözlerimizi açtık. Bu dünyayı da terk edeceğiz, ardından “ahiret” denilen ebediyet diyarına gideceğiz. Böylece hayat güneşimiz artık hiç batmayacak, ebediyet kazanacak.”
Muhatabım hayli rahatlamıştı. Artık ölümden korkmuyordu…
Bu çalışmamızda hemen her insanın en büyük meselesi olan ölüm konusu çeşitli yönleriyle ele alınacaktır.
Faydalı olması dileğiyle…
Şadi Eren
