“Senden, bilirim yok bana bir fâide ey gül.
Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül.”
Nevres-i Kadîm
Tevriye, iki manalı bir sözün uzak manasını kastetmektir. Konunun en meşhur örneklerinden biri, Nef’inin şu dörtlüğüdür:
“Bize Tahir Efendi kelp demiş.
İltifatı bu sözle zahirdir.
Maliki mezhebim benim zira.
İtikadımca kelp tahirdir.”
Yani, “Tahir Efendi bize köpek demiş. Aslında bu sözle iltifat etmiş. Zira ben Mâlîki mezhebindenim. Mezhebime göre köpek tahirdir.”
Son mısra “köpek temizdir” anlamına geldiği gibi, “köpek, Tahir Efendidir” anlamı da taşır.
Van Vâlisi Tahir Paşa, Said Nursiye köpeğin tahir olup olmadığını sorar. Said Nursi üstteki şiire göndermede bulunacak şekilde şu latif cevabı verir:
“Kelp, tahirdir. Fakat Tahir, kelp değildir.”1
Mesnevî Şarihi Tahirü’l-Mevlevi, Kuleli Askeri Lisesinde edebiyat öğretmeni iken Sadık isimli aynı okulun öğretmenlerinden biri zaman zaman kendisine, “Kelp tahir mi değil mi?” diye takılmakta, Tahirü’l- Mevlevi ise nezaketli bir şekilde geçiştirmektedir. Yine bir gün Sadık Bey, “Yahu hoca, der, kelbin tahir olup olmadığı hâla açıklık kazanmadı mı?” Tahiru’l- Mevlevî artık dayanamaz ve şu cevabı verir:
“Kelbin tahir olup olmadığı hâlâ tartışılıyor, ama Sadık olduğunda hiç şüphe yoktur!”
Keçecizâde İzzet Molla, Osmanlının son zamanlarında sürekli kazan kaldırdığı (isyan ettiği) için 1826 yılında kaldırılan Yeniçeri ocağı hakkında şöyle der:
“Koyup kaldırmadan ikide birde.
Kazan devrildi, söndürdü ocağı.”2
Burada geçen “Ocak”, ateş yakılan yer ve Yeniçeri Ocağı anlamlarında kullanılmıştır.
Bu tarz tevriyeli ifadeler birer belâğat nüktesi olduğu gibi, zor anlarda da Hızır misali insanın imdadına yetişebilir. Mesela, zalim birisi hakkında “Onu nasıl bilirsin?” diye sorulduğunda, zalimliğini doğrudan söylemek o an için münasip değilse, “iyi bilirim” diye geçiştirilebilir. Muhatap sözü ilk anlamında anlarken, söyleyen “Nasıl zalim olduğunu iyi bilirim” manasını kastederek yalan söylemekten kurtulur.
Hüsnî’nin şu beytinde güzel bir tevriye vardır:
“Sordum nigârı, dediler ‘ahbab,
Semt-i vefada doğru yoldadır.”
Yani, yârimi sordum. Vefa semtinde doğru yolda olduğunu söylediler.
Beyitte “semt-i vefa ve doğru yol” tevriyeli kullanılmıştır. Bunların ilk anlamı İstanbul’daki Vefa semti ve Doğruyol Caddesidir. Hâlbuki kastedilen mana, sevgilinin vefa ve iffet sahibi olmasıdır.3
Şairler şiirlerinin son beyitlerinde, genelde tevriyeli bir şekilde kendi isim veya mahlaslarına işarette bulunurlar. Mesela,
“Erbab-ı kemâlî çekemez nâkıs olanlar.
Rencide olur dîde-i huffaş ziyadan.”4
Yani, “nakıs insanlar kâmil kişileri çekemezler. Yarasanın gözü, ziyadan rahatsız olur.”
Bu beyitte Ziya Paşa, “ziya” kelimesini hem ışık anlamında kullanmış, hem de kendi ismine işaret etmiştir.
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” cümlesinde “hayali” kelimesi aynı zamanda şairin mahlasıdır.
Hz. Peygamber, sefere çıkarken nereye gideceğini doğrudan söylemez, tevriyeli konuşurdu.5 Günlük konuşmalarında da zaman zaman tevriyeli ifadeler kullanmıştır. Mesela, misafirlerine kendi eliyle ikram ederken söylemiş olduğu, “kavmin efendisi onlara hizmet edendir”6 sözü, hem bütün asırlara bakan değişmez bir ölçüyü ifade eder, hem de kendisinin efendiliğini…
Bir gün yaşlı bir kadın, Cennet’e girmesi için Hz. Peygamberden dua talebinde bulunur. Hz. Peygamber latife yollu, “Yaşlı kadınlar Cennet’e giremez” buyurur. Kadın ağlamaya başlayınca Allah Rasulü şöyle der:
“Yani, yaşlı olarak Cennet’e girmezler. Çünkü orada genç olacaklar.”7
Bir gün sahabinin biri Rasulullah’tan bir deve ister. Hz. Peygamber, “sana bir deve yavrusu vereyim” der. Adam, “Ben deve yavrusunu ne yapayım?” deyince, Rasulullah, şu latif cevabı verir:
“Her deve bir başkasının yavrusu değil midir?”8
1 Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursî, Yeni Asya Yay. İst. s. 55-56.
2 Kabaklı, Türk Edebiyatı, II, 764
3 Mevlevî, Edebiyat Luğatı, s. 160.
4 Ziya Paşa, Terci-i Bend ve Terkib-i Bend, Şule Yay. İst. 1999. s. 97
5 İbn Hişam, Siretu’n-Nebeviyye, IV, 159.
6 Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, I, 462-463.
7 Tirmizi, Şemail, s.117-118; Sâbuni, Safvetu’t-Tefasir, III, 309.
8 Ebu Davud, Edeb, 84
